Nedim Saban
Sümeyye Erdoğan tiyatroya gitti. Ne güzel!
Öncelikle, sürekli olarak bu sütundan muhalefete acilen bir kültür politikası gerekliliğinden söz eden ben, tiyatroya giden bir başbakanın kızını kutlarım.
Tiyatroya giden az başbakan kızı, başbakan, az muhalefet partisi liderimiz var…
Sümeyye Erdoğan tiyatroyu terk etti… Olabilir!
Gönül, tepkilerini dile getirmek için biraz daha doğru bir zamanlama yapmasını isterdi.
Ancak, özellikle İstanbul Tiyatro Festivali’nde bize sanat adına ithal edilen bazı korkulukları on beşinci dakikada terk etmiş biri olarak bunu da anlayabilirim.
Ama Sümeyye Hanım sabredebilseydi, bu sinir patlamasına hiç gerek kalmayacaktı.
Konunun muhatabı olan Devlet Tiyatrosu oyuncusu Tolga Tuncer yaptığı yazılı açıklamada, birkaç yıldır oynanan oyunda yer alan bu sahnenin aslında bir devamlılığı olduğu, bir sonraki sahnede padişahın yeniçerileri raydan çıktıkları için azarladıklarını söylemiş.
Yani oyuncu doğaçlama ile raydan çıkmalı ki, bir sonraki sahnede oyun raya girsin.
Sanat eserlerini bir bütün olarak değerlendirme gerekliliği buradan kaynaklanıyor.
Sümeyye Erdoğan oyunu protesto etmekte acele etmiş! Yine de oyundan çıkmak kişisel tercihidir, anlarım. Ama anlayamadıklarım var…
1) Oyundan çıkar çıkmaz meseleyi gerek basın açıklamaları gerek sosyal medyada türban krizine dönüştürmek niye? Sümeyye Hanım tiyatroya giden ilk türbanlı hanım değil. Yıllardır başı kapalı olan çok bilinçli bir tiyatro seyircisi var. Bu konuda toplumda hiçbir kamplaşma yokken, birdenbire mesele bu yöne çekiliyor. Tiyatroya kimliklerimizle mi gidiyoruz? Alevi, Sünni, Kürt, kadın, erkek… Yok, daha neler! Toplumda bu kadar ağır bir kamplaşmayı ortaya atan kişi buna neden devam etmiyor peki? Birdenbire mesele türbandan sakız krizine dönüştürülüyor? Facebook’taki sayfa bile muhataplarca yok ediliyor?
2) Ertuğrul Günay’ın siyasi kimliği ne olursa olsun, tiyatroyu yaygınlaştırma politikasını bugüne kadar alkışladım. Ancak gerek Kars’taki “İnsanlık Anıtı” meselesinde başbakanı savunmak isterken alenen başbakan tarafından tekzip edilmesi, gerek bu meseleden sonra tarihe tiyatroda sakız çiğnemeyi savunan ilk kültür bakanı olarak geçmesi, eski bir solcu olarak ona hiç yakışmadı.
3) Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin ilkeli duruşuyla çağdaş bir tiyatro adamıdır. Ankara Müdürü Serhat Nalbandoğlu beğendiğim bir sanatçıdır. Bu krizdeki açıklamaları ve bakanın makamında çocuk gibi “azar işitmeleri” onlara hiç yakışmadı. Bunlara bir hal olmuş, “Muhsin Ertuğrul olsaydı şapkasını fırlatıp çıkardı” derken, Balçiçek İlter’in televizyon programında Kültür Bakanı’nı dinletince meseleye uyandım. “Devlet Tiyatroları Sovyetler’den kalma bir sistemmiş, en kısa zamanda özelleştirilip, 100 milyon bütçesinin 50 milyonu özel tiyatrolara dağıtılacakmış”. Ayrı bir yazı konusu, hatta ansiklopedik araştırma meselesi! Devlet Tiyatroları’nın başında böyle bir kazan kaynatılırken, Lemi Bilgin çapındaki bir yönetici şapkasını alıp gitmemeli. Ama hiçbir bakanın da değil bir sanatçıyı, konservatuarda birinci sınıf öğrencisini bile böyle azarlama hakkı olmamalı. Tersi rahatlıkla olabilir!
4) Hürriyet’te de yazsa, Herald Tribune’de de yazsa, “bir sakızdan nerelere geldik” gibi oportünist yaklaşımlarla şahsi başarısızlıklarını, tiyatroya saldırarak örtmeye çalışan zavallılar modern dünyada yaşamıyor, taş devrinde yaşıyorlar. “Tiyatroyu kutsallaştırmayın diyenlere, sen de gazetecilik mesleğini kutsallaştırma, başbakanın Strasbourg’da söylediklerinin altını imzala” deyiverirler bir gün.
5) Başbakanın kızı bir oyunun bir sahnesini beğenmedi diye o sahneyi tırpanlamak, Ahmet Şık’ın basılmayan kitabını toplatmak kadar tehlikelidir.
6) “Devlet Tiyatrosu’nda tulûat yapılmaz” diyen Kültür Bakanımız Türk Tiyatrosu’nun tulûat geleneğinden geldiğini unutarak; meddah, Karagöz, ortaoyununa kapılarımızı kapatıyor. Şöyle demek daha mı doğru olur? Devlet Tiyatrosu’nda tulûat yapılır ama söylenecek sözler, sıkıyönetim komutanlığında olduğu gibi, AKP Genel Merkezi’ne bildirilir, yetmez ama evetçiler onaylarsa, o sözlerin kullanılmasına izin verilir.
7) Son olarak, oyuncu ısrarla takıldığı hanımefendinin Sümeyye Erdoğan olduğunu bilmediğini söylüyor. Tiyatroda ön sıradakine takılmak gelenektir çünkü bu yerler ya daha pahalı olduğu için toplumun hatırlı kişilerine ya da davetlilere ayrılmıştır. Tulûat geleneğinde ise yönetene takılmak vardır. Bu yolla tiyatro, toplumu deşarj eder.
Ancak bizler nedense kamplaşmayı seçerek, küfür ve kavgayla deşarj oluyor, tiyatrolarımızdaki bir tulûatı kişiselleştirerek stadyumlarda mega yuhalamaya dönüşen daha büyük olayların yaşanmasına yol açıyoruz.
Oyunu o gün tesadüfen izleyen 150 polis okulu öğrencisi neden terk ediyor anlamak mümkün değil! Bu öğrencilerden en az bir tanesi “ben oturup oyunu sonuna kadar izleyeceğim arkadaş” diyemiyor mu? Böyle derse, başı Kültür Bakanı tarafından topluma afişe edilen oyuncu kadar derde mi girer acaba?
Sanatçıya soruşturma açana kadar, polis okulunun öğrencilerine de tarafsızlıklarını korumadıkları için soruşturma açılmalıdır.
Mesele tiyatroda sakız çiğnemek kadar küçük bir şeyse, en kısa zamanda her milletvekili ağzına bir sakız alır, mecliste başbakan konuşur, onlar çiğner… Başbakan çiğner, onlar susar!