İrem Az
garajistanbul çatısı altında 1 Mayıs’ta başlayan ve 27 Mayıs’a kadar sürecek olan Politik Oyunlar Festivali kapsamında 10 Mayıs Salı günü izlediğim Generallerin Beş Çayı, İTÜ Tiyatro Kulübü TİMİS (Tiyatro Miyatro İstanbul) Oyuncuları’nın bu yılki prodüksiyonuydu. Boris Vian’ın İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından 1951’de kaleme aldığı oyunun adını taşıyan prodüksiyonda Vian’ın Generallerin Beş Çayı ve İmparatorluk Kuranlar metinleri; Wolfgang Borchert’in Dört Asker, Radi, Jesus ‘Benden Paso Artık’ Diyor adlı öyküleri; Bertold Brecht’in La Ciotat’lı Asker adlı öyküsü, Peter Weiss’in Soruştuma adlı oyunu ve son olarak Bruno Schulz’un İlkbahar adlı öyküsü kullanılmış.
Oyunda seyirciye ima yoluyla sorulmak istenen soru, grubun kendi ifadesiyle şöyle:
Generallerin Beş Çayı metnini ele alırken oyunun içinde bulunan ‘baştakilerin yüzünden’ algısının rahatsız edici olduğunu düşündük. Çünkü günümüzde bu algı, oyunu oynayan bizlere bir kaçış noktası yaratmaktaydı. Zaten başbakan ortaya çıkar, ekonomi bozuldu diye karar alır veya şirketlerin oyununa gelir, generalin biri buna uyar ve ülke savaşa sürüklenir. Fakat savaşan askerler, savaşmayan siviller hep suçsuzdur. Bir oyunun kurbanı olmuşlardır. Kimse sorumlu değildir bundan. Acaba böyle midir?[1]
Oyun, TİMİS Oyuncuları’nın kolektif dramaturji çalışmasıyla oluşturulmuş. Maalesef oyunu oluşturan metinlerden, birincil metin olan Generallerin Beş Çayı dışında hiçbirini okuma fırsatım olmadı. Fakat dikkatimi çeken çok az metinsel ekleme vardı. Grup, Generallerin Beş Çayı metnine oldukça sadık kalmıştı. Orijinal metni kısaca anlatmak gerekirse, oyun başkahramanımız sayılabilecek Fransız General Audubon’un evinde açılır. General, kravatını bağlamayı bir türlü beceremez, annesine mızmızlanmaktadır. Audubon’un yetişkin ve epey güç sahibi bir adam olmasıyla annesinin onunla küçük bir çocukmuş gibi ilişki kurması arasındaki tezat bu ilk sahnede epey vurgulanır. Hemen ikinci sahnede, Audubon’un emir erinden Başbakan Léon Plantin’in ziyarete geldiği haberini alırız ve Audubon’un annesine deyişiyle yaramaz çocuk Léon Plantin savaş isteğini ve nedenlerini açıklamaya başlar: Sanayi ve zirai üretim aynı anda artmakta, ikisi dengelenememektedir. Yeni pazarlara, yeni tüketicilere ihtiyaç vardır. Léon’a göre bu tüketici ordu olacaktır. Çünkü ordunun, iş adamlarından satın alacağı her şeyin parası halkın cebinden çıkar ve dengeler yerini bulur. Bu açıklama Audubon’a biraz ağır gelir. Zaten metnin kendisi karikatürize edilmiş, ekonomiden ve diplomasiden pek anlamayan, “ana kuzusu” bir asker tiplemesi çizer. Audubon aslında savaşmaya çok istekli değildir, fakat Léon’un tüm sorumluluğu tamamen üzerine aldığından emin olduktan sonra bir çekincesi kalmaz ve pek çok ülkeden askeri ateşeleri, generalleri çağırır. Uzun süren strateji tartışmalarından sonra Fransa’nın Fas’a, Cezayir’e, hatta Afrika’ya doğru ilerlemesine karar verirler. Diğer büyük güçler de çeşitli destekler sağlayacaktır. Ne de olsa “Fethedilmeyi bekleyen dünya kadar toprak”[2] vardır dünyada, Fransa gibi şanlı bir milletin gelip kaynaklarını sömürmesini bekleyen dünya kadar toprak… Üçüncü perde ise savaş sırasında bir yer altı sığınağında geçer, generallerin ve başbakanın Rus ruleti oynamasıyla son bulan beş çayında…
