Handan Salta
Bildik düğün telaşı
Sahne aydınladığında mutfaktayız; şık giyimli orta yaş üstü Emektar Şerbet Hanım (Zerrin Sümer) geliyor, önlüğünü takıp işe koyuluyor. İsmini oyun boyunca bilemeyeceğimiz garson kız (Maria Akgüllü) masanın üzerindeki bardakları, tabakları, mezeleri inanılmaz bir sakarlıkla bahçeye taşımaya başlıyor. Köşkün sahibesi Büyük Hanım/anneanne (Güler Ökten) Şerbet’i (Zerrin Sümer) hafif yollu azarlıyor gümüşleri bulaşık makinesinde yıkadığı için. Bu sırada anne Ahsen (Şebnem Sönmez) elinde telefonuyla telaş içinde koşuşturuyor. Birazdan evlenecek olan kızı Duygu’nun (Evren Ercan) hala işten eve gelmemesinden ve ona ulaşamamaktan dolayı endişeli; bu sırada sevgilisi Sinan da Ahsen’le konuşamıyor bir türlü.
Ve erkek tarafı gelir…
Görümce Nazife (Serpil Göral), elleriyle yaptığı kavurmaları tepsi tepsi tezgâha dizer. Ev sahipleri pek de renk vermemeye gayret ederek kavurma kokusundan duydukları rahatsızlığı ve küçümseyen bakışlarını açtıkları pencereden göndermeye çalışırlar. Mutfağa girer girmez kokudan rahatsız olan kayınvalideye alaycı gözlerle bakan ev halkı bu kokuyu kavurmaya yorsalar da kazın ayağı öyle çıkmayacak! Anadolulu bir ailenin geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir ferdi olan kayınvalide Neriman Hanım (Tilbe Saran) da iki aile arasındaki kan uyuşmazlığından hoşnutsuz. Ancak damadın annesi olmaktan aldığı güç sayesinde deplasmanda olduğunu çarçabuk unutuyor ve dünürünün açık saçık elbisesinden başlayarak kendisine yabancı gelen, onaylamadığı her şeyi eleştirmeye başlıyor. Hane halkının burun kıvırıp gözlerini devirerek alaycı ifadelerle belli etmeye çalıştıkları hoşnutsuzluk Neriman Hanım’ın şahsında ete kemiğe bürünüp görünürlük kazanıyor.
Masaya dökülen itiraflar
Neredeyse tüm parçaları kullanılan gerçekçi bir dekor içinde oynanan oyun kadınların en çok zaman harcadıkları yer olduğu düşünülen –ve çoğu durumda da geçerli olan- mutfakta geçiyor. “Kitchen-sink drama” örüntüleri gördüğümüz oyunda kızgın adamların yerini bu defa her yaştan ve her sınıftan kadınlar almış. Hayatın en önemli üç olayından biri olarak kabul edilen düğün töreninde alkışlar, içkiler ve yiyeceklerle birlikte bolca hesaplaşma var. Mutfak masası etrafına toplanan bütün kadınlar (garson kız hariç) yıllarca bastırılıp biriken kırgınlıklarını, kızgınlıklarını, uğradıkları haksızlıkları, hayatın kadına ve erkeğe adaletsiz sunduğu olanakları sorguluyor; toplumsal sözleşmeler, ahlak, gelenek gibi nedenlerle saygı göstermek ya da boyun eğmek zorunda kaldıklarına isyan ediyorlar. İsyan edilen ve uğruna- ya da yüzünden- acı çekilen konuların başında evlilik ve çocuklar var. Annelik kurumunun farklı açılarının sergilendiği durumlarda ikili hesaplaşmalara tanık oluyoruz. Evlenip kaderine razı olanlar, aldatılanlar/ terk edilenler, zorla evlendirilenler, bedenleriyle birlikte zihinleri de sıkışmış kadınlar bir itiraf, yüzleşme, iç dökme seansına gelmiş gibiler. Bazen gülünç, bazen komik ama çoğunlukla iç sızlatan öyküleriyle sanki bugünün Türkiye’sinden fotoğraf kareleri geçiyor sahneden.
Masanın ne tarafındasınız?
Aile ve ev ekseninde biçimlenen ve hatta sınırlanan yaşamlarıyla Şerbet, Büyük Hanım, Nazife ve Neriman Hanım çoğunluğun yansıması. Ekonomik bağımsızlıktan yoksun, emeği karşılığında ücret al(a)mayan, anne olmayı toplumsal kategoride bir üst düzeye çıkmak için kullanmak zorunda olan bu kadınlar ait oldukları sınıfa evlilik yoluyla girmiş ve orada kalmak için evliliklerini sürdürmek zorunda olduklarından dolayı statükocu, ataerkil ve gelenekçi görünmekte, erkeklere kadınlardan daha hoşgörülü davranmaktalar.
