Bebekler ve çocuklar için düzenlenen uluslararası bir sanat festivali olan Atta Festival, dans, tiyatro, performans, opera gibi alanlarda üretilmiş işleri 2016 yılından beri bebekler ve çocuklarla buluşturuyor. Son edisyonu 20 Kasım-8 Aralık tarihleri arasında düzenlenen festival kapsamında çeşitli oyun ve performanslar İstanbul, Eskişehir ve Diyarbakır’daki çocuklarla buluştu. Mimesis Sahne Sanatları Portali olarak festivalin kurucusu ve direktörü Hakan Silahsızoğlu ile Atta Festival ve çocuk tiyatrosu üzerine konuştuk.
Söyleşi: Cansel Kademli
Merhaba, öncelikle hoş geldiniz. Sizi tanıyarak başlayabiliriz.
Hakan Silahsızoğlu: İngiltere’deki Bristol Old Vic Theater School’da oyunculuk eğitimi aldım. Türkiye’ye döndükten sonra yaklaşık beş yıl kadar Talimhane Tiyatrosu’nda çalıştım. Ardından İngiltere’ye döndüm ve burada Atta Festival’in ilk adımlarını atmaya başladık. 2016 yılından bu yana festival direktörü, 2018’den beri ise farklı projelerde yaratıcı yapımcı olarak çalışıyorum. İlk başlarda yalnızca yetişkin tiyatrosu alanında çalışıyordum, çocuk tiyatrosuyla 2010’larda tanıştım. 2015 sonundan itibaren de ağırlıklı olarak bu alanda çalışmaya başladım. O dönemden bu yana daha çok çocuklara yönelik performans sanatları alanında çalışmalar yürütüyorum.
Peki Atta Festival ne zaman başladı? Kuruluş amacı neydi?
2016’da ilk festivalimizi gerçekleştirdik. Festivali her yıl kasım ayında, Dünya Çocuk Hakları Günü etrafında düzenliyoruz. 2015’in sonundan itibaren çalışmalara başladık ve İstanbul gibi bir metropolde çocuklara yönelik uluslararası ölçekte nitelikli ve kaliteli işlerin neden yer almadığı sorusundan yola çıkıp Atta Festivali başlattık aslında. Berlin’deki, New York’taki ya da Sydney’deki bir çocuk iyi ve kaliteli, uluslararası bir işi izleyebilirken bunun Türkiye’deki çocuklar için de mümkün olması gerektiğini düşündük. Bu şekilde festivalin tohumlarını atmış olduk. Bir sene süren bir hazırlık sürecimiz oldu. Bu hazırlık sürecinde de festivalin ismi; içerikte neler olması, nerelerin örnek alınması gerektiğine dair bir altyapı çalışması gerçekleştirdik. İlk sene Meksika’dan, İspanya’dan ve Fransa’dan birer ekip davet ettik. Türkiye’den de Akbank Sanat Çocuk Tiyatrosu, Eskişehir Şehir Tiyatroları ve Bakırköy Belediye Tiyatrosu’ndan birer çocuk oyunu festivalde yer aldı. İlk yıl, sürecin doğrularını ve yanlışlarını gördüğümüz, aynı zamanda festivali nasıl geliştirebileceğimize dair bir yol haritası oluşturduğumuz bir dönemdi. Atta şu anki yapısına, yani yaklaşık üç hafta süren yapıya 2017 itibariyle kavuştu. İlk yıl bebekler için özel bir performans getirmemiştik. 2017’den itibaren bebekleri de seyirci grubuna doğrudan dahil ederek festivali, “Bebekler ve Çocuklar İçin Uluslararası Sanat Festivali” olarak adlandırmaya başladık. Bu sayede, 0-12 yaş aralığındaki bebeklere, çocuklara ve tabii ki ailelerine ulaşmayı hedefledik.
Festivalde yer alan türlere baktığımızda ise tiyatro ve dans, artık festivalde her yıl yer alan, festivalin vazgeçilmez performans türleri hâline geldi. Bununla birlikte, daha farklı sanat dallarını bir araya getiren işlerin de festivale dahil edilmesini istiyorduk. Örneğin bu yıl ilk kez bir opera performansını festivale ekledik. Önümüzdeki dönemde ise çağdaş sirk alanını programa dahil etmek istiyoruz.