Metni okuduğumda, tüm gerçekliğine ve oyundaki tarihsel -İkinci Dünya Savaşı öncesi- koşulların netliğine rağmen eğer sahnelenirse fantastiğe yakın bir atmosfer oluşabileceğini düşünmüştüm. Nitekim TİMİS’in sahnelemesinde de böyle bir hava hakimdi. Grup, zamansız ve mekansız bir algı yaratan minimal bir dekor ve sürrealist kostümler tercih etmişti. Oyun boyunca Türkiye gündemine epey gönderme yapıldı. Dekor ve kostüm seçimi, hem metnin yarattığı duyguya hem de İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana koşullar değişse de hala adaleti sağlamayı başaramayan demokratiklik düzeyimize yapılan göndermelere zemin oluşturuyordu. Fuaye/oyun sonrası kısa bir söyleşi yapılmadığı için kadronun özelliklerini ve oyun öncesi çalışmaların niteliğini bilemiyorum. Fakat eğer tiplemeler oyuncular tarafından daha derinlikli çizilmiş olsaydı, incelikle yürütüldüğü sezilen reji faaliyeti kendini daha iyi gösterebilirdi. Audubon ve diğer askerlerin karikatürize edilmesinin/groteskleştirilmesinin doğru bir seçim olduğunu düşünüyorum; ne var ki annesiyle paylaştığı yaşam alanına bile bu kadar tanık olduğumuz Audubon’u dahi çelişkileriyle var olan bir karakter olarak izleyemedik. Bu açıdan metnin tiplemelere sağladığı olanaklar çok limitli bir şekilde kullanılmıştı. Sözün kısası oyunculukların biraz daha çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Yine de kadro durumunu bilmediğimden ve oyuncuların çoğunun gruba yeni katılanlardan oluştuğu ihtimalini de göz önüne alarak yüksek enerjili birkaç saat geçirdiğimizi belirtmek isterim. Oyunun temposu hemen hiç düşmedi ve güncele yapılan göndermeler seyircinin dikkatini sürekli uyanık tutmayı başardı.
Türkiye’de yaygın olan militarist söylemlere/politikalara yapılan göndermelerin çoğu seyirciyi gerçekten “hem güldürdü hem düşündürdü”. Fakat şahsi kanaatimce, Boris Vian’ın diğer oyunlarından farklı olarak daha az metaforik olan Generallerin Beş Çayı; hala savaş koşullarında yaşayan, militarist kültürün yaygın olduğu bir ülkede oynandığında güncele çok fazla ve çok açık göndermeler yapılmasını kaldırmıyordu. Bu yüzden oyun boyunca sık sık didaktik bir hava estiğini söylemek yanlış olmaz.
Hobsbawm, Birinci Dünya Savaşı sonunda güçlü imparatorlukların yıkılmasıyla kurulan pek çok ulus-devletle başlayan ve 1950’ye kadar uzanan süreci (1918-1950) “Milliyetçiliğin Zirvesi” olarak tanımlıyor. Birinci Dünya Savaşı’nda kapatılamayan ekonomik ve siyasi hesapların ikinci perdesinin oynandığı İkinci Dünya Savaşı’nın Boris Vian tarafından Rus ruletiyle bitirilmesi oldukça anlamlıydı. Savaşın önemli bir sebebi olan 30’lardaki Büyük Buhran’dan yeni çıkmışken kendilerini yeni buhranlara sürükleyen büyük dünya güçlerinin milliyetçi-faşist eğilimlerinin nelere mal olduğu daha iyi özetlenemezdi sanırım. Bu yüzden son bir öneri olarak orijinal metni sonlandıran, generallerin Rus ruleti oynayarak teker teker öldüğü bölümün üzerine biraz daha düşünülmesinin ve farklı finallerin denenmesinin oyun için iyi olacağını söyleyebilirim.
Müzik tasarımını ve (çok basit düzeneklerle farklı sesler çıkararak) icrasını da üstlenen grubun, giriş niteliğinde iyi bir çalışma yaptığını söylemek mümkün. Bir sonraki oyunda bu konuda daha gelişmiş bir performans beklenebilir.
Müzik, dekorların hareketli kullanımı, kostümler ve tanıdık gelmeyi başaran tiplemeler oyunun enerjisini yükselten öğelerdi. Grup tarafından Generallerin Beş Çayı metnine, özellikle de finaldeki Rus ruleti bölümünün sonrasına yapılan eklemeler grubun oyun boyunca ima ettiğini net bir şekilde sormasını sağlıyordu: “Fakat savaşan askerler, savaşmayan siviller hep suçsuzdur. Bir oyunun kurbanı olmuşlardır. Kimse sorumlu değildir bundan. Acaba böyle midir?” Bugün de Türkiye’de, muhalif seslere sivil siyaset kanallarını tıkayan temsilcilerimiz ile generallerin beş çayında olduğu düşünürsek Generallerin Beş Çayı bize önemli bir soru soruyor: Biz de bu sorumluluğu, hiçbir şey yapmayarak da olsa paylaşmıyor muyuz?
[1] “Generallerin Beş Çayı”, 1 Nisan 2011, http://timis.blogspot.com/2011/04/generallerin-bes-cay.html, 10 Mayıs 2011 tarihinde erişilmiştir.
[2] Boris Vian, Generallerin Beş Çayı, İstanbul: Mitos Boyut Yayınları, 2009, s. 66