Öykü Gürpınar
İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu, 2005 yılında bir takım tartışmalar sonucunda alternatif bir platform yapısı inşa edilene kadar varlığını geçici bir tiyatro inisiyatifi olarak sürdürme kararı almıştı. Söz konusu girişim, İATP deneyiminden miras kalan belli yapıları (Üniversite Tiyatroları Platformu, Çalışan Tiyatroları Platformu, Eğitmenler Komisyonu vb.) devam ettirirken örgütlenme arayışlarını da sürdürerek platform yapısını oluşturmaya yönelik adımlar atma iddiasındaydı. İATP-G’nin [İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu-Girişim]; özerk komisyon ve platformların varlıklarını genişleyerek ve çoğalarak sürdürdükleri, rutin toplantılarla bir araya gelen topluluk temsilcileri aracılığıyla topluluklar arası iletişimin kurulduğu, dayanışmanın sadece sözle değil, doğrudan fiziki destek ile sağlandığı, şenlik düzenleyerek kendi ilkesel zeminini ve örgütlenme hedefini başka gruplarla paylaştığı, proje üreterek tüm toplulukları dahil ettiği bir çizgi izlemesi hedefleniyordu. Ancak zamanla yapı hedeflenenin aksine komisyonların çözüldüğü, temsilcilerin topluluklarla platform arasında sağlam bir ilişki kuramadığı, şenliğin günü kurtarırcasına yapıldığı, örgütlenme arayışının sürdürülemediği bir noktaya geldi.
Tam bu noktada 3. Türkiye Tiyatrolar Buluşması gerçekleşti ve Türkiye genelinde örgütlenecek bir çatı örgütü kurulması için tartışmaların yapılacağı Türkiye Tiyatro Kurultayı’nı müjdeledi. Kurulan çatı örgütü (Türkiye Tiyatroları Güç Birliği Girişimi – TTGBG) daha ilk toplantısından çözüldü; bu süreç zarfında İATP-G üyesi topluluklar kendi yapılanmalarını feshederek Türkiye Tiyatrolar Birliği [TTB] altında örgütlenme arayışlarını sürdürme kararı aldılar. Bu kararda, alternatif tiyatro oluşumlarıyla ilişkilenmeyi ilkesel olarak benimseyen İATP-G’nin reddedemeyeceği bir teklif almış olmasının da etkisi vardı. Bir yerde davete icabet zaruriydi. Yerelden genele örgütlenme anlayışını benimseyen TTB’de İATP-G topluluklarının öncelikli olarak kendi yerelinde, yani İstanbul’da, örgütlülük tartışmalarını sürdürmeleri ve rutin toplantılarla iletişimde kalma alışkanlıklarını idame ettirmeleri olağandı. Bu durum da İATP-G’den miras kalan örgütlülük tartışmalarını devam ettirirken bir yandan da daha büyük bir çatının altında, şehirlerarası bir iletişim ve dayanışma ağının bir parçası olmak bir artıydı. Ancak TTB’de giderek artan atalete karşı en azından kendi yerelinde ilkesel duruşunu, çatı yapılanmadan özerk faaliyet ve işleyiş biçimini sürdürme çabası gösteren TTB-İstanbul topluluklarıyla TTB üyesi topluluklar arasında yaşanan yerelin ne olduğu konusundaki tartışma, ölü doğmuş bir ilişkinin bitişini haber verdi. Nihayetinde TTB-İstanbul, TTB üyesi bazı topluluklarca meşru bir oluşum olarak görülmedi; bölücülük yapmakla itham edildi ve böylece yerelden genele örgütlenme iddiasının içinin boş olduğu ortaya çıktı. TTB’nin Ankara’da gerçekleştirilen genel kurulu öncesinde TTB-İstanbul üyesi topluluklar ayrılış bildirisi yayınladılar.
Şu an gelinen noktada TTB’den ayrılarak İstanbul yerelinde örgütlenme iradesi gösteren topluluklar, geçmişte yaşanan deneyimleri de değerlendirip hesaplaşarak nasıl bir örgütlenmeye gereksinim duyulduğunu tartışıyorlar. Bu tartışmaya söz konusu deneyimi ve geçmişi paylaşsın ya da paylaşmasın, bilsin ya da bilmesin herkesi davet ederek tüm İstanbul’da tiyatro alanında örgütlenmenin tartışıldığı bir bahar yaratmayı hedefliyorlar.
