Üstün Akmen
Anne-oğul Çolpan İlhan ile Kerem Alışık’ın, usta oyuncu Sadri Alışık’ın anısını yaşatmak amacıyla kurdukları Sadri Alışık Tiyatrosu 11. yılında 16. Yüzyılda Sivas’ta ekonomik sorunlardan kaynaklanan başkaldırının ateşleyicisi olan Pir Sultan Abdal’ın öyküsünü anlatmayı yeğlemiş. Ne kutsal bir düşünce değil mi? Büyük, köklü ve uygar uluslar kendi kimlikleri üzerinde büyüyorlar, gelişiyorlar, devamlılık sağlıyorlar. Günümüzde evrensel olmanın yolu bu! Kendi kendiniz olamıyorsanız, kendinize yetemiyorsanız, başkaları sizi kabul eder mi? Elbette etmiyor. Bir milletin ulusal kimliği, onun kültür temellerinde gizli. Ulusal kültürünü yitiren ulusların güçlü olmalarına kim olanak tanır ki? Kimse… Zaten tanımıyorlar işte!
Erol Toy’un yazdığı Pir Sultan Abdal, Umur Bugay’ın yönetiminde 1967 tarihinden itibaren üç tiyatro mevsimi arka arkaya Ankara Halk Oyuncuları tarafından oynanmış, o tarihten sonra da değişik tiyatroların repertuvarlarında sürekli yinelenmiş bir oyun. Erol Toy, Pir Sultan Abdal’ın kişiliğine, yaşantısına dair bilinenlerden, rivayet ve efsanelerden, şiirlerinden, Sultan Süleyman devrindeki halk ayaklanmaları hakkındaki tarihi bilgilerden, bu çağın ekonomik düzeni konusundaki incelemelerden tiyatro malzemesi olarak yararlanmış. Bu malzemeyi kendi toplumcu görüşlerine ve tiyatro sanatının gereğine göre biçimlemiş. Halk sanatının özelliklerini taşıyan, sağlam bir dramatik yapısı olan, içerdiği kahraman portresi ile antik tragedya türünün etkisini bir dereceye kadar sağlamış olan bu sapasağlam oyunu (Toplu Oyunları 2/Lozan – Pir Sultan Abdal/Erol Toy-Mitos Boyut Yayınları/Tiyatro Oyun Dizisi-Eylül 2010) bu kere, köy seyirlik oyunlarının yaşatılması için bıkmadan usanmadan çalışmalar yapan bilim insanımız Prof. Dr. Nurhan Karadağ (1943) sahneye taşımış…
Karadağ sahneleme çalışmasında; tiyatronun tiyatro, oyunun oyun olduğunu vurgulayan, kişileri ve olayları canlandırmadan gösteren, seyirci ile sahne arasında estetik uzaklık (yabancılaştırma) koyup, seyircinin oyuna ussal yoldan katılmasını sağlayan bir tiyatro anlayışını, “göstermeci tiyatro” üslubunu benimsemiş. Anadolu halkının dönemin yöneticileri, kadıları, ağaları, din adamları tarafından gördüğü zulme, haksızlığa, sömürüye karşı durmuş, bu uğurda ölüme korkusuzca gitmesiyle efsaneleşmiş bir halk ozanının yaşamını yansıtan bu destan-oyunun dekor çalışmasında da hayli farklı bir mekan denemesi yaparak, sahneyi cemevi biçiminde düzenlemiş. Doğal olarak Ziver Armağan Açıl’ın (1976) koreografisinden de yararlanmak istemiş.