Festivalde gösteri sanatlarının farklı türlerinin bulunması hem çeşitlilik açısından hem de çocukların estetik anlayışını geliştirme, onlara farklı alternatifler sunma açısından çok önemli bence. Peki Atta Festival içeriğini oluştururken nelere dikkat ediyorsunuz? Kriterleriniz neler?
Festival kasım ve aralık aylarında gerçekleşiyor ancak biz yılın büyük bir çoğunluğunu festivalleri takip ederek geçiriyoruz. Yılın ilk yarısını festival ziyaretleriyle, oradaki sanatçılarla tanışarak ve bu alanda dünyada neler olup bittiğini gözlemleyerek geçiriyoruz. Bu esnada önümüzdeki yılın seçkisine hangi oyunların dahil edilebileceğini planlamaya başlıyoruz.
Oyunları seçerken en önemli kriterlerden bir tanesi bir hikaye anlatıyor olması. Bu hikaye, soyut bir şekilde de anlatılabilir, daha somut bir üslupla da. Anlatılan hikaye veya kullanılan anlatım tarzı ne olursa olsun, sahne dilinin güçlü olması büyük önem taşıyor. Yani dekoru, ışığı, sesi ve varsa diğer efektleri oyun dünyasına içkin bir şekilde kullanıyor olması gerekiyor. Temel kriterin iyi bir hikaye ve iyi bir reji olduğunu söylemek mümkün. Bununla birlikte çocuk tiyatrosu dendiğinde akla gelen klişeleşmiş, abartılı oyunculukların da olmaması gerekiyor sahnelemede. Oyunların çocukların bir birey olarak, bir seyirci olarak keyif alabilecekleri, hayal güçlerini zorlayabilecekleri ya da onları bazı düşüncelere sevk edecek bir yapıda olması gerekiyor.
Bunun yanı sıra yaş kriteri de bizim için önemli bir faktör. Örneğin, bir oyun “3 yaş ve üzeri” olarak belirtilmişse, gerçekten o yaş grubuna hitap etmesi gerekiyor. Tabii ki bu yaş kategorileri ülkeler ve kültürler arasında bazı farklılıklar gösterebiliyor. Bununla beraber hedef kitlemize uygun bir oyun seçmek de kriterlerimiz arasında. Örneğin, 14-15 yaş ve üzeri gruplar için harika oyunlar izleyebiliyoruz. Ancak bu yaş grubu bizim hedef kitlemiz olmadığı için, oyunu çok özel bir bağlama oturtamıyorsak maalesef getiremiyoruz. Çünkü diğer tarafta değerlendirmemiz gereken pek çok oyun bulunuyor ve önceliklerimizi hedef kitlemize göre belirlemek durumundayız.
Kısacası en önemli kriter, nitelikli ve çocuğu ciddiye alan oyunlar olması. Performanslar bu kriterleri karşılıyorsa her performansı kendi türü içinde değerlendirip altyapı sağlayabileceğimiz oyunları seçiyoruz. Bağımsız bir sanat kuruluşu olduğunuzda -ki olmasanız da bu çoğunlukla böyle- seçkinizde belli kısıtlamalara gitmek durumunda kalıyorsunuz. Her zaman bütçeye bağlı oluyor bütün bu işler. Bizim programladığımız seçkide yer alan oyun ve performansların çoğu daha samimi ve ufak salonlarda oynanabiliyor. Elli ila yüz elli kişilik sahnelerde sergilenebilecek işleri tercih ediyoruz.
Zaman zaman, çocukların daha büyük salonlarda izleyebileceği, estetik dünyalarını ve algılarını geliştirebilecek oyunlar da seçiyoruz. Bu tür oyunlar ticari unsurlar içerebilir, ancak seçtiğimiz grupların sadece ticari kaygılarla hareket etmemesine özen gösteriyoruz. Amacımız, çocukların bu tür oyunlarla temas etmesini sağlamak ve dekoruyla ihtişamlı görünen bu işleri deneyimlemelerine fırsat vermek.
