Seda Çakıroğlu*
28. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’nin açılış töreninde sahnelenen İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı Kırmızı Küre, Pınar Akkuzu’nun kaleminden çıkan ve Güray Dinçol’un yönetmenliğinde sahneye taşınan, çok katmanlı bir çocuk oyunu olarak öne çıkıyor. Türkiye/İstanbul merkezli ekip tarafından sahnelenen oyun, her ne kadar 7 yaş ve üzeri çocuk izleyiciler için kurgulanmış olsa da düşsel anlatımı, fiziksel performansa dayalı sahne dili ve ritmik yapısı sayesinde her yaştan seyirciye hitap edebilen zengin bir tiyatro deneyimi sunuyor. Özellikle çocukluk merakı ve hayal gücünü merkeze alan yapısıyla dikkat çeken oyun, fiziksel tiyatronun olanaklarını yaratıcı biçimde kullanarak söze değil, bedene ve harekete dayalı bir anlatım dili kuruyor.
Oyunun açılışı güçlü bir müzik ve ritim eşliğinde gerçekleşiyor. Müzikal yapı yalnızca atmosfer kurmakla kalmıyor, aynı zamanda sahnedeki hareket düzenini yönlendirerek anlatıya fiziksel bir ritim katıyor. Oyuncuların jest ve mimikleri, bedenin mekânda kullanımı ve koreografik geçişler metnin ötesinde bir iletişim düzeyi yaratıyor. Bu yönüyle Kırmızı Küre, söze değil bedene yaslanan bir anlatım diliyle ilerleyerek fiziksel tiyatro geleneğini çağdaş bir çocuk oyunu formuna taşıyor.
Oyunun merkezinde yer alan Ester karakteri, çevresiyle ve hayali kırmızı küreyle kurduğu ilişki aracılığıyla merak etmenin, öğrenmenin ve oyunun aslında ne denli iç içe geçtiğini gözler önüne seriyor. Ester’in arkadaşları, adeta onun zihnindeki düşünceler gibi hareket ediyor; kırmızı küre ise yalnızca bir nesne değil, aynı zamanda onun düşsel rehberi, iç sesi ve özbenliğinin sahnedeki yansıması olarak varlık kazanıyor. Ester’in küreyle kurduğu bağ, sorduğu sorular ve aldığı yanıtlarda anlamını buluyor. “Sana soru sormak neden bu kadar eğlenceli?” cümlesi ise sadece bir replik değil; çocuk dünyasında bilgiye, keşfe ve anlam kurmaya duyulan saf ve neşeli açlığın kısa ama etkileyici bir ifadesi. Bu yönüyle Kırmızı Küre, çocukluk çağının sorgulayıcı doğasını hem sahne diliyle hem de karakter yapısıyla son derece başarılı bir şekilde yansıtıyor.
Ayrıca oyunda dikkatimi çeken bir önemli nokta oldu, Ester karakterinin sürekli sorular sorarak dünyayı anlamlandırmaya çalışmasıydı. Bu yönüyle Ester, bana Antoine de Saint-Exupéry’nin Küçük Prens’ini hatırlattı. Ester’in kırmızı küreye sorduğu sorular, Küçük Prens’in evrenle kurduğu içten diyalogu anımsatıyor; çünkü gerçek anlam, çoğu zaman büyüdükçe unuttuklarımızda gizlidir. Belki bu benzetme, Küçük Prens’e olan kişisel yakınlığımdan kaynaklanıyor olabilir; ancak her iki karakterin de dünyayı büyüklerin bakış açısından değil, çocuk duyarlılığıyla sorgulamaları arasında açık bir paralellik kurulabilir. Ester’in soruları, çoğu zaman yanıtsız kalsa da aslında oyunun temel düşünsel derinliğini taşıyor. Nasıl ki Küçük Prens sorularıyla evreni değil, insanları anlamaya çalışır; Ester de sessiz bir küreyle kurduğu ilişki üzerinden varoluşa, meraka ve yalnızlığa dair sezgisel bir yolculuğa çıkıyor. Bu bağlamda oyun, yalnızca görsel ya da ritmik açıdan değil, duygusal ve felsefi yönüyle de çocuk tiyatrosu içinde dikkate değer bir derinlik taşıyor.
Oyunun ilerleyen bölümlerinde kürenin kaybolması ve Ester’in içine düştüğü yalnızlık, fiziksel tempo ve ritimdeki değişiklikle yansıtılıyor. Ester’in “Artık soru sormayacağım.” diyerek yere oturduğu sahne, fiziksel çöküşün ve içsel kırıklığın sembolü hâline geliyor.
