Galata Perform, kafelerin, aydınlatmacıların arasında bir tiyatro. Önceki akşam galası gerçekleştirilen son oyunları ‘Yüzyılın Aşkları’ sekiz ayrı aşka odaklanıyor ve şu soruya yanıt arıyor: ‘Sahi neden bütün aşklar acılıdır?’
Her yere ve her zaman olduğu gibi geciktim; koşuyorum. Galip Dede yokuşunda slalom yaparak Galata Perform’a varıyorum. Yüzünde ‘yer kalmamışlığın hüznü’ olan görevliye nefesimin sondan bir önceki gayretiyle ‘basın’ diyebiliyorum. Bana basın kontenjanından manzaralı bir sandalye ayırtan bir tiyatro oyunu: “Yüzyılın Aşkı”. Yeşim Özsoy Gülan’ın yazdığı ve yönettiği oyunda Sanem Öge ve Deniz Celiloğlu, 20.yüzyılı sekiz ayrı aşkla anlatıyorlar bize. Sandalyelerimizi seçerken oyuncular çoktan sahnede yerlerini almışlar. Tiyatroda seyirciden önce oyuncunun yerleşmesi bana her seferinde hoş bir ürperme getiriyor. Dersine geç kalmış çocuklar gibi kabanlarımızı ve atkılarımızı dar alan reveranslarıyla çıkarıyoruz.
Salonun yan duvarları repliklerden alıntılarla dolu iki karatahtaya dönüşmüş. Orta duvarın önünde bir projeksiyon perdesi. Sahnede sadece iki sandalye ve her yanından farklı bir bölme açılan bir masa var. Oyuncular içinden şapkalar, çay bardağı, hatta parka çıkarıyorlar; ceketlerini, postalları koyuyorlar ‘Yüzyılın Aşkı’ sekiz çiftin yaşadıkarını, 20.yüzyıl Türkiye’sinin sekiz dönemiyle, o dönemlerin öne çıkan sosyal-politik konularıyla harmanlayarak anlatıyor. 1951 yılında Nişantaşı’nda başlıyoruz. Masanın bir ucunda bir adam Kore Savaşı’ndan söz ederken diğer ucunda bir kadın mutluluğunu tartıyor. Sonrasında yüzyılın içinde savrulup duruyoruz: 90’larda bir adamın sevgisini isteyen genç bir kadın, 50’lerin sonunda İzmir’de sadakatle âşık bir adam…
İki yakası bir araya gelmiyor
Dönem ne olursa olsun aşkın iki yakası bir araya gelemiyor, kadın ve erkek bir öpüşmenin yalınlığında buluşamıyor. Sahi, neden sahnedeki bütün aşklar sancılı?
“Deniz de oyuna hazırlanırken çok sormuştu” diyor Yeşim Özsoy, “Yeni evleniyordu o sırada. ‘Ya niye böyle bir oyun yazdın?’ diye. Aslında bunlar da aşkın evreleri. ‘Tam olamama’ durumunun üstüne gitmek istedim. Hafıza da parçalıdır, eksiktir. Yani sadece aşk değil onu hatırlamak da böyledir”.
Tamlanamayan aşkın bir yanında duran Deniz Celiloğlu sahnede bir ulaşamamazlık, bir çıkışsızlık olduğunu söylüyor. “Her bölümde aynı dünyanın içinde ama başka taraflara bakan ya da başka algılarla aynı dünyayı anlamlandırmaya çalışan bir çift var. İlişkinin o tarafına bakmaya çalıştık biraz da”.
Bir saat yirmi dakika içinde sekiz aşk (ve bir de epilog) izliyoruz. Adam aşkı umursamayan biriyken gongun sesiyle aldatılmanın ıstırabında kıvranan birine dönüşüyor. Kadın kaybettiği sevgilisinin ardından sayıklarken bir kararmanın ardından orta yaş krizine girmiş kocasını ironiyle eleştiriyor. Oyuncular bu kadar farklı ruh halleri arasında mekik dokumakta zorlanmıyor mu? Sorunun muhatabı Sanem Öge. “Gerçekten de en çok zorlandığım bu kadar farklı karakter arasında geçiş yapmak. Çıkıştan daha çok başlamak önemli. Doğru ruhu yakalamak doğru kalıbı bulmak önemli. Benim için bir yandan bir temrin gibi geçiyor. Her sahnelemede ‘Vay be! Hakikaten zormuş’ diyorum”.
1970’lerdeyiz. Masanın üzerine kıvrılmış, yeşil parkaya sarınmış bir kadın yitirdiği sevgilisine gözyaşı döküyor. Masanın altında zeminin üzerinde yatan genç bir adam aşktan ve mücadeleden söz ediyor. Hemen kavranan bir referans. Bilbordları da kullanmasıyla dikkat çeken ‘Yüzyılın Aşkı’nın sadece on dakikasında yer alan Deniz Gezmiş göndermesini basın zaten bir işaret fişeğine dönüştürmüştü. Celiloğlu, adaşını canlandırmanın oyunun kendisini en zorlayan bölümü olduğunu itiraf ediyor. “En çok diken üstünde olduğum bölüm Deniz Gezmiş’le ilgili olanı çünkü o reel bir karakter. Diğerleri kurgu. Onları anlamlandırabilip kendi kafamda çizebiliyorum; o benim oluyor. Deniz Gezmiş ise mitleşmiş bir karakter. Onun üstüne bir şey yazarken söylerken bile insan tedirgin oluyor. Biri diyecek ki ‘Deniz öyle demez’ bir başkası diyecek ki ‘Deniz öyle yapmaz’”.
Korhan Erel’in hazırladığı minimalist müzik ve sahnenin arka planındaki perdede her bölüm için Melisa Önel’in hazırladığı kısa videolar aşklara derinlik katıyor. Videoda ve sahnede 59 yılının yaz sıcağında İzmir Sevinç pastanesindeki adamın ıstırapla beklediği kadını sade ve ince hareketlerle canlandıran Sanem Öge’ye kendisini en yakın hissettiği kadın karakteri soruyorum. “90’lardaki kadın karakter ilk okuduğum andan itibaren bana en yakın gelen oldu” diyor, “Eminim her insanda olan bir duygudur diye düşünüyorum. Bir erkeğin hafızasında yer etme çabası, ait olmak, hissetmek isteği… Bu duygu çok tanıdık gelmişti”.
Cuma ve Cumartesi sahnede
Yeşim Özsoy oyuncularını hazırlık sürecinde beslemeye devam etmiş. Dönemler ve olaylar üzerine yazılar, kitaplar sunmuş; yaşamadıkları bazılarını sadece birkaç cümle ile bildikleri dönemleri kavrayabilmeleri için. Görünen o ki başarılı da olmuş. Celiloğlu ve Öge 80 darbesi sonrası kendilerini eve hapsetmiş çiftin tedirginliğini de 40’lı yılların karanlık gecelerinde çatışan iki farklı kültürün beklentilerini de başarıyla yansıtıyorlar. ‘Yüzyılın Aşkı’yla onuncu oyununa imza atan Özsoy oyuncuların performansı kadar seyircinin ilgisinden de memnun.
Oyun cuma ve cumartesi akşamları sahneleniyor ve makul sayıdaki sandalyeden boş kalanı olmuyor. Hamburger kokularının, sokak müziğinin, meyhane sohbetlerinin ardında iki genç oyuncu sahnedeki yerlerini aldılar, gitgide geride kalan bir yüzyılı tamamlanamayan aşklarla anlatmak için sizi bekliyorlar.
Galata Perform – 0212 2439991 www.galataperform.com