Mimesis Söyleşi / “Medya ya da farklı kanallarla sürekli kendini gösterme durumu üzerine kurulu bir dönemde yaşadığımız için günümüzde gerçek olan ne kadar kurmaca kisvesinde olursa o kadar dikkat çekiyor. Gerçeğin doğrudan algılanabilmesi muradıyla bir biçimde kurgulandığını, bir kurmacaya dönüştüğünü görüyoruz. Ve o zaman onun ne kadar gerçek olduğu ve hakikate ne oranda vakıf olunacağı bir soru işaretine dönüşüyor. Biz bunu bu yoldan aldık.”
10. yılını tamamlayan Tiyatrotem bu sezon Ayşe Bayramoğlu’nun kaleme aldığı “Beraber ve Solo Şarkılar” adlı oyunlarını sergilemeye başladı. Tiyatrotem’in oyun kadrosundan Ayşe Selen, Nihal Geyran Koldaş ve Şehsuvar Aktaş ile oyuna, çalışma yöntemlerine ve gruba dair konuştuk.
Metin Göksel
Oyunun çıkış noktası neydi? Çalışma yönteminizi kısaca özetleyebilir misiniz? Nasıl bir süreç örgütlediniz? Çalışma sürecinde çıkış noktasından sonuca ne tür değişimler yaşandı?
Şehsuvar Aktaş: Çıkış noktası anlatı tiyatrosuydu. Anlatı üzerine kafa yorduğumuz ve onun üzerinden işler yapmaya çalıştığımız için son dönemde, sahne üzerinde şarkı söyleme, bir şarkıyı da bir anlatı gibi oyun metninin parçası olarak kullanmanın yolları ne olabilir diye düşünüyorduk. Tabii şarkı söylemek de istiyorduk sahnede. Enstrümansız şarkı söylemek, bayağı iddialı bir şey. Sonra bellek, hafıza, beynin nasıl çalıştığı ve dolayısıyla kolektif belleğin, hafızanın nasıl çalıştığı üzerine konuşmaya başladık. Onun bilgileri nasıl kategorize ettiği, sınıflandırdığı, çarpıttığı, unuttuğu üzerine… Sonuçta bu şarkı meselesinin bellek, hafıza meselesiyle nasıl buluşabileceğini düşündük. İkinci aşama buydu. Bir önceki oyun, “Hakiki Gala”da yaptıklarımızdan, öğrendiklerimizden yola çıkarak bütün bunları bir araya getirmeye karar verdik. Bu konuda yazar Ayşe Bayramoğlu da böyle bir çalışma yapmak isteyeceğini söyledi. Böyle başladık.
Anladığım kadarıyla oyun metnini grupla yazar birlikte oluşturuyor.
Şehsuvar Aktaş: Evet, böyle bir süreç var. Nasıl bir oyun kuracağız, sahne üzerindeki kişiler kimler, kaç kişi olacak, nasıl bir bağlama yerleşecek, hangi gerekçeyle neden sahne üzerinde olacaklar… İstekleri, arzuları, gerekçeleri neler olabilir, bunları konuştuk önce yazarla birlikte. Sonunu çok belirlemeden, nereye varacağını, nasıl biteceğini belirlemeden çıkış noktası sahne üzerine çıktıkları an ve orada var olma nedenleri, seyirci ile olan ilişkileri üzerinden bir küçük çalışmaya başladık ve sahneye çıkıp doğaçlama yaptık. Kullanılabilecek olası biyografiler oluşturduk.
Ayşe Selen: Tiplemeler çalıştık.
Şehsuvar Aktaş: Evet önce bu insanları, oyun kişilerini görelim diye.
Oyuna taşımadıklarınız da var. Böyle bir deneme süreci.
Ayşe Selen: Tabii taşıdıklarımız da taşımadıklarımız da var.
Şehsuvar Aktaş: Sahne üstü ve masa başı çalışmalarla Ayşe Bayramoğlu’na bir malzeme getirdik. Onun üzerine o metin yazmaya başladı. Yazılan metin ve parçaları olabildiğince çabuk ezberleyip çalışıp sahneye çıktık, önce oynadık sonra oyuncu olarak nerelerde ne düşünüyoruz, o da yazar olarak neler koyabilir tartıştık.
