Mehmet K. Özel
2010-11 sezonunda bir tane daha “tek oyunculu, çok karakterli” bir oyun izledim. “Yeni Bir Hayat İçin” yeni bir oyun değil; ilk defa 2000’li yılların başında sahnelenmiş, Tiyatro Boğaziçi’nin Maya Sahnesi’ne sahip çıkıp göçebelikten kurtulmasıyla birlikte bu sezon yeniden sahneye taşınmış.
Uluç Esen ile Cüneyt Yalaz’ın birlikte yazdıkları, Cüneyt Yalaz’ın oynadığı “Yeni Bir Hayat İçin” ara dâhil 100 dakikalık sürede mizahi bir dille günümüzün “ortalama” insanının portresini çiziyor; hayatını yenilemek için akla gelebilecek her türlü yolu deneyen kahramanın hikâyesi üzerinden günümüz insanoğlunun doğayla, kültürle, sanatla, politikayla, parayla, bilişim teknolojisiyle ve çağımızın iletişim kanallarıyla hesaplaşması, karşı ve hemcinsleriyle ilişkileri komik tarafları öne çıkartılarak irdeleniyor.
Cüneyt Yalaz, oyunun kahramanı Selim’e, Selim’in farklı yaşlarına ve 40 yaşına gelinceye kadar başından geçen hikâyelerdeki sayısız karaktere ustaca can veriyor. Yalaz, kolaya ve tekrara kaçmadan her bir karaktere farklı mimik, jest ve konuşma özellikleri yükleyerek zor bir işin üstesinden geliyor.
Hikâyeler çok farklı mekânlarda geçtiği için sahnede üç ayrı ortam yaratılmış: masa-sandalye, sehpa-koltuk ve tam ortadaki sandık. Sandık hem anlamsal olarak Selim’in geçmişini cisimleştiriyor hem de mizansen olarak hikâyelerdeki aksesuarların içinden çıktığı öğe görevini görüyor.
“Yeni Bir Hayat İçin” bu haliyle de sıkmayan, temposu düşmeyen ve oldukça keyifli bir oyun, ancak bir-iki kısa sahnesi çıkartılıp 70-75 dakika ve tek perde olarak kurgulansa daha yoğun bir duygu bırakırdı gibi geliyor bana.
Tiyatro Boğaziçi, her oyunlarında merkezine insanı koydukları konularıyla ve samimi, sıcak, doğal ve en “ortalama” seyirciyi bile kalbinden yakalayan oyunculuklarıyla dikkat çekiyor.
İmkânlar elverseydi gönül isterdi ki, oyunlarını İtalyan sahnenin ayrımcı düzeninde değil de, dairesel sahnenin seyircileri oyunun ve “o anın” parçası haline getiren birleştiriciliğinde yaşantılayabilseydik…