Ne iş yaptığını bilemediğimiz ancak bir mesleği olduğunu ve çalıştığını anladığımız Ahsen, boşandıktan sonra kendi kelimeleriyle “mazbut, mesuliyetine müdrik” annesinin evine taşınmış ve çocuğunu büyütmüş, bu sırada da neden boşandığını yıllarca annesine açıklayamamış, sürekli eleştirilip azarlanmış. Kızının evlenecek yaşa gelmesi bile erkek arkadaşı Sinan’ı annesinin kabullenmesine yetmemiş; eski kocası Harun Büyük Hanım’ın oğlu gibi şımartılıp düğüne Rus sevgilisiyle gelebilirken, Ahsen Sinan’la hala gizli kapaklı konuşmak durumunda. Büyük Hanım eski damadı Harun’u kayırmakta, kızı Ahsen’i ise azarlamaktadır. Büyük Hanım için tutunacak bir dal, bir bahane olan annelik kurumu Ahsen’in ayağına dolanan bir engel, gelenekler ve aile kurumu içinde sıkışmasına yol açan bir kapan haline gelmiş.
İtirazı olan var mı?
Duygu’nun kardeşi kadar yakın arkadaşı Pelin (Eda Çatalçam) oyunun en sıra dışı, sağduyulu ve ayakları en yere basan kişisi olarak karşımıza çıkar. Düğünün insan hayatındaki en mutlu gün olduğu konusundaki herkesin ortak inancına rağmen, Pelin dobra tutumuyla bu düğündeki “sekiz yanlışı” bulmak için izleyiciye ipuçları verir. Gelişmiş bir adalet duygusuna sahip olduğunu gösteren tavırları bir yana, fotoğrafçı olması da sembolik bir anlam taşır. Oyun kişilerince de ima edildiği üzere, “erkek işi” olarak görülen fotoğrafçılık bir kadın tarafından icra edildiğinde bakışın/objektifin nesnesi farklı bir anlam kazanır. Ataerkil bir söylemin baskısını üzerlerinde hisseden ve yaşamlarını bu baskının ve bakışın yönlendirmesine göre düzenleyen kadınlara bakan bu defa bir başka kadındır. Bu durumda kadınlar kendilerini lensin ardındaki bakışın nesnesi gibi hissetmek zorunda değildirler. Ayrıca, bakışın nesnesi olan kadını özne olmaya yaklaştıranın bir başka kadın olması da kadınlar arasındaki dayanışmaya gönderme olarak kabul edilebilir.
Evlenmek zafer kazanmak mı?
Aile baskısı görmeyen, işi olan, eğitimli, muhtemelen cinsel özgürlüğü de olan kızlarına neden bu adamla evlendiğini değil de, neden evlendiğini soran bir ailesi yok. Ev içinde, dolayısıyla erkek dünyasının gözetimi ve baskısı altında kalmaya mecbur olmadığı halde evlendikten sonra çalışmamayı seçen, biraz sonra kocası olacak adamın “ağzını yüzünü dağıtırım” tehdidine bir tepki vermeyen, köy düğünü ile bir kere daha evleneceğini annesine söylemeyen Duygu’nun bu davranışlarını açıklayan somut bir veri yok. Annesini cesaretsizlik ve “yaşarmış gibi” yapmakla suçlayan Duygu eleştirdiği çerçevenin dışına çıkıp buna bir seçenek oluşturmuyor; daha tutucu ve baskıcı bir hayata kendi rızasıyla yöneliyor. Duygu için olsa olsa, annesinin sık sık başına kaktığı fedakarlıklara ve yaşanmamışlıklara duyulan tepki nedeniyle “gerçek” ve “yaşayan” diye tanımladığı yeni ailesini sorgusuz sualsiz kabullenip uyum sağlama çabası gösteriyor diyebiliriz.
Garson kızı taciz eden damat ve arkadaşlarına tepki göstermek yerine kızı kovmayı seçen Duygu, sınıfsal üstünlük kartını kullanıp çıkan rezaletten ve düğününün mahvolmasından garsonu sorumlu tutuyor. Garson kızı savunan Pelin’le tartışırken de, evliliğine ve yeni konumuna halel getirecek her şeyi bertaraf etmeye çalışan Duygu’yu hedefe kilitlenmiş görüyoruz. Bu durum onu annesinden ve Pelin’den ziyade Büyük Hanım, Şerbet, Neriman ve Nazife grubuna yaklaştırıyor.
Oyunun kurgu açısından en problemli kişisi Duygu’nun neden geleneksel kalıplar içinde hareket ettiği sorusuna yanıt olmak üzere Duygu’yu reklamcı yapması sorunu derinleştiriyor. Yüksek ücretle çalışılan, az kişinin yaptığı ve prestijli bir meslek olan reklamcılık toplumsal baskıdan, ekonomik yetersizliklerden kurtulmanın pasaportu olarak sıkça kullanılan bir simge olmaya başladı. Televizyon dizilerinde de gördüğümüz reklamcı kız- geleneksel yapıya bağlı tutucu adam birlikteliği bu oyunda da karşımıza çıkıyor. Dizilerin geleneksel yapıyı yeniden üretip geçerli ve meşru kılma çabası bu oyunda tekrarlanıyor mu yoksa eleştiriliyor mu? “Özgür kızlar da dize getirilir” mesajı vermek gibi bir amacı olmadığını düşündüğüm bu oyunda Duygu’nun neden evlendiği sorusuna yanıt alamadığımız gibi Şerbet’in “sen kalbinin sesini dinle” öğüdü Duygu’nun geleneksel tarafa yakınlığına vurgu yapıyor. Oyunun başından beri mutfağa her girenin rahatsız olduğu kötü koku Duygu’nun durumuna gönderme yapıyor olabilir mi?
