Metin Boran
Edebiyat ortamına 2002 yılında yayınladığı ‘Tol’ romanı ile keskin bir giriş yapan Murat Uyurkulak daha sonraki yıllarda ‘Har’ (2006) adlı romanı ile kendinden en çok söz ettiren yazar olarak üretimlerine devam etti. Tol Mahir Günşıray tarafından oyunlaştırılarak Tiyatro Oyunevi topluluğunca sahnelendi. Almancaya çevrildi ve son 10 yılın en iyi romanları arasında ilk sıralarda gösterildi.
‘Har’ romanından sonra fanatik okuyucularının yeniden roman beklediği Murat Uyurkulak bir sürpriz yaparak öykülerle çıktı kendisini takip edenlerin karşısına. Uyurkulak geçmiş yıllarda kaleme aldığı, çoğu kimi dergi ve yıllıklara yer almış öykülerini “Bazuka: Aşk, Yalnızlık ve Şiddete Dair Hikayeler” adıyla bir araya getirdi ve okuyucu ile buluşturdu.
Mağdur edilmiş, ötelenmiş ve yalnızlaştırılmış kent insanın dramını mahcup ama öfkeli bir dille anlatıyor yazar. Romanlarında gördüğümüz keskin dil, muhalif tavır, ironi, mizah ve absürd olanın ifşası ve şaşırtıcılığı bu öykülerde de Uyurkulak’ın yazarlık üslubu olarak ahenkli bir kurgu ile karşımıza çıkıyor.
Uyurkulak’ın edebiyat mecrasında kendine dert edindiği insanlar uzun zamandır aslında yaşamla beraber edebiyattan da kovulan insanlar. Uzun zamandır edebiyatta ‘yaşayan insan’, ‘sahici insan’, gerçek insan gibi özneleri sayfalardan kovulmuş bir mecrada Murat Uyurkulak bu öznelerin sahici hayatlarından süzdüğü çarpıcı ama samimi, içten ama iç karartıcı, gerçek ama hüzünlü öyküleri en sıcak, en sert, en samimi ve en sade bir kurgu ile kendi öfkeli üslubuna hammadde yapıyor ve yoğurduğu hikayeyi sert bir söylemle okuyucusunun gözlerine fırlatıyor.
Peki kimler, hangi insanlar, nasıl yaşayanlar giriyor Uyurkulak’ın öykülerine. En başta söyleyelim öncelikle mağdurlar ve hayatın her kavşakta kendilerini madara ettiği mağluplar, ‘sırrını ellere diyemeyen’, derdini paylaşacak bir dost yüzü arayan en alttakiler. Her yenilgiden sonra pes etmeyen yine de hayata ısrarla asılan ve kendine bir yaşam alanı açmaya çalışan namuslu insanlar öykülerin başkahramanı olmaya yetiyor.
Okuyucu tarafından ıskalanmış bir yazar ve onun tarihe not düştüğü tabletler, İstanbul’un merkezinden uzaklaşınca hayattan da uzaklaştırılan bir dost, cinsel kimliği ile ortaya çıkmaktan ürken ve bunu paylaşacak bir dost yüzlü bulunca sırrını açan Taksi Şoförü Tahir, anneannesini renk körlüğü nedeni ile çocukluğunda yanlışlıkla giydiği pembe kazak yüzünden babasının ‘şorolo’ mu olacaksın çıkışı ile hayatı trajik bir sona doğru meyleden bir gariban, bir hırka bir lokma felsefesi ile kendisine baş edilmiş ömrü çarçur eden bir derviş (Bu öykü belki bir kısa roman ya da bir kısa film olur elinde dosya ile dolaşan en iyi kısa film konusu ile ödül peşinde ömür törpüleyenlere duyurulur) ve daha niceleri… Bir de mahallenin fıstıkları için husumet, şiddeti ve cinayeti aşkın önüne koyan hırçın kolpa delikanlılar.
Bu insancıklar mağduriyetleri, yenilmişlikleri ve dışlanmışlıklarına inat, hüzün ve umutlarını yaşama sevincine dönüştürerek bir bazuka taşır gibi yedeğine almış ‘kaybedenler’dir.
Murat Uyurkulak’ın sokaktan izlenimleri ve gözlemleri ile mutsuz çoğunluğun harap temsilcileri olarak edebiyatın sayfalarına vıcık vıcık hayatları ile birlikte yapıştırılmışlardır. İbretliktir hayatları, tanırsanız ürkersiniz, her birinin hayatında kendi siluetinizi görürsünüz ya da kendi yaşam örgünüzden yüzleşmek istemediğiniz ‘yaşantı’ parçacıkları… Ya da Bazuka ile birlikte karşılaşmaktan korktuğunuz avangard bir ressamın tablosu çıkar önünüze ve çerçevesini parçalamak istersiniz.
Son yerine; rulo yapılarak bazukaya yerleştirilmiş bir hayattır, Uyurkulak’ın öyküleri… Bu, ince, yuvarlak kalemle iktidarların topuna yapılmış taciz atışıdır ve edebiyatın namusudur.
Bir de yapay, samimiyetsiz ve biat kültürünü özendiren sünepe ve züppe edebiyat var. ‘Bazuka’ bu daltabanlığın da karşı cephesinde yer alıyor.