Ziver Armağan Açıl ise, değişik semah çeşitlerinden yararlanmış. Gel gelelim, hepsi için geçerli olan: “Ağır tempoyla başlar, hızlanır ve yavaşlayarak durur” ilkesini benimsememiş. Duyguların/ruhun uçuş ve geri dönüşünü simgeleyen semah dönmenin içselleştirilmesini sağlayamamış. Daha dingin, daha az hareketli olması gereken dönmeyi modernleştirmiş, ama içselleştirememiş. Semah dönmenin bir dans olmadığını, Semah’ın Tanrı’ya yaklaşmak, insanın maneviyatıyla yüzleşmesi ve maddi dünyadan uzaklaşması anlamına geldiğini oyuncularına anlatmamış, anlatmayınca Semah dönenler duygunun, sevginin, aşkın dorukta olduğu, adeta ayrı bir dünyaya yolculuk edildiği trans halini anlamamış, anlamayınca seyirciye de anlatamamış. Aleviliğin genel felsefesinde esas olan ölçü, eleştiri ve rasyonaliteyse ne yalan söyleyeyim koreografide ölçü kaçmış. Nedim Yıldız’ın titizlenilerek çalışıldığı belli müziği, Cengiz Özdemir’in kusursuza yakın ışığı, Faruk Saraç’ın ve Gamze Kuş’un olamazcasına zevkli ve dönemine uygun kostüm tasarımları gösteride öne çıkmış, alkış almış.
Sadri Alışık Akademisinden Eylem Öden, Zafer Altun, Sinem Çatalbaş, Neslihan Bulut, Yasemin Taş, Ömer Yiğitoğlu, Murat Ş. Çoban, Onur Kırat, Alper Selanik, Ceren Menekşedağ, Fatma Çakır, İnci Sultan Karaca, Birce Yörükgil, İlker Alemdar, Deniz Türkan, Yiğit Pakmen, Uğur Küçük ve Yunus Emre Şener ellerinden geleni mükemmel bir sahne disiplini içinde veriyorlar. Tümü gerilim noktalarının, gerilimin dışarı çıkmak umudunu bulduğu alanlar olduğunu keşfetmiş durumdalar. Bravo doğrusu!
Anlatıcı’da Türk halk müziği sanatçısı, besteci, tiyatrocu, sinema oyuncusu Sadık Gürbüz role pek yakışmış. Sazıyla sözüyle çok iyi… Ümmühan’da Merve Erdoğan ritmik düzeni iyi duyumsamış, ilerisi için de umut salgılıyor. Ergün Demir’in Hacı Boğos ile arasında kurduğu duygusal iletişimi doya doya alkışladığımı burada itiraf etmeliyim, ama yaptığı lehçenin Ermeni değil, bal gibi Yahudi olduğunu söyleyerek de yermeliyim. Madem lehçe tutmadı, Nurhan Hoca bu karakterin adını örneğin “Moiz” olarak değiştirse ne olurdu ki? Mehmet Çepiç, yeterince tanıdığı Hızır’ın düşüncelerini dışa vurma işlemini pek güzel sıraya koymuş. Hele bir de “el aman” sözcüğünü “eleman” olarak söylemese! Yusuf Atala mükemmel bir Sarı Kadı çiziyor. Sarı Kadı’nın dış biçimini ve çatısını oluşturan noktalar dizisinden destek almış ve yönünü doğru bulmuş. Ayhan Anıl (Kara Kadı) için tiyatroda jestin hiç değilse birkaç işleyişini görgül olarak saptamasını ve rolünü kurarken jestlere yasladığı davranışları nasıl kullanacağını önceden kararlaştırmasını önereceğim. Fuat Onan (Sofu Molla) çok durgun. Alevi selamında da elini yanlış kullanıyor, göğsüne bastırdığı ellerinden soldakini üstte tutuyor. Barış Koçak (Aşarcı), Derviş Tezcan (Kul Himmet), H.Şener Vurkaya (Asesbaş) doğalcı bir biçem içinde canlandırdıkları karakterlerinin karmaşık kişi yanılsamalarını oyun sonuna kadar bozmuyorlar. Ali Baba’da Tuncer Yenice iyi değil.