Özetle hem içerik hem de teknik ve bütçe açısından değerlendirme yaparak, elimizdeki imkanları göz önünde bulundurarak nihai programı oluşturuyoruz.
Tam bıraktığınız yerden, festivalin ekonomik boyutuna da değinmek istiyorum. Ülkenin mevcut ekonomik koşulları bu tür bir festival organize etmeyi nasıl etkiliyor?
Aslında Türkiye’de kültür sanat alanında destek alsanız dahi işleri yürütmek zor, bizim gibi herhangi bir yerden düzenli bir destek almayan kuruluşlar için işin ekonomik kısmı daha da zorlayıcı olabiliyor. Buradaki en büyük zorluk, ekonomik kısıtlamalar nedeniyle getirmek istediğiniz bazı işleri programa dahil edememek. Bunun yanında ekonomik güçlükler festivalin kamusallaşmasını da olumsuz yönde etkiliyor. Örneğin reklam bütçeniz çok kısıtlı oluyor. Bu da ulaşabileceğimiz okul sayısı, öğrenci sayısı ya da seyirci sayısı anlamında bizi kısıtlayabiliyor. Bunu şu şekilde deneyimliyoruz: Çocuk tiyatrosu alanında çalışan veya çocuğu olan birisiyle karşılaştığımızda, “Festivalden haberiniz var mı?” diye sorduğumuzda, “Nasıl haberim olmaz, 8 yıldır devam ediyormuş!” gibi tepkiler alabiliyoruz. Bu durum, kısıtlı bütçeler nedeniyle ulaşamadığımız bir kitle olduğunu gösteriyor bize.
Bir diğer taraf ise ekibe alacağımız kişi sayısını etkiliyor olması. Daha iyi bir bütçeniz olduğunda daha geniş bir ekiple çalışabiliyorsunuz. Ancak bu sene ekipteki herkes gerçekten müthiş çalıştı, bu sene festival sürecinde pozitif değerlendirdiğimiz unsurlardan biriydi bu. Sahada geniş bir ekibimiz vardı ama daha iyi bir bütçeyle ekip genişlemeye müsait.
Üçüncü etki alanı ise bilet fiyatları. Daha düzenli bir şekilde destek alabilen bir organizasyon olsaydık, bilet fiyatlarımız daha uygun olabilirdi. Yine de bağımsız bir organizasyon olarak, diğer etkinliklerle karşılaştırıldığında bilet fiyatlarımızın hâlâ makul olduğunu düşünüyorum. Bu yıl enflasyona rağmen bilet fiyatlarını çok arttırmak istemedik, çünkü her ebeveynin ekonomik durumundan bağımsız olarak, festivalde en az bir oyuna çocuğuyla beraber katılabilmesini sağlamak istedik. Yine de, destek alabilseydik bilet fiyatlarımız daha da uygun olabilirdi, belki yarı fiyatına bile satış yapabilirdik.
Ekonomik zorluklar açısından iş birlikleri önemli bir yer tutuyor. Pandemi dönemindeyken, geriye dönüp baktığımızda yaklaşık 75 iş birliği vardı; belediyeler, yurt dışı kurumlar, okullar ve sivil toplum kuruluşları gibi çeşitli alanlarda. Ancak şu anda bu sayı, sekizinci senenin sonuna geldiğimizde yüzün üzerine çıktı. Bu, bizim en önem verdiğimiz şeylerden biri. Mümkün olduğunca farklı kurumlar ve inisiyatifler ile sürdürülebilir ve uzun vadeli olacak şekilde çalışmayı hedefliyoruz.
Biraz da Türkiye’deki çocuk tiyatrosu ile ilgili fikirlerinizi almak istiyorum. Hem sanatçılar hem kültür politikaları hem de ebeveynlerin buraya dair tutumlarıyla ilgili gelişmesi gereken şeyler neler sizce?
