III. Richard – Schaubühne Berlin: “4. Duvarı Yıkan Bir Shakespeare Hipnozu!”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Yaşam Kaya

III. Richard, yönetmen Thomas Ostermeier’in ellerinde, Shakespeare’in metninin Almancaya çevrilmesi, onu Shakespeare’in sözlerine katı bir şekilde bağlı kalmaktan kurtarıyor ve sahnedeki oyunculara oynama özgürlüğü veriyor. Schaubühne Berlin grubunun uzun yıllardır sahnelediği oyunu 28. İstanbul Tiyatro Festivali’ nin kapanışında izlerken ilk izlenim olarak oyun için bunları düşündüm. Bundan önce de defalarca kez eleştirisini yazdığım ve genel olarak beğenmediğim Ostermeier bu sefer bambaşka bir çalışma ile bizleri büyülemeyi başardı. Oyunda Lars Eidinger, Damir Avdic, Caroline Haupt, Magdalena Lermer, David Ruland, Robert Beyer, Thomas Bading, Christoph Gawenda, Konrad Singer, Rudi Fischerlehner bu yeni, farklı, anlaması zekaya dayanan III. Richard yorumunda sahnede yer alan oyuncular. Bu akılları zorlayan çalışmaya 10 üzerinden 10 veriyorum. 25 yıllık eleştirmenlik hayatımda ilk kez bir oyun benden tam puan almış oluyor.

Shakespeare’in yeni dönem eserleri arasında sayılan III. Richard, Gül Savaşları olarak da bilinen İngiltere’de yaşanan iç savaş sırasında yaşanılan olayları kendisine konu edinir. Krallık tacını alabilmek için her kötülüğü yapabilecek bir yapıya sahip olan Gloucester Dükü Richard’ı anlatan oyun; merhametsiz olarak anılan sapkın bir kralın kendiyle yüzleşmesidir, hatta bir kötülük denemesi bile diyebiliriz. Gücün, yönetimin tek bir kişinin ya da agresif bir diktatörün eline geçmesi hikayesini konu alan III. Richard; çatışmalı karakterleri, çelişkili karakter yapısı, büyüleyici şiirsel dili, vakanüvisim dışı tarihe dayanan gerçekleri, iyi-kötü arasındaki güç savaşını aktarması sebebiyle hem tiyatroda hem de dünya tarihinde bir başyapıttır. Richard kötülük üzerine kurduğu mekanizması ile tüm dünya genelinde iktidar mücadelesi yapan hırslı diktatörlerin gerçek yüzünü gösteriyor bizlere.

Lars Eidinger’in III. Richard’ı seyirciye haykırdı oyunda; “büyük konuşmayı kaçırdın” diye seslendi tüm benliği ile. Shakespeare’ in yazdığı en kötü adamı, Yönetmen Thomas Ostermeier’in ellerinde Almanca’dan fırlamış sert bir kaya adeta. Tiyatronun dördüncü duvarı yıkılırken, insanı cezbeden bir mucize ile baş başa kalıyor izleyenler. Klasik İngiliz oyununun aksine bu güncel Shakespeare yorumunda Richard bir şey söyleyebiliyorsa ve söyleyecekse, Shakespeare’in ne yazdığını bilsek bile, bir sonraki hamlesinin ne olacağını asla bilemiyoruz. Richard’ın eylemleri ve kaprisleri sahnedeki karakterleri şaşırtırken etrafındaki insanlar kadar bizler de şaşkına dönüyoruz. Gösteride Richard sadece dördüncü duvarı yıkmıyor, tüm duygu akışıyla iktidar hırsını seyircinin üstüne yıkıyor ve bizi kendisi gibi düşünmeye ikna ediyor.

Ostermeier’in prodüksiyonu Richard “büyük konuşmasını” yapıyor yapmasına, ama oyun konfeti ve rock müziğiyle tamamlanmış, şatafatlı, orjivari bir partiyle açılıyor. Richard sahneye çıkan son karakter, koridorda yürüyen kardeşlerinin arkasından geliyor. Bu, Richard’ın karakterine dair önemli bir içgörü. İnsanların bilinmezliği olmasına rağmen, onları takip ediyor gibi görünüyor. İnsanlar onu biraz yavaşlatan, o gevşek ve kambur sırtının ötesini göremiyor, ancak o kelimenin tam anlamıyla karakterlerin arkalarında kalıyor. Kutlamalar sakinleştikten sonra Eidinger, fısıldamaya başlıyor kendi kendisine. Oyun mırıldanmalar, iç görüler, tehditkar konuşmalarla başlıyor. Kraliçe Margaret karanlık kehanetlerde bulunmak için geldiğinde, Richard arkasını dönüyor ve salonun koridorunda yürüyor, seyircilerle bütünleşip alaycı bir şekilde Margaret’i işaret etmek için komşusuna dönüyor. Ve bizler fark etmeden Margaret’i ciddiye almayı bırakıyoruz. İşte tiyatroda 4. duvar yıkılırken Ostermeier seyirciyi şartlı koşullandırma içine alarak, Richard’la bağ kurmamızı sağlamış. Bu bağ gerçekten inanılmaz. Kötüyü iyiye dönüştüren Hollywood yönetim tarzının üstünde bir bağ!