Tartışma baharının ilk çiçekleri açmadan, katkı sunacağını umduğum birkaç noktaya değinmeyi gerekli görüyorum. Bunlardan ilki, örgütlenme alanında çözülmenin temel nedeni olarak gördüğüm deneyim aktarımı üzerine. Alternatif bir yanyanalık örgütlemeyi hedefleyen her oluşum, kurumsallaşmasını istediği yapıyı oluşturabilmek için deneyim aktarımına ihtiyaç duyar. İATP-G’nin son dönemlerinde, Ömer F. Kurhan’ın da dile getirdiği gibi, çalışan tiyatrosundan üniversite bölgesine doğru olması gereken bu aktarım giderek önemini yitirmekteydi. Buna paralel olarak da platformun işleyişinde ve gerçekleştirdiği etkinliklerde çeşitli krizler ortaya çıkabiliyordu. Deneyim aktarımı, geçmişte yaşanmış olayların, yapılan gözlemlerin, alınan kararların, tüketilen veya tüketilemeyen tartışmaların, çeşitli süreçlerin, deneyimleyen kişiler tarafından başkalarına aktarılması olarak açıklanabilir. Bu aktarım her zaman yazılı ya da sözlü olarak gerçekleşmeyebilir, hatta kimi durumlarda kati surette başka formlara ihtiyaç duyar. İşte örgütlenme faaliyetlerinde yapılan deneyim aktarımları da sözlü ve yazılı olmanın ötesine geçerek pratik ve ilkesel bir nitelik kazanmalıdır. Pratik deneyim aktarımına duyulan ihtiyaç, özellikle üniversite tiyatrosuna yeni katılanların örgütlülük tartışmalarına çekilememesinde kendini kanıtlamıştır. ÜT [Üniversite Tiyatroları] bölgesinde yeni katılanlara ne kadar çok örgütlenmenin gerekli olduğundan bahsedilirse edilsin, bir kez kendisi deneyimlemedikçe kişi bu gereksinimi içselleştiremeyebilmektedir. İATP-G’nin son dönemlerine doğru ÜT bölgesinde yaşanan çözülmeyi de TTB’ye katılıma paralel olarak örgütlülük deneyimi yaşanabilecek alanların azalmasına bağlayabiliriz. Gelinen noktada da özellikle son iki senedir ÜT içinde bulunan topluluk üyeleri toplantılara katılmakla örgütlenmeye duyulan ihtiyaç arasındaki ilişkiyi kuramaz hale gelmiş; örgütlülüğe neden ihtiyaç duyulduğunu ezbere kabul ederek hareket etmeye başlamıştır.
Tablo karamsar görünebilir, ancak Antigone Atölyesi ve Drama Atölyesi gibi tiyatral paylaşımı hedefleyen etkinlikler her zaman bir umudun olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Tiyatro alanında herhangi bir örgütlenme girişiminin her şeyden önce tiyatral bir paylaşımı gerektirdiğinin altını çizen bu etkinliklere birçok topluluk katılmış ve ilişki kurmuştur. Bu bağlamda herhangi bir örgütlenme tartışmasının öncelikle tiyatro pratiği çerçevesinde toplulukları bir araya getirebilecek ortak etkinliklerden geçtiği tespitini yapabilmek mümkündür. Bunun için çok çeşitli araçları mevcuttur; şenlikler, atölyeler, paneller, gösterimler, ortak prodüksiyonlar vb. gibi.
Kısaca toparlarsam örgütlenme tartışmaları, hem geçmiş deneyimlerin aktarılabileceği, hem de herkesin tiyatral anlamda faydalanabileceği somut organizasyonlarla eşgüdümlü olarak sürdürülmelidir diye düşünüyorum. Platform yapısı bir kez oluşturulduktan sonra tiyatral paylaşım geri plana itilmemeli, aksine toplulukları da eğitim-araştırma faaliyetlerine zorlayacak bir düzende devam etmelidir. Söz konusu etkinliklerin artması, İATP-G’de benimsenen komisyonlaşma çabalarını da karşılayacak fırsatlar yaratabilir.