Aslında Türkiye’de genel olarak baktığımızda çok iyi bir yaratıcı insan gücü var. Yani yönetmeninden oyuncusuna, ışık tasarımcısından sahne tasarımcısına işinde iyi olan pek çok insan var. Bununla birlikte anlatabileceğimiz birçok hikaye var. Ama nedense, çocuk tiyatrosuna dair farklı bir mantalite var. Çocuk tiyatrosu “daha kolay ve ucuz” görülüyor, “Nasıl olsa çocuklar bundan eğlenir, onları kandırırız” gibi bir yaklaşım benimseniyor. Bu yüzden yetişkin tiyatrosundaki özen, çocuk tiyatrosunda gösterilmiyor. Ne yazık ki Türkiye’de gerçek anlamda nitelikli ve sürdürülebilir çocuk tiyatrosu yapan ekip sayısı oldukça az, bu çok üzücü. 80 milyonluk bir ülkede, gerçek anlamda nitelikli ve sürdürülebilir bir şekilde iyi çocuk tiyatrosu yapan ekip sayısı 10’u geçmiyor. Bu kadar az sayıda ekip olması, ekonomik koşullar ve benzeri sebeplerle de açıklanabilir. Ancak özel tiyatrolar arasında bu alana genellikle ticari bir bakış açısıyla yaklaşıldığı için, çocukları kolayca eğlendirebileceğini düşünenler nitelikten uzaklaşıyor. Burada ebeveynlere de çok iş düşüyor. Ebeveynler, çocuklarını salona bırakıp dışarı çıkmak yerine, oyunları birlikte izlemeli ve eğer oyun kalitesizse geri bildirimde bulunmalılar. Bir ebeveynin, “Bu oyun çocuklar için, benim için değil” yaklaşımını terk edip, “Bu oyunla beraber çocuğumla ortak bir anı paylaşıyoruz ve belki hayatım boyunca unutmayacağım bir deneyim yaşıyoruz” diye düşünmesi gerekiyor. Bir yetişkinin izlemek istemediği kötü bir oyuna para verip gitmeyeceğini düşünerek, “Neden bunu çocuğuma yapıyorum?” sorusuyla hareket etmesi gerekiyor. Bu noktada, sadece seyircilere değil, belediyelerin kültür merkezleri ve diğer tiyatro salonlarına da büyük sorumluluk düşüyor. Her oyunun, o merkezin programına kabul edilmeden önce dikkatle değerlendirilmesi gerekiyor. Assitej Türkiye gibi çocuk ve gençlik tiyatrosu alanında çalışan kurumlardan danışmanlık alınması bu alandaki niteliği artırabilir.
Dünya genelinde de ticari bakış açısıyla hareket eden tiyatrolar var, ancak çoğu estetikten ve kaliteden yoksun değil. Burada dikkat edilmesi gereken şey, ticari kaygılar nedeniyle nitelikten ödün verilmemesi. Türkiye’de düşülen en büyük hatalardan biri, çocuğu ciddiye almadan eğlendirme amacını güden yaklaşımlar ve nitelikli bir şey sunmadan da çocuğun haz alabileceğine dönük bakış açısı. Pek çok oyunda hâlâ çocuk sesiyle oynamaya çalışan yetişkin oyuncuların, özensiz dekorların olduğunu görüyoruz. Bu tarz oyunlar çocukların hayal gücüne de ket vuruyor. Bir çocuk, o tarz oyunlar yerine bir kitap okusa ya da müzik dinlese hayal dünyasını daha fazla genişletebilir.
Çocuk tiyatrosu alanında değişim elbette zaman alacak bir süreç. Ancak belediyeler, kurumlar ve ailelerin birlikte dayanışma içinde çalışmasıyla, Türkiye’de çocuk tiyatrosu daha iyi bir yere gelebilir. Umarım önümüzdeki 10-20 yılda daha nitelikli çocuk tiyatrosu yapan ekip sayısı artar. Bu sayede seyirciler de daha memnun olur ve bu ekipler farklı yerlerde sahne alır. Hatta yurt dışına açılabilirler.