Bir tür sahne dramaturgisi yaptınız.
Şehsuvar Aktaş: Evet, bunu sahnede sınadıktan, deneyimledikten sonra da oturup metin üzerine konuştuk, bizim de yazarın da önerileri oldu. Ve aşama aşama metni oluşturduk. Oyunun sonu ve metni prömiyere çok yakın bir tarihte tamamlandı.
Ayşe Selen: Neredeyse metin bitti, prova bitti.
Bu anlamda oyun gelişmeye açık mı?
Ayşe Selen: İlk defa bu kadar açık. Oynayarak izleyici karşısında olgunlaşmaya, oluşmaya devam ediyor. Hala yeni yeni anlamaya oturtmaya, anlamlandırmaya çalıştığımız replikler ortaya çıkıyor. Öğretici çok şey oluyor. Ve süreç devam ediyor.
Bu anlamda deneysel bir çalışma.
Şehsuvar Aktaş: Evet, deneme denebilir. Ama bu şöyle anlaşılmasın. Seyirciye izletip kobay gibi kullanıp onun üzerinden deneme yapmak anlamında değil. Öyle bir şey yok. Bir mayası ve kıvamı, özü var.
Ayşe Selen: Sahnenin her akla gelenin yapılıp denenebileceği bir yer olmadığını düşünüyorum ben.
Nihal Geyran Koldaş: Bu deneysel bir çalışma benim için, seyirci karşısında oynadığımızın bilincinde olan karakterler olarak oynuyoruz. Teorik olarak yapılabiliyor da pratik olarak kolay olmadığını fark ettik. Yani seyirci var, seyirci reaksiyon gösteriyor, biz bu durumda seyirciye reaksiyon göstermek durumundayız. Bunu yok sayamayız.
Aslında bu oyun seyirciyle karşılaşmayla çıktı diyebilir miyiz? Çünkü oyunun doğası onu gerektiriyor.
Şehsuvar Aktaş: O rol kişileri seyircinin varlığını her zaman hissederler, ondan geleni hesaba katarak var olacaklardır. Seyirciyle ilişki anlamında sonucunu öngördüğümüz bölümler mevcut. Yine de her seferinde bir sürprizi var. Dolayısıyla bu bizim kurmacamızın özüne mantığına da uyan bir şey. Gerçek bir zamanda ve seyirci karşısında çok ince kurulmamış tasarımlanmamış bir buluşma söz konusu bizim kurgumuzda.
Sizin bir önceki oyununuzda da seyirci-sahne arasında karşılıklı ilişki gerektiren bir üslup vardı. Ancak bu oyununuzda biraz daha farklı, yani kurgu gerçek arasındaki sıçrama ve sorgulama hali de var sahnede. O anlamda seyirci ilişkisini daha farklı formüle ediyorsunuz sanırım. Seyirciye dönük bir şov değil de seyircinin de oyunun içine girdiği, gerçeklikle kurgu arasında gidip geldiği bir şeye dönüşüyor.
Şehsuvar Aktaş: “Hakiki Gala” ve daha önceki oyunlarda da vardı, ama bu kadar değil. Her zaman seyircinin orada olduğunu, temsilin olduğunu, onunla birlikte bir şeyler yapıldığını her zaman göz önünde bulunduruyorduk. Ama burada bu çok daha fazla. Bir anlamda seyirciye de seyirci rolü yükleme durumu var. Sahne üzerindeki bu üçlünün seyirci ile olan ilişkisinden de dramatik bir ilişki doğmasını amaçlıyoruz.
Bu üslup aslında çok riskli ama bir yandan seyirciyle ilişkinizde çok sade bir ton tutturuyorsunuz. Seyirci ilişkisi kışkırtıcıdır, olur olmaz şeyler başına gelebilir oyuncunun.
