Dündar İncesu
2 Nisan 2011 günü sabahı Maltepe Üniversitesi “Felsefe Söyleşileri”nin 11. si başladı.
“Dil Felsefesi” konusunda 28 Mayıs 2011 dek sürecek etkinliğin her hafta cumartesi günleri saat 10:00’da başlaması planlanıyor.
Güzel bir rastlantı. Aynı gün akşamı da “Tiyatro Kırmızı” Samuel BECKETT’in “Godot’yu Beklerken” adlı eserini sahneledi.
“Bir varlığın bilgisini elde etmek isteyenler için bilinmesi gereken üç şey vardır. Bilim dördüncü şeydir, beşinci olarak da tanınanı, gerçekte var olanı saymamız gerekir.
Birincisi ad, ikincisi kavram, üçüncüsü imge, dördüncüsü de bilimdir. Bu dördüncü şey bu nesnelerin bilimi, akılla kavranması ve onlar hakkındaki doğru kanaattir. Bunlar aynı cinstendir ve sözde veya madde şeklinde değil, ruhta bulunurlar. Bu dört öğe kavranamazsa, beşinci tam olarak bilinemez ve bu dört öğe dilin kendisindeki yetersizliği yüzünden her nesnenin özünü olduğu gibi, niteliği de anlatmaktadır. Onun için akıllı bir kimse düşüncelerini dile emniyet etmek tehlikesini göze alamaz; hele dil, yazı ile olacağı gibi, donmuş bir şekil alırsa” diyor Platon VII. Mektup’ta.
Samuel Beckett’in 1953’te ilk kez sahnelenen ve aradan geçen yarım asrı aşkın sürede hala tartışılan “Godot’yu Beklerken” adlı oyun geçen yıl “Tiyatro Kırmızı” tarafından sahnelenmişti.
Gogo (Esteragon) ve Didi (Vladimir) adlı baş karakterlerin yer aldığı “Godot’yu Beklerken” bugüne değin çok farklı biçimlerde yorumlanmış, her satırı, her sözcüğü didik edilerek incelenmiş bir oyun. Beckett bu yapıtında alabildiğine yalın bir dil kullandığı halde, yapılan yorumlar ağır ve taşınamaz hal aldığından oyunun kaldıramayacağı bir yük altına sokmuş ve “tiyatro” tadı kaçmıştı. Seyircinin eski biçimlere koşullanmış olan bir bölümü tiyatro olayını kavramayı beceremezken diğer bölümü sahnede oluşan “yeni biçim”in içerdiği şifreleri çözmekten zevk almıştı.
Didi’nin “bataklık” olarak nitelendirdiği “seyirci” kitlesi tehlikeli bir zemin oluşturur. Görünüşteki çelişki, seyircinin dikkatini her zaman gerçekte bir uyumsuzluğun üzerine çekmeye çalışır. Eleştiren, deşen, öze inen, gün ışığına yol açan bir akılcılık ve bilinçli bir tutumla; alışkanlık, gelenek ve törelerin dondurduğu kalıplarla yaşam arasındaki tutarsızlık, uyumsuzluklar söz konusu edilir. Diğer yandan topluma ayak uyduramayan “aydın”ların yıkıcı yaklaşımları bu uyumsuzluğu “sapıklık” olarak nitelendirmektedir.
Godot’da “Gogo” ve “Didi” isimleri gösteri dünyasında sık kullanılan “Şarlo” gibi kısaltılmış isimlerdir. Bir zamanlar “yıldız” olan Pozzo, onunla 60 yıl birlikte sahne alan Lucky’nin yeteneklerini sömürerek zenginleşmiştir. Her şeylerini yitirmiş olan Gogo ve Didi’ye tepeden bakabilmektedir. Lucky ise doğru dürüst dans edememekte, anlamlı bir “düşünce” ortaya koyamamaktadır. Görkemli duruşuna karşın Pozzo iyi durumda değildir. Sağlık sorunları vardır. Zaman geçtiğinde gözleri de kör olur. Hiç gösteri yapamaz ve Lucky’e bağımlı hale gelir.