Bunlardan bahsederken aklıma okullara getirilen gösteriler geldi. Orada çocukların başına bir öğretmen koyup çocuğun sıkıldığını ya da izlediği şeyi beğenmediğini göstermesinin de önüne geçilmiş oluyor. Çocuk ses çıkarırsa, sıkılırsa öğretmenler azarlıyor genelde. Bir de özenilmemiş oyunlar çocuklara tiyatro etkinliğini yanlış tanıtma işlevi de görüyor bence.
Tabii kesinlikle. Biz kendi yaptığımız oyunlarda ya da gittiğimiz festivallerde biri “şşşt, sus” vs. desin istemiyoruz mesela. Çocuk istediği gibi tepki verebilir zaten. Hatta yanlış hatırlamıyorsam yurt dışındaki festivallerin birinde “şşt” demek, çocuğu sessiz olması için uyarmak yasak. Festivalin kurallarından biri bu. Bir de bu durum gruplara göre değişebiliyor. Örneğin bir okulda oyun sergiliyorsanız çocuklar birbirini tanıdığı için oyunu izlerken daha rahat oluyorlar, beraber daha çok eğlenmek istiyorlar. Bu da çok doğal bir şey. Ama çocuğun yaşına uygun, nitelikli bir oyun sergilediğinizde çocuk onu pür dikkat izliyor, oyundan etkilendiği için tepki veriyor. Bu bence çok güzel bir şey. Bazı oyunlarda “Sıkıldım artık!” diyor çocuk. Bence bu, çocukların kendilerini istediği gibi ifade edebilmesi açısından çok güzel bir özgürlük.
Atta Festival ekibi olarak çocuk tiyatrosu alanında kendi üretimleriniz de var. Bu üretimlerde nelere dikkat ediyorsunuz?
Atta’nın prodüksiyonlarının çoğu uluslararası iş birlikleriyle ürettiğimiz performanslar. Burada genellikle festivalimize kendi oyunlarıyla katılan, tanıştığımız ekiplerle çalışıyoruz. Örneğin Hollanda’dan Bonte Hond ekibini iPet adlı oyunlarıyla davet etmiştik. Çocuğun hayal gücünü geliştiren, sahneleme anlamında çok başarılı bir oyundu. O ekiple çocuk tiyatrosu alanına aynı yerden baktığımızı hem oyunlarını izlediğimizde hem de buradaki görüşmelerde anlamış olduk. Örneğin Tavşan Aranıyor adlı oyun benim 2012’de bu ekipten izlediğim bir oyundu. Bu oyun tıpkı bizim biraz önce konuştuğumuz gibi gerçekten nitelikli, çocuğu ciddiye alan bir oyun. Bir hikaye anlatan, bunu da fiziksel tiyatro unsurlarıyla besleyen bir yapısı var. Bunun yanında oyunun mobil ve esnek bir yapısı var, illa ki ışığın olması gerekmiyor, ses sistemine ihtiyacı yok, dolayısıyla pek çok mekanda sahnelenebilecek, birçok engeli en başta aşan bir oyun. Bu oyunu, oyunun Hollandalı yönetmeniyle Türkiye’ye adapte ettik. Oyun, 2018 yılının kasım ayında prömiyer yaptı ve hâlâ repertuarımızda. 150’den fazla temsil yaptık, Türkiye’de Van, Bodrum gibi pek çok yere gitti. Yurt dışında Lefkoşa, Kopenhag ve yönetmenin tiyatrosunun bulunduğu Rotterdam’da da sahnelendi.