Oyunun genel ritmi ve enerjisi sahne boyunca giderek yükselme eğiliminde olsa da, dramatik yapı izleyiciye tam anlamıyla bir doruk noktası yaşatamıyor. Ritim artıyor, atmosfer yoğunlaşıyor ancak anlatı hiçbir zaman gerçek bir zirveye ulaşmıyor. Bu durum, yetişkin bir izleyici için dramatik tatmini sınırlasa da, çocuk seyirci açısından farklı bir işleve dönüşüyor. Özellikle ritmin sürekli tekrarlanması, çocukların dikkatini canlı tutma noktasında son derece işlevsel bir araç hâline geliyor. Zira çocuklar tekrar eden yapıları hem daha kolay takip eder hem de onlara daha güçlü şekilde tepki verir. Bu bağlamda, sahnede kurulan ritmik tekrar, oyunun tematik bütünlüğünden ziyade anlık algıya hitap eden ve çocuklarla doğrudan iletişim kuran bir yapıya sahip. Hatta bu ritmik yapı, yetişkinlerin anlam odaklı diyaloglarından çok daha etkili bir yere oturuyor. Çünkü çocuklar sahnede ilk olarak renge, harekete ve sese odaklanır; anlatılmak istenen “mesaj”dan çok, hissettikleriyle bağ kurarlar. Kırmızı Küre tam da bu noktada, çocukların algısal dünyasına hitap eden yapısıyla öne çıkıyor.
Oyunun finaline yaklaşırken Ester’in anneannesiyle yaptığı sohbet, anlatıyı neredeyse bir şiir gibi akıtmaya başlıyor. Bu sahnede, kırmızı kürenin güneşle özdeşleştirilmesi yalnızca estetik bir imge yaratmıyor; aynı zamanda oyunun duygusal ve metaforik yükünü yoğunlaştırıyor. Anneannenin söylediği “Güneş gittiğinde çiçekler onu merak eder” cümlesi, Ester’i bir çiçek olarak yeniden anlamamıza kapı aralıyor. Çünkü çocuklar da çiçekler gibidir aslında merakla büyür, ışığı takip eder, sevgiyle gelişirler. Ester’in merakla sorduğu sorular, onun sahnede bir çocuk olmaktan çok bir çiçek gibi açmasını sağlıyor. Köklerini hayal gücüne salıyor, ışığını ararken içsel büyümesini sürdürüyor. Bu metafor, oyunun görsel ve duyusal anlatımıyla birleştiğinde hem çocuk olmanın doğasına hem de büyüme sürecinin kırılgan ama dirençli yapısına güçlü bir şekilde temas ediyor. Oyun, yalnızca çocuklara değil, çocukluğun anlamını unutan biz yetişkinlere de soruyor: Işık gittiğinde merak etmeye devam edebiliyor muyuz?
Tüm bu öğeler bir araya geldiğinde Kırmızı Küre, yalnızca bir çocuk oyunu olmanın ötesine geçiyor; fiziksel tiyatronun diliyle inşa edilen düşsel bir iç dünya olarak sahnede yerini alıyor. Oyunculuklar, çocuklara bir hikâye anlatmaktan çok, onların hayal gücüne eşlik etmeye, o dünyaya ortak olmaya odaklanıyor. Oyun, çocuklar için sahnelenmiş olsa da aslında içimizdeki çocuğa da sesleniyor. Merakın, hayal kurmanın ve büyümenin ne demek olduğunu yeniden hatırlatıyor. “Çocuk olmak, kaybolduğunu sandığın hayal gücünü bir kırmızı kürede yeniden bulmaktır” cümlesi, bu anlatının belki de en özlü hali. Çünkü Kırmızı Küre, yalnızca sahnedeki çocuklara değil, merak etmeyi sürdüren her ruha seslenen bir büyüme hikâyesi. Ve belki de en çok, şu sade ama güçlü cümleyi fısıldıyor bizlere: “Merak ettikçe büyür insan, hayal kurdukça çocuk kalır.”
Not: Bu eleştiri yazısı 28. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali kapsamında (dört farklı üniversiteden yazarlık ve dramaturji öğrencilerinin katılımıyla) Doç. Dr. Tülay Yıldız Akgül ve Eleştirmen Bahar Çuhadar’ın birlikte yürüttüğü Tiyatro Eleştirisi Atölyesi kapsamında yazılmıştır.
* Düzce Üniversitesi Sanat,Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Anabilim Dalı Lisans 4