Dündar İncesu
“Auschwitz Toplama Kampından sonra şiir miir yazılamaz” der Theodor Wiesenground Adorno, devamla şunu ekler. “Soluyacak havayı hala bulabiliyor olmanın utancını yaşıyorum”.
Yukarıdaki satırları değerli yazın ve müzik adamı Ahmet SAY’ın “Ağaçlar Çiçekteydi” adlı son eserini okurken alıntılamıştım.
Ardından 745 gündür tutuklu ve 21 gündür tek başına hücrede kalan sevgili Mustafa Balbay’ın {Düşünüyorum O Halde Sanığım “Zulümname”} kitabında; hapishane bir okuldur, esirler eserler yaratıyor burada” sözünün altını çizmiştim.
18 Mart 2011 günü Ümraniye’de T Tipi Cezaevinde “ Duvarların Dili” adlı oyuna gitmeden önce okuduğum iki eserinde etkisindeydim. Hapishanelerin artık gedikli ziyaretçisi olduğumuzdan; mahkum- hükümlü, tutuklu, sanık, zanlı gibi kavramların birbirine karıştığı toplumumuzda bizler bu karışıklığın en yakın tanıklarıydık.
Ümraniye T Tipi Cezaevinin eğitim ve kültür çalışmalarının devamı niteliğinde güzel bir örneği sunuldu o gün. Sorgulayamayacağımız çeşitli nedenlerle infaz kurumlarında konuk edilen hükümlülerin zor ve sıkıntılı dönemde içlerindeki gücün ortaya dökülüp görsel bir değere dönüşmesini izlemek üzere davet edildik.
Dört duvar arasına kapatılmış, umutları törpülenmiş, kaybolmaya yüz tutmuş umutlarının yeşermesi, yeniden yaşama sevincini yakalamaları ve hükümlülük sonrası hayata hazırlanmak amacıyla bu sosyal ve kültürel etkinlik kotarılmış.
“Dışarıdakiler” ile “içerdekiler”in yakınlaşmasına ait bu çaba övgüye değer bir uğraş olarak sergilendi. Ümraniye T Tipi kapalı Ceza infaz Kurumu daha önce de İzmir Kısa Film Festivalinde hükümlü ve tutukluların gerçekleştirdiği “ANI YAŞAMAK” filmi ile jüri özel ödülünü kazanmıştı.
“Duvarların Dili”, mahkûm Hakan Metin MERCAN’ın yazıp yönettiği bir oyun. Mercan, “Duvarların Dili” ne tercüman olarak, tiyatronun eğlenerek zaman geçirme aracı olma ötesinde aynı zamanda, oynayanı da seyredeni de düşünmeye yöneltmesini ve dolayısıyla dönüştürmesini, geliştirmesinin amaçlandığını vurguluyor.
“Ümraniye T Tipi Sosyal Yaşam ve Kültür Sanat Akademisi” başlığı ile kaleme aldığı tanıtım yazısında H.Metin MERCAN, Foucault’nun “Hapisanelerin Doğuşu” eserinden alıntı yaparak, toplumun hapishanelere yaklaşımının “toplumun hurdalığı” benzetmesine dikkatimizi çekiyor.
Suç zemini oluşturan etkenlerin ortadan kalkmadıkça hiç bitmeyecek olan
“zaman- mekan-insan” üçgeninde; eğitim, fırsat eşitliği, refah düzeyinin arttırılması gibi temel olgular suçun panzehiridir. Bu panzehir oluşturulmadığı süreçte sanatsal- kültürel ve mesleki eğitime yönelik çalışmalar bir nebze olsun kısa vadeli önlemler içinde yer alıyor.
Toplumumuzda ikircikli bir yaklaşım sergileniyor. Bir yandan yıllardır hapishanelerde yazılan romanlar, şiirler, şarkılar, türküler yıllar geçse de unutulmaz, ezberlenir. Diğer yandan da hapishanelere ve mahkûmlara karşı “üç maymun” oynanır. Görülmez- duyulmaz- konuşulmaz. Hatta cezasını yatıp çıkmış, yaşama yeniden tutunmaya çalışan insanlar da
“sabıkalı” diye etrafta barındırılmaz, onlara ev kiralanmaz, iş verilmez, çocuklarına- ailelerine ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılır. Bu dengesizlik her bir mahkûmun aslında nasıl bir cevher taşıdığını, “suçlu” diye ikincil bırakılan insanların nasıl hazineye dönüşebileceği düşünülmez.