Tam bu noktada önemli bir diğer unsur ortaya çıkıyor: İstikrar. Tiyatro topluluklarının ve topluluk üyelerinin (özellikle deneyimlilerin) örgütlenme tartışmalarına katılma, düzenlenen etkinliklerde aktif sorumluluk alma, desteğe ihtiyaç duyan topluluklara her türlü yardımda bulunma gibi konularda istikrar göstermesi şart. Elbette, toplulukların ve bireylerin hayat koşulları gereği kimi dalgalanmalarla zora düştüğü olabiliyor; ancak oluşan atalet ortamı istikrarsızlığın rastlantısal olamayacak kadar sistemli geliştiğini de ortaya koyuyor. Bu noktada etkinliklerin, toplantıların, toplulukların, kısacası tüm bileşenlerin takibini yapacak ve gerektiğinde birebir iletişimle istikrarı sağlayacak bir ekip oluşturulmasına ihtiyaç duyulduğu söylenebilir. Bu ekibin en önemli avantajı, sürecin dışında kalarak gözlem yapması ve böylece bütünsel işleyişe hâkim olması olacaktır. Böylece işleri kendileri yapmak yerine yapanları takip ederek süreçleri düzenleyebilirler. Örgütlenme tartışmaları devam ettiği sürece böyle bir ekibe olan ihtiyacın baki olduğunu düşünüyorum.
Değineceğim üçüncü konu topluluklar arası iletişim. Geçmiş yapılarda topluluklar arası iletişim temsilciler aracılığıyla kuruluyordu ve şu anda devam eden örgütlülük tartışmalarında da aynı yöntem benimseniyor. Temsilciler, rutin toplantılarda yapılan tartışmaları kendi gruplarında özetleyip tartışmaya açıyor; sonra da grubun kararını platforma geri bildiriyor. İlkesel olarak grup içi işleyişlere karışmamayı benimseyen toplulukların temsilcilik kararlarına da karışılmadığından kimi durumlarda temsilciler grupla platform arasındaki ilişkiyi zedeleyen bir noktaya gelebiliyor ve bu durum denetlenemiyor. Bu sorunu aşabilmek ve gruplar arası iletişimi doğrudan kişilere yüklemeyip organik ilişkiler oluşturmak adına toplulukların fiziksel biraradalığını arttıracak ortak etkinlikler düzenlemenin ayrıca önemli olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan temsilcilik konusunda deneyim aktarımını tamamen gruplara bırakmak yerine platform içinde temsilcilere deneyim kazandırabilecek aktivistlere de ihtiyaç duyulduğunu ayrıca belirtmek isterim. Temsilciliğe ilk başladığım dönemlerde kendi topluluğumdan çok toplantılara düzenli olarak katılan aktivistlerin deneyimlerinden faydalandığımı söyleyebilirim. Bu nedenle topluluk temsilcilerinin bir kez görevlerini tamamladıktan sonra süreçten tamamen çekilmeleri yerine farklı alanlarda aktif sorumluluk almaları teşvik edilmeli diye düşünüyorum.
Örgütlenmeye duyulan ihtiyacı besleyen bazı durumlara karşı (sahnesiz kalma, kapatılma, tiyatro faaliyetinin engellenmesi, sansür vb.) özellikle son bir senedir ortak ve güçlü tepki üretilememiş olmasının, ataletin atılamamasının, örgütlenmenin sürekli toplantılara katılmak ve bir sonuç elde edememek olarak algılanmaya başlamasının topluluklarda örgütlenmeye duyulan inanca dair soru işaretleri yaratması kaçınılmazdır. Ancak bu noktada yapılması gereken örgütlenme ihtiyacını sorgulamak değil, karşılıklı dayanışmanın ve güvenin öncelikle ortak üretim ve paylaşımdan geçtiğini hatırlayarak iletişimi güçlendirmek ve belli bir istikrarı sağlamaktır diye düşünüyorum.