Yani çocuk tiyatrosu alanına aynı vizyondan baktığımız sanatçılarla çalışmayı tercih ediyoruz. Bully Bully adlı oyunumuzda René Geerlings ismindeki yönetmenle çalışmaya devam etmek istedik, bu sefer sıfırdan bir iş birliğine giriştik. 2023 yılında ortak prodüksiyon olan oyunumuz Hollanda’da “En İyi Çocuk Oyunu Prodüksiyonu” ödülüne layık görüldü. Şu ara Sydney Opera House’da sahneleniyor. Çocuklar için gerçekten nitelikli ve kaliteli işler yapmaya odaklanmış, onları ciddiye alan yönetmenlerle çalışmayı tercih ediyoruz. Bazen belli bir konsept üzerinden ilerliyoruz bazen de projeleri ihtiyaçlara ve mevcut imkanlara göre şekillendiriyoruz. Örneğin Pezzettino adlı oyunu yapmayı düşündüğümüzde, oyunun daha önce Eskişehir Şehir Tiyatroları’nda Parçacık adıyla sahnelendiğini bilmiyordum. Eskişehir Şehir Tiyatroları, şehir tiyatrosunun kadro imkanlarından da yararlanarak, geniş bir kadroyla ve Black Light tekniği kullanarak sergilemişti bu oyunu. Biz ise farklı bir şey yapmak istiyorduk. Ekibimiz daha küçüktü ve mobil bir oyun olması gerekiyordu. Yani, iki ya da en fazla üç kişiyle sahnelenebilecek, hatta ışık ekipmanı olmayan mekanlarda bile oynanabilecek bir versiyon düşündük. Bu noktada, yönetmen Ali Eyidoğan ile görüştük. Ali, Eskişehir Şehir Tiyatroları’nda da oyunun yönetmenliğini yapmıştı ve oyunculuğuna, yönetmenliğine güvendiğimiz bir isimdi. Kendisine bu fikrimizi aktardık ve o da bu yaklaşımı benimsedi. Böylece oyunu daha esnek ve taşınabilir bir formatta yeniden ele aldık.
Benzer bir süreç Kabuk adlı oyunumuzda da yaşandı. Daha önce Boş Sahne ekibini festivale davet ettiğimizde Semih Ali ile tanışmıştık. Çocuklar için yaratıcı, nitelikli ve etkileyici işler yapmaya dair ortak bir vizyonumuz olduğunu buradaki sohbetlerimizden anlamıştık. İstanbul Tiyatro Festivali bizimle iletişime geçip bu yıl Gülriz Sururi Engin Cezzar Tiyatro Teşvik Ödülü’nü “Depremden etkilenen illerde sahnelenmek şartıyla Atta Festival’e vermek istiyoruz,” dediğinde, aklımıza ilk gelen isim Semih Ali oldu. Hemen kendisini aradım ve birlikte neler yapabileceğimizi konuştuk, yol haritasını belirledik.
Bizim için bir projede, sadece yönetmenin değil, dramaturgun, dekorcunun ve diğer tüm ekip üyelerinin aynı bakış açısını taşıması çok önemli. Çocuklara ciddiyetle yaklaşmaları, onların hayal dünyasına katkıda bulunacak işler üretme anlayışını paylaşmaları gerekiyor. Böyle bir uyum olduğunda, ortaya çıkan iş nitelikli oluyor. İşte o zaman çocukların gelişimine katkıda bulunan, hayal dünyalarını zenginleştiren ve onlara gerçekten dokunan işler ortaya çıkıyor.
Bunun yanında Engelsiz Atta’dan da bahsetmek isterim. 2020 yılından beri Atta’nın içinde Engelsiz Atta isminde bir birim oluşturduk. Burada özel gereksinimli çocuklara yönelik adapte edilmiş oyunlar, performanslar yapıyoruz. İlk yaptığımız iş, “Yumurtadan Çıkan Fil” oyunumuzun adaptasyonuydu. Bu oyunu otizmli çocuklar için adapte ettik. Bu oyunu İstanbul ve İzmir’de sergiledik, ayrıca Tel Aviv’de yalnızca nörolojik farklılıkları olan çocuklara yönelik çalışan ve birlikte iş yaptığımız Safe Place Festivali’nde yer aldık. İki temsil verdik orada da. Bu birimdeki çalışmalarımız bizim için çok önemli çünkü birçok ekip gibi öğrenmeye devam ettiğimiz bir alan. Bu işin bir sonu yok, özel gereksinim ihtiyacı olan çok farklı gruplar var. Sadece otizmde bile spektrum çok geniş ve bazı durumlarda hangi grubu kapsayacağınıza yönelik ayrımlar yapmak durumunda kalabiliyorsunuz.
