Nedim Saban
1993 yılında “Dr.Stress” programı, Energy FM’de henüz çiçeği burnunda bir radyo programıyken, bir sabah “özel radyoların süresiz kapatıldığı” konusunda bir tebligatla uyanmıştık.
Konuyla ilgili görüşlerimi soran Cumhuriyet Gazetesi’ne o şokla, “hükümet iflas etmiştir” deyivermiştim.
Donumuza kadar sarkan siyah kurdelelere kadar “radyomu istiyorum” kampanyasına bürünmüşken, dönemin ekonomi bakanı Tansu Çiller, seçim öncesi konuşmasında da “radyomu istiyorum” demez mi?
Çiller seçimi kazandıktan sonra, memlekete demokrasi geldi, kadın başbakan geldi, bir de koalisyonda bir sol parti olacak, üstelik de radyolar açılacak diye sevindirik olduk.
Hep beraber “Kazananlar Kulübü”! olmuştuk artık.
….
Geçenlerde sadece tek bir havayolunun uçtuğu bir güzergaha turneye gidiyoruz arkadaşlarla. Oyun 21’de, uçak sabah beşte.
Uçağı kaçırma şansımız yok, çünkü başka saatte uçak yok.
Başka bir havayolu seçme şansımız yok, çünkü o şehre başka uçuş yok.
Başka kente gitme şansımız yok çünkü etrafta havaalanı olan başka kent yok!
Ve mekanik sesli hostesten bir anons: “Bizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz.”
Afedersin de, tercih etmeyip de, ne b.k yiyecektik?
….
Bir zamanlar sadece TRT ile Polis Radyosu vardı, cızırtılı çekerdi…
Yine de kibarlığı elden bırakmazdı sunucuları.
“Bizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz”!
….
Özel radyolar açıldığı zaman, memlekete konuşma özgürlüğü geleceğini sanmıştık.
Özel radyolar kapandığı zaman, memleketten konuşma özgürlüğünün gittiğini sanmıştık.
Özel radyolar kapandığı zaman, “hökömet iflas etti” sandık.
Tansu Çiller’in seçim öncesindeki çıkışıyla konuşma özgürlüğü gelecek, hiç gitmeyecek sandık.
Özel radyolar o dönemde açılınca her frekansta bir radyo türedi.
Solcu yayınlar, din kökenli yayınlar, şunlar bunlar… Sadece türkü çalanlar, cıs tak cıs tak ederken çiklet çiğner gibi konuşan genç kızlar ve oğlanlar…
Ay ne sevindik kazandık diye radyoları!
Hemen bir yerlerimize iteledik protesto için kullandığımız o siyah kurdeleleri…
….
O dönem Dr. Stress programını sunduğum Energy FM’in sahibi, radyosunu açtırmak için gittiği bakanın karşısında bakanın karşısında pek böbürlenmiş. Kimler yoktu ki Energy FM’de o zamanlar?
Haluk Bilginer, Mahir Günşiray, Sedef Ecer, Romina, Yıldo, Asım Can Gündüz ve daha niceleri…
Ama bizim patron birden fırça yemiş. “Sizde bir de Nedim Saban isimli bir hıyar var, hükümet iflas etti filan demesin yakarım paçasını demiş.”
Hepimizin derdi kazanmaktı o zamanlar.
Özel radyolarda özel çıkışlar yapabileceğimizi sanıyorduk.
Çünkü sadece benim programımda bir olayı protesto etmek için ışıkları yakar yakar söndürür, neredeyse tüm kentin de bu olaya katıldığına tanık olurdum.
Küçücük bir mikrofon, tüm bir kente etkin olurdu.
Sonradan Ali Kırca ekranlara da taşıdı bu protesto biçimini…
Biz, Türkiye’yi değiştirebileceğimizi sanıyorduk medyayla…
….
Tolga Örnek’in muhteşem filminin adı tartışılıyor: “Kaybedenler Kulübü”.
Aslında onlar kaybetmiyor, programları birinciliğe fırlamışken, işi bırakarak, kazanıyorlar…
Evet, belki aşkta kaybediyorlar, ama son zamanların deneyimiyle “loser” değiller!
Anti-kahramanlarımızın ratingleri tavan yapmışken reklam filminde oynayabilirler, dizi film çevirebilir, stand-up filan yapabilirlerdi değil mi?
Filmin sonunu ele verdiğim için bağışlayın beni ama onlar adım adım toplumsal başarıyı yakalarken, toplum tarafından kabul görürken, “ yalnızlığı” seçiyorlar.
Peki ama niçin?
Loser olmak, cool takılmak mı amaç?
Bence bu heriflerin dün yürürlüğe giren RTÜK Yasası’ndan haberi var da ondan! .
Bugün başbakanımızın isterse kanal kapattırabileceği bir ülkede yaşıyoruz.
“Sizinle yattık mı?” diye başlayan programların çok fena yatırılacağı bir dönemden geçiyoruz!
Tetikçilerin yazarları gazete kapıları önünde deştiği bir memleket burası…
Daha yayınlanmayan kitapların yasaklandığı!
Ah sevgili Nejat ve Yiğit, radyoda suya sabuna dokunacaksınız, kapıya tetikçiler gelecek, sonra da mahallenin taksici amcaları sizi onlardan kaçırabilecek öyle mi? Nerde?
Ah sevgili İdil Fırat, tek başına mücadele veren bir kadın medya patronu olacaksın, hele hele medyada, elinde de ateşle oynayan gençler olacak ve sen onları kovmayacaksın! Sen kovmak istemesen de, onları sana öyle bir kovdurturlar, dirensen o radyonu öyle bir elinden alırlar ki!
Bu yazdıklarımdan sakın “Kaybedenler Kulübü”nün gerçekleri teğet geçtiğini, filmi bunun için eleştirdiğimi sanmayın.
Benim derdim “radyomu istiyorum” diye çaput bağladığım demokrasi kültürünün sığlığı ile ilgili!
1993’den bu yana niye medyada Kaybedenler Kulübü gibi bir sıra dışı program çıkmadı?
Neden “özgürlüğü uğruna sokağa döküldüğümüz gençlerden muhalif bir ses yok?
Tolga Örnek, bundan önceki “Devrim Arabaları” filminde, ilk arabayı yapıp, benzin koymayı unutan Türkiye’nin tarihini belgelemişti.
“Kaybedenler Kulübü” ise, 1993’te sözüm ona demokrasi adına radyoları tekrar açıp, içine benzin koymayı unutanların hikayesini anlatıyor!
Fikirlerine katılın ya da katılmayın ama muhaliflerinin Yılmaz Özdil/ Oktay Ekşi/ Ahmet Altan/ İlhan Selçuk yaşıtlarında seyrettiği bir ülkenin, egemenleri her zaman ezmeye, muhalifleri ezilmeye mahkumdur.
Birgün‘de yayımlanan yazıdan Mimesis için uyarlanmıştır.