Ayşe Selen: Sizi koruyan şey o aslında. Canlandırdığımız kişilere çok sadık kalabilirsek olabilecek her şeyi göğüsleyebilecek durumda oluyoruz. İlginç gelen yan bana, ben o kadın olarak kendimle ilgili çok ciddi olduğunu düşündüğüm bir şey söylerken seyirci ona gülüveriyor. Ben o kadın olarak ona alınabilirim. Ben oraya komedi yapmak için gelen birisi değilim.
İçeriğe gelirsek, özellikle sizin canlandırdığınız moderatör, muhtemelen Galata’da oturan güncel sanatçı. Oyunda bu moderatör kentsel dönüşüm konusunu iki örnek kişi üzerinden bir performansla sergilemeye, tartışmaya çalışıyor. Bu yaklaşıma dair oyunun eleştirel bir duruşu var. Yaşam biçimlerinin değişmesiyle ilgili konuların entelektüel ya da sosyolojik olarak ele alınmasına karşı mısınız?
Şehsuvar Aktaş: Hayır. Kesinlikle değil.
Orada bir eleştirel ton var. Ne düşünüyorsunuz?
Şehsuvar Aktaş: Biz gerçek ve kurmacanın sınırının nerede ayrıldığını tartışıyoruz. Medya ya da farklı kanallarla sürekli kendini gösterme durumu üzerine kurulu bir dönemde yaşadığımız için günümüzde gerçek olan ne kadar kurmaca kisvesinde olursa o kadar dikkat çekiyor. Gerçeğin algılanabilmesi muradıyla bir biçimde kurgulandığını, bir kurmacaya dönüştüğünü görüyoruz ve o zaman onun ne kadar gerçek olduğu ve hakikata ne oranda vakıf olunacağı bir soru işareti. Biz bunu bu yoldan aldık. Biz çok konuşulup tartışılan performansa da karşı değiliz.
Ayşe Selen: Ama tartışılabilir, hassas bir olgu olduğu ortada. Tartışılabilir yanları var performansın. Bu performans sanatına karşıyız anlamına gelmemeli. Ama bu zaten tartışılan bir şey, bir de bu yönden bakalım.
Ben bir seyirci olarak şöyle izledim: Sadece performans sanatına dair bir eleştiri değil de bir tür televizyon kültürü içinde, meseleler sizin dediğiniz gibi hakikatten soyutlanıp çerçevelendikçe aslında bir sürü şeyin kaybedildiği ortaya çıkıyor. Oyunda kakafoniye dönüşen bölümde ikilinin hatırladıkları çok daha trajik bir üslupta yükseliyor. Teoriye dönüşmüş hayat parçaları, birden kişisel tarihler olarak hatırlanmaya başlıyor. Bu boyutları kaçırdığımızı düşünüyoruz.
Şehsuvar Aktaş: Biz de kaçırıyoruz, tabii öncelikle kendimden yola çıkmayı tercih ederim. Ben gerçek hayatta buna benzer bir şeyi seyrettiğimde gerçek bir duruma tanık olduğum sanısına kapıldığımı ama sonrasında aslında onun geçip gittiğini bana fazla dokunmadığını hissediyorum. Orada konuya gerçekten ilgi duyan, konuya ilişkin tartışma açmak için sorular soranın yaklaşımının da ne kadar gerçek olduğu konusunda soru işaretleri var. Bu ister televizyonda ister sahne üzerinde olsun, gerçekleştiği mekana göre düzenlenen gösterimlerde de sonuçta bir kurmacanın varlığı, bir tasarımın olduğu unutulmamalı.
Bu anlamda siz de kendi gerçeğinize dair bir sorgulama yapıyorsunuz.
Şehsuvar Aktaş: Evet kendimize de tiyatro yapan insanlar olarak soru soruyoruz. Salt bir performans eleştirisi olarak algılamıyoruz, çünkü biz de çalışırken bunun bu haliyle kendiliğinden başka bir performansa dönüştüğünü fark ettik. Yani bu konuda aslında yüzeysel bilgileri olan araştırmamış fazla deneyimi olmayan birisinin böyle bir maceraya girdiğinde başına gelebilecekleri de görmek üzere.