Neden iyi değil? İyi değil de ondan iyi değil. Oyuncu duygularını gösterirken onları anlamalı yahu!
Uzun mu uzun bir aradan sonra tiyatro sahnesinde izleyebildiğimiz “iyi oyuncu” Cem Özer (1959) Pir Sultan Abdal’da kendi bireysel malzemesini yerli yerine oturtmuş, işletiyor. Oyuncunun kendi yaşam deneyiminden aldığı her şeyin, içedönük biçimde tepki verdiği her şeyin, ona asla yabancı kalmadığının iyi bir örneği Cem Özer’in bu oyundaki oyunculuğu.
Genç sunucu ve televizyon dizisi oyuncusu, oyuncu Melike Öcalan’ın (1979) benim bildiğim bu ikinci tiyatro deneyimi… Daha önce Haldun Dormen’in bir Broadway müzikalinden uyarladığı Dün Gece Yolda Giderken Çok Komik Bir Şey Oldu oyununda rol alan Öcalan, bu kere yanıt atikliğiyle dikkat toplamakta. Melike Öcalan, devinim ve diksiyon hâkimiyeti sayesinde eylemleri gibi metne de anlam kazandıracağı sözceleme durumlarını iyi tasarlamış. Ballıhan’ı betimlerken coşkularını yönetmeyi ve onları izleyiciye okutmayı biliyor. Oyunun zaman zaman çekici gücünü oluşturuyor. İyi hazırlandığı sezilen ve açık seçik olan bir alt partisyon kurmuş. Hiç kuşkum yok ki o Türk tiyatrosunu, Türk tiyatrosu da onu hak ediyor.
… derken aklım şeye takılıyor:
Hani oyunun bir yerinde Hızır, anlaşma zemini hazırlamak için Pir Sultan Abdal’ı evinde sofraya oturmaya, birlikte yemek yemeğe davet ediyor ya! Hani Pir Sultan Abdal bu davete “icabet” etmek yerine, reddediyor ve ret nedenini: “O sofrada her lokmada bin yoksulun hakkını, her çanakta bin yetimin kanını görüyorum da ondan” diye açıklıyor ya!
Aklıma günümüzde yaşadıklarımız düşüyor.
Sofra da aynı, lokma da aynı, çanak da…
Dilimin ucuna: “Değişim sofraya oturanlarda” demek geliyor!
“Gözlemevi”nin Gözleme Noktası
GALA DAVETİYESİ
İstanbul Sanat Topluluğu, Silindir Şapka oyunuyla ilgili olarak bir gala davetiyesi düzenlemiş. Davetiyede topluluğun modern İtalyan Tiyatrosunun en önemli isimlerden Eduardo De Filippo’nun Silindir Şapka adlı oyunuyla Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde perde açacağı bildiriliyor, oyunu Varlam Nikoladze’nin (Aslan Aksakal) yönettiği belirtiliyor. Silindir Şapka, İstanbul Sanat Topluluğu’nun ilk oyunuymuş ve ülkemizde daha önce sahnelenmemişmiş. Buraya kadar her şey normal… Ama galaya kimlerin “muhtemelen” katılacakları da belirtilmiş. Kimler katılacakmış? Uğurkan Erez, Cemil İpekçi, Tuğba Özay, Ayşe Erbulak, Ali Poyrazoğlu, Akrep Nalan, Cüneyt Türel, Tekin Akmansoy, Faruk Aksoy, Ezel Akay, Devlet Opera ve Balesinden Nilgün Onat, Ali İhsan Onat, Suat Arıkan büyük bir olasılıkla katılacaklarmış.
Eyyy tiyatronun tanrıları, ne günlere kaldık! Tiyatrocular galalara “müşteri” çekmek için artık modacıların, sunucuların, mankenlerin, şarkıcıların, televizyon dizi yapımcılarının adlarını kullanıyor.
Hani nerede kaldı gazabınız?