Zafer Diper
Yan yana yatıyoruz koğuşta, sıcak bir gün ya gerçekte içimiz buz gibi, ha dondu ha donacak yüreklerimiz.. Zorlayarak kendimi, “Afife hanım..” diyorum zangır zangır. “Efendim?” diyor. “Günlerdir yan yana yatıyoruz bu hastanede..” “Evet..” diyor. ”Size soracaklarım var!” “Buyurun..” diyor titrek bir sesle.. “Sahneye çıkan ilk Türk ve Müslüman kadın olma nedeniyledir ki yaşadıklarınız korkunç.. İçişleri Bakanlığı’nın gönderdiği bir genelgeyle Müslüman kadınların sahneye çıkmaları yasak çünkü.. Zaptiye baskının ilkinde arkadaşlarınca kaçırılmışsanız da daha sonra, sokakta yakalanarak karakola götürüldünüz. “Dinini, milliyetini unutan sen misin?!” diye hırpalandınız. Aile içinde babanız da sizin tiyatrocu olmanıza karşıydı ve onun gözünde siz bir fahişeydiniz. Evden de ayrı yaşamak zorundaydınız artık. Bu arada Darülbedayi’deki ücretli görevinize de son verildi. Ne herhangi bir güvenceniz kaldı ne de paranız.. Önüne geçilmeyen şiddetli baş ağrılarınız başladı. Doktorunuz, morfinle tedavi yoluna giderek, büyük bir yanlışlık yaptı..” “Doğru galiba.. Bunun sonucu, ben Afife Jale, artık bir morfinman..” “Sizin suçunuz değil bu..” “Bu nedenle de yaşamımın son günlerini Bakırköy Akıl ve Sinir Hastanesi’nde geçiriyorum..” “Böyle demeyin!” “Böyle. Hangi yıldayız?” “1941” “Hangi aydayız?” “Temmuz sanırım..” “Kaç yaşındayım ki daha..” “Otuz dokuz yaşındasınız..” “A, evet, öyle..” “Yaştan baştan söze etmeyelim de, isterseniz, şu verdiğiniz ödül konusuna gelelim biraz..” “Ne ödülü?” ”Bakın, gerçekten mi bilmiyorsunuz, yoksa bilmiyor mu görünüyorsunuz?” “Anlamıyorum, neden söz ediyorsunuz?” “Sıkışınca böyle mi yaklaşıyorsunuz konuya..Sağır sultan duydu oyunumuzu ama nedense siz sanki hiç duymamışsınız bunu. Tiyatromuzun otuzuncu yılı Afife hanım..” “Ne güzel işte Zafer bey, ne oldu ki?” “Gözden kaçmaz bir biçimde; gazetelerde dergilerde boy boy yer aldı Hamxlet.. Şu çıkan yazılara bakın; oyun, yönetim, oyuncular için yazılıp çizilenlere bakın bir; Memetcan (Hamlet), Ece (Ophelia) ve diğer kimi oyunculuklar onca övgü almış eleştirmenlerden izleyicilerden; ne ki siz Afife hanım görmezden geliyorsunuz bunları ve bir de ödül dağıtıyorsunuz; bu nasıl iş?” Şaşkın mı şaşkın bakıyor yüzüme… “Siz burada neden yatıyorsunuz diye soruyordum kendime ama, şimdi buldum nedenini..” diyor. “Dayanamıyorum artık bu yaşama,” diyorum, “Ve içinde siz de varsınız biraz..” “Neden?” diye soruyor.. “Bir ödülünüz var da yıllardır sokulmuyorsunuz onunla yanımıza..” “Hiç mi uğramadık size?” “Hiç!” “Sizin daha önceki yıllarda da iyi işler yaptığınıza inanıyorum..” “Evet de, gelen yok giden yok işte.. Nedeni belki de şimdi gitsem, oyunu beğensem, ”olmayacak!” “Olmayacak olan ne?” diyor. “Size ben soruyorum bunu..” “Ben, ben, ne bilirim.. ben hastayım zaten..” “Afife ödülü de hasta demek o zaman?! Peki ya sizin adınıza koşuşturup duranlar?” “Hiç yokmuşçasına, görmezlikten geliniyorsunuz demek, doğru mu?” “Bence!” “Kim böyle bir şey yapsın ki.. Neden?” diye soruyor. “Böyle bir oyun sahnelenmemiş, bir tiyatro otuzuncu yılında, böylesine bir oyun üretmemiş: görünüm bu!” diyorum. “Ahh’” diyor, “ Ben istemiyorum böyle olsun..” “Off!” diyorum, “Ben de istemiyordum bunları anlatmayı..” Ahlar oflarla kıvranaduruyoruz, dayanılmaz acılar içinde.. Doktoru çağırıyorlar. O hemen çıkarıyor iğneyi ve vuruyor önce ona sonra bana morfini..
Bir anda sıçrayarak uyanıyorum: Nasıl bir düş böyle bu! Uykuya düşmeden önce elimde kalmış karabasanın nedenine, o yazıya göz atıyorum bir kez daha:
“Afife Tiyatro Ödülleri, Bankamızın Türk tiyatrosuna ve tiyatrocusuna duyduğu derin saygının da bir ifadesi oldu..” deniyor; ki bizim için “derin bir saygısızlıktır” anlamını taşıyor.. Bir bankanın işi öncelikle kendi tanıtımı olduğuna göre bu tümceyi de kimi ayrıntılarla başkaca okumak gerekiyor. Bu ödüller konusunu (genel anlamda) ayrıca irdelemek gerekiyor başka bir yazıda..
Şimdi, olur a, belki bu yazıyı görüp de bizi dikkate almaya çalışırlarsa: Bundan sonra, Afife Tiyatro Ödülü adına kapımızdan kimse girmesin içeri.. Afife hanıma saygısızlık olur bu en başta..