Ayşe Selen: Özellikle Nihal’le ben tanıdığımız gerçek insanlardan yola çıktık biyografik olarak. Fakat şu anda onu da kendi süzgecimizden geçirmiş olduğumuz için onlar da gerçek değil aslında. Orada da bir çarpıtma, eksiltme var. Yani hep olaylar çarpıla çarpıla bambaşka bir gerçeklik noktasına taşınıyor. O da nedir, o gün orada seyirciyle oyuncuların karşılaştığı an aslında tek gerçek.
Şehsuvar Aktaş: Değerli olan o tiratlar, o gerçek. Hayatın gerisi değil. Belki onun kadar güçlü olabilecek bir gerçeklik kurulu.
Aslında performansın ta kendisi.
Ayşe Selen: Evet, tasarlanan o anın yansımaları sende, onda, bende.
Son kertede hayata ya da yaşamımıza dair ezber ve klişelerin bir tür sorgulanması… Doğru kabul ettiğimiz, sorgulamadığımız gerçeğin yetmediği ortaya çıkıyor.
Şehsuvar Aktaş: Bu anlamda hafıza bellek meselesi de bununla bağlanmalı. Bellek de böyle çalışıyor. Aslında gerçek bir anı var mı sorusu sorulmalı. Çünkü içinde bulunduğumuz durum ve koşullara göre de hatırlıyoruz. Ona göre bazı anıları uzaklaştırıp bazıları ile yakınlık kuruyoruz ya da onları naklederken bir biçimde müdahale ediyoruz. Gerçek bu olan. Ama ne kadar gerçek. Bu anlamda da performans meselesiyle bir ilişkisi olduğunu gördük. Sahne üzerinde bir iş yapıp bir kurmaca üzerinde yürümeye kalktığında, bazı olayları, diyelim 20 yıl önce olmuş bir olayı hatırlarken bir önceki hatırlayışımı hatırlamaya çalışıyorum, nasıl hatırladım ve aktardım diye. Bugünkü hatırlama işlemi ile geçmişteki hatırlayışın farklı olduğunu görüyorum, neden böyle olduğunu anlamaya çalışıyorum.
Tiyatrotem’in nasıl bir seyirci kitlesi var?
Ayşe Selen: Bizim genelde genç bir izleyici kitlemiz var. Öğrenciler var mesela. Hocaları tarafından yönlendirilen ya da yönlendirilmeyen. Genç bir seyirci kitlemiz var. Ben bir avuç diyorum, nedeni yakınmak değil sayısı az, ama öyle birileri var. Onun dışında gidelim bakalım neymiş diye gelen, önce çok şaşıran gördüğü karşısında, sonra benimseyen bir grup var.
Şehsuvar Aktaş: Bu 8. oyunumuz oluyor. Dönüp baktığımda yaptığımız oyunlarla çabucak hemhal olan bu anlamda katılımcı olan seyirci profili genellikle genç. Bu iyi bir şey, güzel bir şey.
Kendinizi grup olarak Türkiye tiyatrosunda nereye oturtuyorsunuz?
Ayşe Selen: Biz Batı eğitimi aldık tiyatro eğitimi olarak. Yüzümüzü hep batıya döndük. Okuldaki her hocanın yüzü batıya dönüktü. Yaptığımız her işi de batı üzerinden yaptık. Tiyatrotem ile birlikte belki bu topraklara ait olan, daha yerli olan bir şeylerin peşine düşmüş durumdayız. Dolayısıyla bu her şeyin batı ekseni üzerinden yürümesini belki biraz düşündürmek tartışmaya açmak ve belli yöntemler geliştirmek gibi bir yaklaşımımız var. Bu gelenekseli yaşatmak ayakta tutmak gibi bir dert değil de, onun yöntemleri üzerine düşünmek, onun yöntemlerinden ne kadar yararlanabiliriz üzerine düşünmek diyebiliriz.
Sizce şu anda Türkiye tiyatrosunun en önemli sorunu nedir?
