‘Birlik’ nasıl da büyülü bir sözcüktür,
Hayatın her alanı için geçerli.
Meslekte birlik, siyasette birlik, ticarette birlik.
Benim evdeki hesaplarım, çarşı-pazar ile hiç örtüşmedi, bu yüzden olsa gerek ticaret işlerinden çakmıyorum.
Bu durumda olan dostlarım var.
Lokanta işletenler, yazları pamuk şekeri olmadı terlik satanlar, bar işletenler.
Ne yaptı ne ettilerse başarılı olamadılar.
Ancak, yaşananları gözlüyor, olup bitenlerle ilgili veriler ediniyoruz.
Ülkeyi toptancı bir ticarethane gibi yürüten AKP söz konusu olunca da, bu kirli piyasa kurallarını algılama ve yorumlama işinde pek zorlanmıyoruz doğrusu.
Dernekçiliği ve siyasette birlik olmayı ise az çok bilirim.
Edindiklerim ve biriktirdiklerim var.
Tüm sanat yaşamım boyunca örgütlü olmayı seçtim.
Onlarca sorun yaşasam da, bu durum beni sayısız defalar daha iyiyi üretmeye itti.
Sanat ile sistem siyasetinin birbirini besleyen, geliştiren bir ahlak ilişkileri zinciri içinde yaşandığına ise, hiç tanık olmadım.
Ülkemin düzene eklenmiş siyasileri her defasında, sanatçılardan göstermelik bir yararlanma peşine düştüler.
Her sistem partisi, kendi sanatçısını yaratmak için, daha açık tanımı ile ‘vitrinine koymak için’ her tür madrabazlığı yapa geldi.
Bu işin yolu-yordamı da bellidir!
Reklam filmleri çektirilir, şarkılar, türküler satın alınır, basın toplantılarında, mitinglerde boy gösterilir, sonra da fırlatıp atılır bir köşeye.
Sözüm şu ki, şimdi ülke harala-gürele yeni bir seçim aşamasına doğru evriliyor ya, ortalık toz-duman!
Daha partilerin ‘ağır topları’ adaylar konuşulmadan, ‘sanatçılar’ üstünde pazarlıklar dönüyor.
Kimlerin adı yok ki.
Sağ siyasetlerin içinde yıllardır debelenen beylerden-hanımlardan söz etmiyorum, onlar zaten toplumca tanınıyor, biliniyor!
Benim sözüm, kendine ‘solcu’ diyen, ama bu kirli sisteme eklemekten bir adım bile geri durmayan aklı evvellere.
Tiyatro dünyasında da bunun onlarca örneği var, adlarını sıralarsam canınız sıkılır.
Bakınıyorum sağıma soluma, benim de içinde bulunduğum bir kaç ortak yapılaşma da, birer küçük sözle kendilerini ele veriyorlar.
Özerk Sanat Konseyi içinde barınmaya, yer edinmeye çalıştılar olmadı.
Şimdi karşı cephede konuşlanıp, 2010 ajansı üstünden Özerk Sanat Konseyi’ne ve sanat alanlarına saldırıyorlar.
AKP’nin ve 2010 Ajansı’nın İstanbul talanı ile ilgili açtığımız her yürütmeyi durdurma davasında karşımızda bu zatlar var.
Hani ağızları da laf yapıyor, yani hizmette kusur yok.
Her şeyi de biliyorlar!
AKM, kentsel üleşim, edebiyat, sinema, müzik, kültürel kalıtlar, müzeler, kütüphaneler bu hanımların- beylerin ilgi alanları.
Bu günlerde tiyatro alanında, sinsi bir AKP seviciliği yaparak nabız yokluyorlar.
AKM için, “yeterince bilgi yok” gibi bir gevezeliğe sığınıyorlar.
Dolmabahçe tıkınmaları için de, “ben sizin gibi düşünmüyorum, çağrılsaydım giderdim” diyorlar.
Anayasa tartışmalarında “evetçiyim” diyerek AKP ye açık destek veriyorlar.
Tavırlarını da ‘Liberal’ olarak niteliyorlar.
Sanat alanlarındaki sistem karşıtı direnmeye burun kıvırıyorlar, “bir direniş yok ki, ufak-tefek çıkışlar bunlar, kim oldukları da belli”
“Sanatçılar işçilere değil, işçiler sanatçılara destek olmalı” deyip yaşananları adeta alaya alıyorlar.
“Tekel meselesi birilerinin itelediği basit bir meseledir, bunun üstünden suskun siyasetler kendilerini anlatma yolunu seçtiler” diyerek, tam da Arınç efendinin ağzıyla, emek hareketini karalamaya soyunuyorlar.
“AKP’ nin her yaptığı kötü mü, hiç mi olumlu şeyler yok, bu her şeye karşı olma halinin bir sonu yok”
“Ayrışma diyorsunuz hocam, ama faşist, liboş, dinci diyerek siz ayrıştırıyorsunuz”
Bakıyorsunuz ertesi gün dinci gericiliğin açık adresi olmuş yapılaşmalarla, basın açıklamaları yapıyorlar.
“Bu çizgi, CHP-MHP arasında ulusal bir yuvarlanmadır” deyip, Tayip efendinin salvolarına destek çıkıyorlar.
Bu zatlara, “AKP’ nin Anayasa önermesi 12 Eylül faşist Anayasasını sağlamlaştıran bir önermedir, önce 12 Eylül darbesiyle hesaplaşılmalıdır” dendi mi, tüyleri diken diken oluyor.
Hele, “Kürt halkıyla barışı AKP yalanlarıyla örmek tarihsel bir hatadır, açılım denen palavraya aldanmak, ardı sıra nutuklar düzmek kanı durdurmaz, görüldüğü gibi çoğaltır” demeyi görün. En hamasi, en süslü sözlerle açılım paketleri savunulmaya başlanıyor..
“Sivil olalım hocam, bizi sivillik kurtarır”
“Ya devrimcilik?”
“Modası geçti hocam, şimdi sivil olup, AB’nin istekleri doğrultusunda değişme zamanı”
İşte size, sanat alanlarındaki yeni hastalığın, kirin, çürümenin ayak izi.
Bunda kimlerin payı var, kimler bu insanları böyle hazan yaprakları gibi savurup yabana itelemeye katkı koyuyor, bunu birlikte düşünelim isterim.