Profesyonel oyuncular Sema ŞAHİNGÖZ ve Gaye TURGUT’un dışında yazanı, yöneteni, oyuncuları, grafik tasarımcısı, reji ekibi, dekorcusunun hepsinin “mahkûm” olduğu “Duvarların Dili” özel izinle topu topu 6 temsil verdi. Gönül isterdi ki bu oyun bırakın dış dünyadakileri hiç değilse öncelikle İstanbul, daha sonra ülkede bulunan tüm hapishane, tutukevi, infaz kurumlarında öncelikle buraların “sakinleri”yle paylaşılmalı.
Dışarıda da hayat zor. “ İçerde” olmak daha zor, hele “ içeriden” çıkıp “ dışarıda” olmak çok çok daha zor.
Nerde iş bulurum? Nasıl çalışır, geçim nasıl sağlanır, aileye –çocuklara nasıl bir gelecek çizilir?
“Sabıka” hayata tutunmada, toplum içerisinde yeniden yer almada bir engel. Oysa insan hata yapabilir, bir an yanılabilir. Önemli olan bunun bedelini ödeyen bireyin farkındalığını arttırıp, görev ve sorumlulukları doğrultusunda yeniden toplumsal bir yaşam içerisinde yer alabilmesidir. Toplumda bu konuda üzerine düşeni yapmalıdır. İkinci şansı yakalaması için “sabıkalı” insanlara fırsat tanınmalı aksi yaklaşımlar bireyi yeniden suça öteler.
“T Tipi Sakinleri Oyuncuları” adıyla bir araya gelen Güray Yalçın, Abdurrahman Bilen, Süphan Taşkıran, İlker Ergin, Yücel Şahin, Hasan Çoşkun, Osman Karakaya, Servet Çetin, Mehmet Deniz,Hayri Güngör, İrfan Umar, İsmail Tutan, Hasan Yıldız, Ömer Abukan, Cemal İpekçi, Hüseyin Kahraman, Bahattin Batur, Orhan Kıtay’a – rejide görev alan Rahmi Bürkan, Bahar Hocaoğlu,Tahir Adakhan, İlhan Yenipazarlı- dekorda görev alan Osman Karakaya, İsmail Tutan – grafik tasarım Hakan Yalçın adlı mahkum sanatçılara ve kostümde Tunay Sarız Acar, afiş tasarım Kaan Kalkavan, fotografları ile Şahin Tuhan’a, Üsküdar C.Başsavcılığı- C.Savcılığı-kurum Müdürlüğü-Tiyatro proje Gen.Koord. ile kurum Öğretmeni ve Tiyatro Projesi Halkla İlişkiler sorumlusu Tümay Özokur’a “Sanat özgürlüğün dilidir, duvarlar engel olamaz” diyen profesyonel oyunculuk kariyerlerinin başında bizlere böyle anlamlı projede yer alarak ve toplumsal duyarlılık göstererek örnek olan Sema Şahingöz ile Gaye Turgut’a ve “ Duvarların Dili”ni yazıp yöneten Hakan Metin Mercan’a bu sunumla değerli çabalarını ortak emek üretimini bizlerle paylaşmalarını takdirle kutluyorum. Teşekkür ediyorum.
Suçlu- suçsuz, haklı- haksız, içerde olanlarla onların yakınları, sevenleri ile bu cendereye sıkışmış bir milyon insanın mağduriyetine son verecek sorunların nedenleri ve sonuçları üzerine düşünülmesi ile acil çözüm üretilmesini dilerken, içeri girmenin “an”, çıkmanın ise bazen “bir ömür” gerektiğini unutmayalım.
Özgürlüğün değerini bilerek, sevgileri ertelemeden, yarınlara sahip çıkılmasını, yaşam sevinçlerinin her zaman taze kalmasının esirgenmemesini diliyorum. Kucak dolu sevgilerimi Ümraniye T Tipi Sakinlerine ve diğer “mahkûmlara” sunuyorum.