Farklar ve benzerlikler
Düğün farklı sınıftan ve yaştan kadınları aynı evde biraraya getirerek kadınların birlikte var olmalarının imkânını araştırıyor diyebiliriz. Sistem içi kalmaya mecbur olan, bunu tercih eden, sistem dışına çıkan ve sistemin özendirdiği ilişkilere öykünen, cinsiyet ayrımının farkına varıp buna karşı minik de olsa bir adım atan kadınlar oyunu yalnızca bu durumları sergileyen bir yapı olmaktan çıkarıp değişimin gözlerimizin önünde cereyan etmesini sağlıyor. Feminizmin iki ayrı argümanını bir arada tartışan metin, kadınların kardeşliği ve dayanışmasını koşullayan ilişkileri sergiliyor ve iktidar ilişkilerini yeniden ürettikçe kadınların içinde bulundukları sarmaldan çıkamayacaklarını ima ediyor; aynı zamanda sınıfsal çelişkileri gündeme getirerek kadınlara yapılan ayrımcılığın farklı ayaklarını da gösteriyor. Büyük Hanım- Şerbet ile Duygu- Garson Kız ikilileri arasında çok net görülen sınıf farkı ve tahakküm çabası farklı kuşaklar arasında benzer sorunun nasıl çözüldüğüne/ çözülemediğine işaret ediyor.
Kadın hakları denince töre cinayetleri, üzerine kuma getirilen kadınlar, erkek şiddetine maruz kalıp dövülen ya da öldürülen eşler/ sevgililer gibi kurban durumundaki bireyler ilk akıllara gelen grup. Ancak eğitimli, ekonomik olarak bağımsız, sosyal prestiji yüksek bir mesleği ve statüsü olan kadınların zihinlerindeki bariyerlerden söz etmek en az ilk grubu görünür kılmak kadar önemli. Kurban bakışı, nesneleştirmeyi ve en iyi ihtimalle yardım etme fikrini harekete geçirirken muktedir kadınların bariyerleri üzerine düşünmek ideolojinin tuzaklarını görmeyi de mümkün kılacağı için çok daha verimli görünmekte. Bu bağlamda Düğün, önemli bir işlevi yerine getirerek kadınları karikatürleştirmeden, cinsiyetsizleştirmeden, bedensizleştirmeden var olan konumları içinden ince ayrıntılarla sorgulayarak izleyicide sorular oluşturuyor.
Ekibin tümünü kadınların oluşturduğu oyunun kullanışlı sahne tasarımı Başak Özdoğan’a ait. Mutfak kapıları kapandığında o güne kadar kimselere söyleyemedikleri sırlarını söyleyen kadınları izleyiciler dışında kimse duyamıyor. Birbiriyle tanışmayan bunca kadını sahnede buluşturan metnin iletisini güçlendirmek üzere, izleyiciyi olup bitenleri komşu bahçeye bakan bir konuma yerleştiren bir sahne tasarımı nasıl dururdu acaba? Mutfakla bahçe arasındaki geçişleri farklı renklerde ışıklar kullanarak düzenleyen ışık tasarımını Ayşe Ayter yapmış. Renkli ışıklar ve karanlık oyunun tartımıyla paralel ilerliyor. Sahnelere tematik olarak eşlik eden müzikler ise Serpil Günseli’ye ait.
Tilbe Saran ve deneyimli oyuncular Güler Ökten, Zerrin Sümer ve Şebnem Sönmez’in telaşsız ama güçlü enerjileri ile genç oyuncuların (Maria Akgüllü, Evren Ercan, Serpil Göral, Eda Çatalçam) taze neşesi arasındaki dengeli paslaşma oyunun tartımını sahneye taşıyor. Özellikle Maria Akgüllü’nün performansı seyre değer; sakarlığı, nikah kıyılırken gelin olmaya özendiğindeki dansı, tacize maruz kaldığı zaman dehşetini sessizce anlatışı çok başarılı.
Uzun yıllardır sürdürdüğü parlak oyunculuk kariyerini bu defa yönetmenlikle birleştiren Tilbe Saran’ın sahneye koyduğu ve Ayşe Bayramoğlu tarafından yazılan Düğün kadın sorunlarına, insan ilişkilerine, aile kurumuna neşe ve mizahla kotarılmış bir bakış açısı içinden eleştirel bakan ve ayakları bu toprağa basan bir yapım.