(Vivet Kanetti Uluç’un Radikal Gazetesi’nde yer alan ‘Kadın Kadına Düğün’ adlı yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.)
Kraliyet düğününe katlanamazdım. Erkek eli değmemiş ‘Düğün’ü seyretmeye gittim. Kötümser ve feminist, biraz fazlaca yüklü ama çok ilginç bir oyun izledim.
Lady Di’nin düğününü izlemiştim, galiba cenazesini de; oğlunun düğününden artık tek görüntüye katlanmamaya yemin ettim. Aynı hafta kendime verdiğim ikinci söz, erkek eli değmemiş Düğün’ü Kenterler durağında kaçırmamaktı. Ve ne oldu? Her iki sözümü de tutmayı başardım! Hıncahınç dolu bir salonda, gişecinin bizim için beğendiği balkonun en son sıralarındaki yerimde izledim oyunu.
Heyecanlı mıyız? Öyleyiz. Çok sevilen bir tiyatro oyuncusunun (Tilbe Saran) ilk yönetmenliği bu. Kocaman bir kompozisyon rolü de var, sahne arkadaşlarından birkaçı da Güler Ökten, Zerrin Sümer, Şebnem Sönmez… Kişilikleri, oyun tarzları iyice, hatta bazen fazlaca oturmuş ve esasında birbirlerinden çok farklı kadınlar… Uç rollerde, St Petersburg ekolünden suskun Maria Akgüllü (beden diline bu denli hâkim olunduğunda sözden vazgeçiş izleyici için de zevk!), sesini enstrüman gibi kullanan Serpil Göral (gelinin kankası rolünde). Bir de Eda Çatalçam ve annesine çektiği unutulmaz “kıskançlık sahnesi”!
Anlayacağınız, sahne önü sahne arkası, silme kadın! Işık tasarımından (çok iyi) müziğe… Kolektif bir çalışmanın ürünü de olsa Ayşe Bayramoğlu’nun yazdığı iki saatlik tek perdelik oyunda, erkek varlığı sadece seslerle kendini duyuruyor. Bahçeden gelen güçlü sesler: Gürültüyle gülen, eğlenen, çağıran, sabırsız, mütehakkim, şımarık… Sahnede erkekler yoklar demiştik; çok da varlar tabii. Düğün mutfağında onlara değmiş olmanın getirdiği vazgeçişler, aldanmalar, boyun eğişler ve hayal kırıklıkları konuşulacak, gece boyunca. Az çok harcanmış, kendi eliyle çizilmemiş bütün o kadın hayatları… Tek özgür ruh (gelinin çocukluk arkadaşı Pelin) oyun bitmeden, prangalı çemberden kovulacak zaten.
Sekiz kadın: doğal akışından döndürülmüş sekiz ırmak… Ülkemizdeki hemen her çevrede varlığını hissettiren ataerkil kurallar, ikinci sınıf insan muamelesi, göz hapsi, maddi-manevi şiddet, kişilik haklarının çiğnenişi ve evlenen her kadının biraz yolunmuş tavuğa dönüşü… Kötümser bir oyun bu. Evlilik ve aile konusunda aldanmalara sığınma hakkı tanımayan kötümser ve feminist bir oyun. Ama sanki biraz açlık ve susuzluk haliyle, yani kadınsal durumlardan hiçbir şıkkı unutmama telaşıyla yazılmış… Biraz fazla yüklü. Fazla trafikli. Fazla koşuşturmalı.
Sinir krizinin eşiğinde
Bugüne dek tiyatronun en güzel rollerine damga vurmuş, müthiş bir serüvende (Ak Sanat Tiyatrosu) kuruculuk yapmış Tilbe Saran’ın, ilk yönetmenliğinde de her şeyi tüm ihtimaller bolluğuyla düşündüğünü anlıyoruz. Mesela metindeki dipten gelen karamsarlığı neredeyse bir ‘Sinir Krizi Eşiğinde Kadınlar’ abartısıyla, hatta vodvil giriş çıkışları ve koşuşturmasıyla kırmak istediğini… Oysa bir miktar bırakmalıydı belki, karamsarlık ve sıkıntı da gelsin, otursun, yerleşsin sahneye.
Yanlış anlaşılmıyor, değil mi? Saati unutarak izlenen bir oyun ‘Düğün’. Ancak, fabrikalara, sendikalara, cezaevlerine de ulaştırılmak istenen bu oyuna sadece sosyal proje olarak bakmaya insan kıyamıyor. Tilbe Saran ve tüm ekip, en yüksek çıtayı hak ediyorlar. ‘Düğün’ü gelecek mevsim bir daha izlemek için sabırsızlanıyorum. Dinlendirildikten sonra ne gibi değişikliklere uğrayacağını merak ederek. Bilinç ve duyarlılık düzeyi yüksek bir ekibin yazın mutfakta turşu kurmak yerine oyunu marine edecekleri kanısındayım nedense… Bir miktar kıyarak, atarak, koşuşturmayı kırparak, sadece Türkiye’de değil, birçok ülkede oynanabilecek bir oyun olabilir ‘Düğün’