Beckett, sahne anlatımı yoluyla “varlık” ve “hiçlik” arasındaki çelişkiyi vurgulamaktadır. Gogo ve Didi boş sahnede yazılı bir metni sergilemek için değil de kendi rollerini oluşturmak için ortaya çıkmış birer insandır. Özgür olmadıkları şey “sahneyi terk” etmektir, beklemekle günlerini geçirirler. Bu nedenle edilgindirler. Zamanın geçmek bilmediği bir bekleme içindedirler. Bu da insanı gitgide düşkünleştirip ölümü yaklaştırır. Geçmişteki zaman çoğaldıkça gelecekteki zaman cılızlaşır.
Gogo ve Didi üstlerindeki giysilerden başka şeyleri olmayan iki serseri, zaman ve uzamın anlamını yitirdiği bilinçlerinin sesini bastırmak için birbirlerine öykü anlatan, tartışan, darılan, barışan, ayrılan, buluşan iki kişidir. Varlıklarından kuşkuya düşmemek için sürekli konuşurlar. Yalnızlıklarını paylaşma için konuşurlar. Sevgilerini göstermek, kavga etmek, yaşama boyun eğmemek, yaşama “ hayır” demek için konuşma oyununu sürdürürler. Kendi düşüncelerine gömülü kaldıkları için konuştuklarının çoğu iletişim kurmalarını sağlamaz. Birbirlerini dinlemezler. Durmadan yinelenen sözcüklerle yaşamın ne denli tek düze, nasıl yinelemelerin bunaltıcı bir süreç olduğunu sessizlik ve duraklama anlarında gösterirler.
Gogo ve Didi karşıt özelliklerle donatılmıştır. Gogo geçmişi anımsamaz, insancıl değerleri önemsemez, aklı midesinde ya da ayaklarındadır. Fiziksel gereksinimleri dışında her şey “hiç”tir onun için. Beklemeye tutsak oluşu Didi’den ayrılamayışıdır. Yaşamlarına son vermek ise geride kalanın “yalnızlığı” olacağından, kalkışmazlar. Didi ise insanın düşünsel ve duygusal yanını, düşçü-umuda yönelik, onura değer veren yaradılıştadır. Beckett, insanı parçalara bölerek yansıtma yolunu seçmiştir. 2 insanın tek bedende iç çatışmalarını dış çatışmaya dönüştürerek sergiler. Bu insanlar başı ve sonu olmayan bir “şimdi”yi yaşarlar. Ayrımsız günlerin ve gecelerin tek düzelik içinde çok yavaş akan, ne “dün”ün ne de “yarın”ın saptanabildiği bir zaman sürecinde “bekleme”nin ne demek olduğunu bilen hükümlülerle insanın varoluş serüveniyle özdeşleşirler.
Eğer “var”sak başkasının zihninde, onlarla ilişkimizde ve onlar üstünde yaptığımız etkimizle “var”ız. Yaşama dayanabilmenin tek yolu, insanın durumu ne denli anlamsız olursa olsun, yaşamın bir anlamının olması gerektiğidir. Beckett, Gogo ve Didi ile “hiç”çi bir yaklaşım yerine insanın “ hiççi” olmasının olanaksızlığını gösterir.
Beckett’in eserlerindeki özel isimler, özellikle bir anlam çağrıştırır. Godot sözcüğü “GOD” (tanrı) olarak yorumlanır. Sahnenin ortasında duran ağaç “çarmıh” imgesini dinsel anlamda kullanmaktan çok, insan yaşamındaki acı çekme olgusunu simgelemek için kullanılmıştır. Acıdan kurtulma şansı Godot’un hem babacan hem de acımasız biri olması nedeniyle umut yüzdesini düşürmektedir. Diğer yandan Godot’un var olmadığı gerçeğiyle yüzleşemememiz de kaçışımızın göstergesidir. Sahnede yansıtılan; “ya tanrının olmadığı ya da acı çekme ve sabırlı bir bekleyişle kurtuluşa ulaşma olanağının bulunduğu bir dünya”dır.