Ostermeier, Richard’ın argümanına her adımda gizlice yardımcı oluyor. Margaret rolünde cinsiyeti belli olmayan bir adamı oynatarak, onunla ilgili her şey performatif hale geliyor; Richard’ın ölüme göndermeyi umduğu iki genç prensi kuklalara dönüştürerek eylemlerini daha az kötü gösteriyor. Richard’ın çocukları idam etme kararını izlemek zorunda kalmıyoruz; o sadece tahta oyuncakları idam ediyor. Ölümlerin çoğunu sahne dışında tutan yönetmen, Richard’ın zaferlerine katılmamızı, ödüllerin tadını çıkarmamızı ve sonuçları görmezden gelmemizi kolaylaştırıyor.

Ostermeier’in prodüksiyonu, bir engellilikle yaşamanın gerçeklerini ele alan nadir bir prodüksiyon. Richard, kamburluğu ve aksaklığıyla başa çıkmanın bir yolunu bulmuş, aynı zamanda bunları bir örtü olarak kullanmış. Eidinger’in muhteşem biçimde canlandırdığı Richard, oturmak için bulabildiği her fırsatı akıllıca değerlendiriyor, bunu bir güç hamlesi olarak kullanıyor, oyuncunun bu hamlesi ile karakterleri ayağına getirtiyor. Ayrıca Eidinger bu rol yorumuyla, tanıştığımız ailenin bir parçası gibi görünen ilk kişilerden biri oluyor kalbimizde. İyi birisi olarak beynimize işlenen bir Richard var sahnede. Biz böyle düşünürken sahnedekilerin onun durağanlığını çaresizlikle karıştırmaları, karakterlerin ölümcül hatası oluyor. Eidinger’in Richard’ı, sistemin kuralları dışına çıktığında, oyunun bütünlüğünü terk ediyor ama ruhunu koruyarak yapıyor bunu. Oyuncuyu ayakta alkışlamalı.

Shakespeare’in metninde Richard’ın yıkılışı, kral olarak yeni bulduğu güvenliğin onu başkalarının ihtiyaçlarına boyun eğmekten alıkoyması nedeniyle gerçekleşir. Gücün amacı rahatlayıp, yaltaklanmayı bırakabilmek değil midir? Ancak Ostermeier’in Richard’ı sadece onu taçlandırmada yardımcı olan saraydaki insanları ihmal etmiyor; biz seyircileri de ihmal ediyor. Yaklaşık bir saat boyunca, dördüncü duvarı yıkmayı ve doğrudan seyirciyle konuşmayı unutuyor. Bilerek yapıyor bunu. Biz gerilirken, bazen sinirlenirken o da ne kadar yükselirse, sahnede yalnızlaşıyor ve sonunda Catesby’den başka neredeyse kimse kalmıyor çevresinde. Seyirci bile terk ediyor onu. Richard, seyircisine ihtiyacı olduğunu anladığında Buckingham’ı aşağılamak için bizden yardım istiyor, fakat her şey için çok geç, biz ondan kopmuş ve onu yargılamaya başlamışızdır.

Ostermeier, Shakespeare’in metnini katı bir şekilde uyulması gereken bir müzikal olarak değil, caz müzisyenlerinin standartları çalma şekliyle ele alıyor. Bu her performansın yeni bir şeyi keşfettiği ve üzerinde düşünülecek bir yapı. Tıpkı İngilizce Shakespeare yapımlarının yalnızca belirli temaları ön plana çıkarması gibi, Ostermeier de Richard’ın bir izleyici kitlesine olan ihtiyacını ele alıyor ve sonra bunu çarpıcı bir sona götürüyor. Richard’ın iktidara yükselişi onu izole ederken, Richmond ile son savaş, onu yok etmeye çalışanlarla değil, kendi şeytanlarıyla oluyor. Bu Richard sırdaşlarından oluşan bir izleyici kitlesi istiyordu, ancak o tahtına oturduğunda hayranlığımızı kaybetmiş durumda. Richmond’ı tamamen ortadan kaldıran Ostermeier’in son hesaplaşması Richard’ı dövüştürmekte buluyor. Richard çıldırabilir ama Ostermeier bu manyağı yönetirken asla aklını yitirmiyor.

Oyun modern Alman yapısında olsa dahi baştan sona Shakespeare’ in İngiltere’si canlandı sahnede. Ayrıca modern yapısının derinliklerinde Ostermeier’in ne istediğini bilen büyüleyici zekası salonun her karesinde hissedildi. İlk dakikadan son dakikaya kadar seyirciyi tek bir ana odaklayan yönetmene hayran olmamak elde değil!

Paylaş.

Yanıtla