Yannis Ritsos’un ‘İsmene’si, Zeliha Berksoy’un Yorumuyla Semiha Berksoy Vakfı’nda Sahneleniyor
Dikmen Gürün
“İsmene”, çağımızın güçlü Yunanlı şairi Yannis Ritsos’un (1909-1990) 1966’da yazmaya başladığı ve de ülkesinde geniş çaplı siyasal tutuklamaların yapıldığı, cinayetlerin işlendiği, anayasal hakların askıya alındığı cunta (1967-1974) döneminde sürgüne gönderildiği Sisam’da 1971’de tamamladığı bir teatral monolog. Bir şiir ustası olduğu kadar bir çeviri ustası da olan Cevat Çapan’ın dilimize kazandırdığı “İsmene”, 2010’da, 18. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde, Semiha Berksoy Opera Vakfı yapımı olarak, Zeliha Berksoy’un yorumuyla Almıla Uluer Atabeyoğlu tarafından oynandı. Geçen aydan itibaren de haftada iki gün, Opera Vakfı’nın küçük tiyatro salonunda buluşuyor seyirciyle. Başak Özdoğan’ın barok çizgiler taşıyan dekor tasarımı ve zarif kostümlerinin yanı sıra İlke Boran’ın Henry Purcell’in “Dido & Aeneas” operasından seçtiği müzikler bütünü tamamlıyor. Dadı (İpek Taşdan) ve Genç Subay (Hakan Ummak) İsmene’nin “bir anıdan bir başka anıya uzanan boşluğunun” sessiz tanıkları.
Trajediyi izlemek
Antik Yunan tragedyalarının ölümsüz kahramanları Ritsos’un dizelerinde kendi iç hesaplaşmaları ve geçmişe-bugüne yönelik politik sorgulamalarıyla yeniden hayat bulurlar. “İsmene”de de kişisel, duygusal ve acımasız gerçeklerin ötesinde hak, adalet, kuşku kavramları tartışılır. Yönetim ve baskı mekanizmaları sorgulanır.
George Steiner, “Antigones” adlı kitabında, aynı kaderi paylaşan dört kardeşten; Antigone, İsmene, Polyneikes ve Eteokles’ten söz ederken, İsmene’nin Polyneikes’i gömmeyi reddetmesinden sonra yaşanan kırılmada genç kızın gerçekleri görmesinin Sofokles tarafından olumlanmadığına/olumlanmayacağına değinir. Yannis Ritsos’un İsmene’ye bakışı ise daha farklıdır. Dün, “trajedi içinde yer almayıp trajediyi izleyen” bu kız kardeşe, bugün, bir tanık olarak yaklaşır şair. Onu konuşturur. Onun gözlemlerini paylaşarak tartışmaya açar ve kendi deyişiyle; kişisel, toplumsal olaylar karşısında duruşumuzu sorgulamamızı bekler. Ayrıca, yazar, olayların merkezinde bir göz olarak Kreon’un ve siyasi karmaşanın tırmanışını vurgular.
Karanlık bir delik
Zeliha Berksoy ve Almıla Uluer Atabeyoğlu’nun metin üstünde yaptıkları çalışmada hüzünlü bir hesaplaşma ön plana çıkar. Almıla Uluer; Ritsos’un birbiri içine örülmüş dizelerinde, bir yandan Antigone’ye ilişkin sert eleştirileri (onu budalaca erkeksi hırsı nedeniyle suçlar), erkek kardeşlerine yönelik şiddet ithamları, Haimon’a sevdası ve de ensest bir ilişkiden doğan bir insan olmanın vicdan muhasebesini yapan ama yine de eskiyi özleyen bir İsmene olarak kişisel sorunlarını, duygularını dramatik bir akış içinde anlatır genç subaya. Daha sonra, Haimon’a benzettiği bu genç adama onun giysilerini verecektir. Bu iç hesaplaşmalarda öykü estetik bir bütün içine oturtulmuştur yönetmen tarafından. Öte yandan; akış içinde, politik ve toplumsal karmaşanın aktarılış sürecinde merkezde yer alan, resmin gerisinde duran kişi bir anlamda Yannis Ritsos’dur. Bir yabancılaşma söz konusudur bu sahnelerin yorumlanışında.
Savaşlar, devrimler, karşıdevrimlerden ya da entrikalar, rüşvetler, ihanetlerden, “uzaktaki gizli bir gücün elindeki iplerden” söz ederken İsmene bir mesafe koyar ötekilerle arasına. Ama, yine hüzün hâkimdir bütüne… Bu geçişlerde darbeleri sorgular:
“Aynı adamlar/yüzlerinde başka maskeler, heyecanlanıp sakinleşerek /büyük odalara girdiler/ büyük, kara kara yargıç masalarının başına oturdular; …ne bir ses duyuldu, ne bir bağırma-karanlık bir delikti boşlukta ağızları…”
Gençlik günlerini gerilerde bıraksa da yine güzel olan İsmene’nin, gün biterken, Antigone’nin elbisesini giydiği, babasının tacını takarak eski saray odasındaki yatağına uzandığı sahneyse, onun ıssızlığın içinde, olayların ürkütücülüğü karşısında yalnız bir insan, yalnız bir kadın olarak güçlenerek duruşunu belirlediği noktadır…
Cumhuriyet