Tiyatronun ritüel kökeninde görülen yinelemeye dayalı iki veya üç boyutlu hareket “oyun” olgusunu öne çıkarmaktadır. Gogo, adının “Adem” olduğunu söylerken, Lucky taşıdığı yükle “insanlık suçunun bedelini tek başına İsa” ile özdeşleştirilir. Koyunlara bakan ile keçilere bakan çocuklar “Habil ile Kabil”i çağrıştırır. Bunlar belirli bir tema çerçevesinde buluşmadıkları için anlam bütünlüğü oluşmamaktadır.
Sahnede “dil” eylemle çatışmakta. Dilin ötesindeki gerçeklik anlatılmaktadır. Dil, çözülüp işlevini yitirdiğini göstermek için kullanılır. “Kesin” olan bir şeyin bulunduğu yerde “kesin” anlamlara ulaşmakta olanaksızdır. Seyircinin oyundan aldığı tat, son derece gerçekte var olmayan, hayal ürünü, hayali bir ahlak oyununda sahnede bizi simgeleyenlerle ne denli benzeştiğimizi, aynı zamanda da onların bizden ne denli farklı olduğunu algılamamızdan kaynaklanmaktadır.
“TİYATRO KIRMIZI” S. Beckett’in Godot’yu Beklerken adlı bu oyununu 2010 yılında Neil S. FLECKMAN yönetiminde sahnelemişti. Aradan geçen zamanda 2010 yılında sahnelenen oyunla bu yılki gösterinin arasında çok büyük olumlu bir değişimin yaşandığını söyletiyor. Deniz BOLDAY- Serkan KARABAYIR- Ebru Demir SAYMAN- Neil.S. FLECKMAN ve Kıvılcım ÇİLİNGİR’in rol aldığı 2011 yılındaki “GODOT”; daha ezen- ezilen bağlantısını, daha çok alışkanlık ve karşılıklı çıkar ilişkisini gösterir kılmış. İnsancıl duygulardan uzak, çıkar ve aldatmacaya dayanan bir yalan dünyası, yaşamlarını sürdürebilmek için insanların karşılıklı rol oynamaları, sevgi yoksunluğu, yalnızlık, yabancılaşma, ezme, ezilme gibi bireysel sorunların altları daha belirgin çizgilerle verilmiş. Oyun; insanların birbirleriyle bir türlü ilişki kuramamalarını, nerede olursa olsun kendini hep yabancı bir dünyada bulmalarını bunun bir “alın yazısı” olarak sorgulanmasını ele almış ve başarılı olmuş. Kurulamayan ilişkiler nedeniyle düş dünyasında yaşanılır. Bu düş dünyasında zaman durur ve zaman bilincini yitiren ya geçmişe saplanır ya da düşler kurar ve onların peşinde koşar. Gene zaman dışında kalınır.
“TİYATRO KIRMIZI” zamanı çok iyi kullanıp bir yıl sonra düşleri gerçek kılmış. Başarılı bir “GODOT’yu BEKLERKEN”le S.BECKETT’in durağan, donmuş dünyasının aksine görünmeyenin varlığını daha gerçek kılmış. Beckett’teki soluk umut ışığı “Tiyatro Kırmızı”da kurtulma, özgürlüğe kavuşma olasılığı daha parlak ve göz alıcı kılınmış. Kişileri eyleme geçirici, geleceği yöneten bir güç “ yaşama gücü” nü hissedilir kılmışlar.
2000 yılında kurulan “Tiyatro Kırmızı”ya, “deneysel çalışmaları bir adım ileriye taşımak ve oyunları dekor yığınlığından kurtarıp yoluna devam etmek, daha özgün ve çevirisi yapılmamış ya da çevrilip ticari belirsizliğinden dolayı çok az oynanmış iyi oyunları oynamak, izleyiciye sunmak olarak” özetledikleri amaçlarında başarılar dilerim.
GODOT sizi (9 ve 24 Nisan Kadıköy -Caddebostan Kültür Merkezinde) BEKLİYOR.