Ayşe Selen: Belki olan şeylerden gidebilirim. Artık salonsuzluk diye bir şeyden bahsetmek bana doğru gelmiyor. Çünkü tiyatro salonu olarak inşa edilmemiş, o özelliklerde olmayan yerlerde de oyunlar oynanabiliyor. Birçok genç insan var, bir sürü topluluk oluştu ve varlıklarını bir şekilde sürdürebiliyorlar. Bunlar olumlu şeyler tabii. İşleri kendi içinde değerlendiriyorum. Hepsi beni heyecanlandırıp bana dokunuyor değil, ama aynı fikirde olmak zorunda değiller tabii benimle.
Şehsuvar Aktaş: En önemli sorun ensemble olmak bence. İnsanlardan bugünkü eğitim ve yaşam koşullarında ensemble oluşturmalarını beklemek imkânsız. Ama şimdi Ayşe’nin de dediği gibi bir takım gruplar kuruluyor, bir tür takım ruhuyla.
Ayşe Selen: Belki sorun buralarda olabilir. Çok ünlü bir özel okulda öğrenciler arasında takım kurulamayıp takım sporları yapılamadığı doğrudan müdürün ağzından ifade ediliyor. Mesela voleybol takımı kurulamıyor, çünkü herken smaç yapmak istiyor. Bu korkunç bir şey.
Şehsuvar Aktaş: Bir yandan da tiyatro okullarından farklı biçimde eğitim almış kendini vakfetmiş genç insanlar topluluk kurup iş yapmak, çalışmak istiyorlar. Bunun kıymetli olduğunu düşünüyorum.
Nihal Geyran Koldaş: Oyuncu yönetmenliği konusunda ve oyuncu dramaturjisi konusunda ciddi sorunumuz olduğunu düşünüyorum. Bu eksik, çok daha iyi çıkabilecek işleri baltalıyor.
Şehsuvar Aktaş: Dolayısıyla dramaturji yapılamadığı için oyunun nasıl alımlanacağı konusu yetersiz oluyor. Bizim yaptığımız bir oyun var, nasıl seyredileceğini deneyimlerden yola çıkarak tahmin ettiğimiz bir oyun, bir de seyircinin seyrettiği bir oyun var. Aynı oyundan bahsediyorum. İkisinin arasındaki makasın bazen çok büyüdüğünü görüyoruz. Bu anlamda bir dramaturji sorunu var. Dramaturg denen kişiyle, dramaturjiyle biraz daha barışık olması lazım tiyatrocuların.
Ayşe Selen: Dramaturgların da sahneyle barışık olması lazım.
Şehsuvar Aktaş: Sahnelemeye yönelik dramatürji çalışması ile metin üzerinde yapılan dramatürji çalışması arasındaki ayrımı belki kaldırıp daha çok iç içe geçirmemiz, daha çok etkileşim içinde olmasını sağlamamız gerekiyor. Biz bunun faydasını çok gördük. Bunu bilen ve oyuncu yönetimi oyuncu dramaturjisi üzerine kafa yoran bir yönetmenle çalıştığımızda hiç farkına varmadığımız bir sürü özellik çıkıyor ya da imkân doğuyor.
Ayşe Selen: Bu eksiklik nedeniyle skor yapan oyunculuklar ya da oyunlarda güzel göründüğü için konmuş öğeler çok olabiliyor.
Şehsuvar Aktaş: Oyunun estetiği ile estetik görünmek arasındaki anlam farkı bulanıyor. Ve oyuncular çok yetenekli olsalar da, hepsine birlikte baktığımızda çok farklı yerden oynadıklarını, bunun da farkında olmadıklarını görüyorsun.
Beraber ve Solo Şarkılar / Tiyatrotem
Yazan: Ayşe Bayramoğlu
Oynayanlar:
Nihal Geyran Koldaş
Şehsuvar Aktaş
Ayşe Selen
Dramaturgi: Hep Beraber
Asistan: Burcu Arslan
Görsel İletişim Tasarımı: Behiç Alp Aytekin
7 Şubat, Pazartesi, 20:30, Oyun Atölyesi
18 Şubat, Cuma, 20:30, Kumabaracı 50
Metin Göksel / MİMESİS