“Yumurtadan Çıkan Fil”den sonra takip ettiğimiz ve sevdiğimiz ekiplerden biri olan İskoçya’daki Barrowland Ballet ekibinin yapmış olduğu “Poggle” ismindeki bir oyunu “Ben ve Poggle” olarak Türkiye’ye adapte ettik. Bu adaptasyon daha geniş bir özel gereksinimli çocuk ve genç grubuna hitap ediyor. Yani serebral palsili, down sendromlu ya da otizmli bir çocuk ya da genç oyunu izleyebilir.
Bu oyunlar seyirci sayısı açısından da farklılaşabiliyor. Örneğin, oyunun orijinal versiyonu olan “Poggle”ı 150 kişiye rahat oynayabiliyorken, oyunun özel gereksinimli çocuklar için adapte edilmiş çalışması olan “Ben ve Poggle”ı en fazla sekiz özel gereksinimli çocuk ve gence oynuyoruz. Çünkü oyunlarımızda onlarla bire bir etkileşime geçiyoruz. Bu, bizim için de kıymetli bir deneyime dönüşüyor. Hatta bizim için oyunların adapte edilmiş versiyonları çok daha keyifli oluyor. En başta oyundaki bütün sürprizleri seyirciye söylüyoruz. Oyuncular seyircilerin yanlarına gidip merhabalaşıyor, oynadığı rolü söylüyor. Oyun gösterimi esnasında da dördüncü duvar yok, çocuklar istediği gibi sahneye girebiliyor, dans edebiliyor, hareket edebiliyor. Bunlar oyunun kendi aksiyonu içerisinde gerçekleşiyor, örneğin “Ben ve Poggle” adlı oyunumuzun bir bölümünde dansçılar ve müzisyenler çocukları sahneye davet ediyor. Bu oyunu beraber dans ederek bitiriyorlar mesela, oyunun orijinal versiyonunda seyirci kapasitemiz daha fazla olduğu için bunu yapamıyoruz.
Bunun yanında bu oyunlara sadece özel gereksinimli çocuklar gelmiyor. Onların aileleri de oyunu seyrediyor ve oyun, onlar için beraber sosyalleşebildikleri bir deneyime dönüşüyor. Bu bizim için çok kıymetli çünkü bunu normalde pek yapamıyorlar maalesef. Özel gereksinimli çocuklar ve bireylere uygun ortamlar oluşturulmuyor.
Bu sene Engelsiz Atta kapsamında festivalin içinde halka açık bir şekilde tanıtımını yapmadığımız, kapalı devre yürüttüğümüz bir etkinlik yaptık. Bebekler için tasarladığımız “Bak Orada Ne Var!” isimli oyunumuzu özel gereksinimli çocuklar için “Duyu Bahçesi” ismiyle adapte ettik. Bu oyun, 1 Aralık’ta Artİstanbul Feshane’de, İBB’nin Dünya Engelliler Günü kapsamında düzenlediği etkinlikler arasında sergilendi. Bu oyuna 0-6 yaş grubundan altı çocuk davet ettik. Çocuklar aileleriyle birlikte geldi. Onlar ve İBB Engelliler Müdürlüğü’nden gelen yetkililerle beraber güzel bir deneyim yaşadık, o günü beraber anlamlandırmaya çalıştık.
Bu konuda yerel yönetimlere çok iş düşüyor. Biz yerel yönetimlere kültür merkezlerinde cumartesi ya da pazar günü çocuk oyunu varsa en azından ayda bir defa özel gereksinimli çocuklar ve gençler için de bir tane oyuna yer vermeleri çağrısında bulunuyoruz. Çünkü bu çocuklara yönelik özel bir programlama yapma yükümlülükleri var, bu etkinlikler özel gereksinimli çocukların, gençlerin ve onların ailelerinin de hakkı.
Engelsiz Atta kapsamında, oyunlarımızın yanında bu alanda çalışan farklı ülkelerden uzmanları da davet ediyoruz. Örneğin Amerika’dan Kevin Spencer isminde, sihir ve terapi ilişkisi hakkında yaptığı araştırmalar ve bu konuda aldığı tescille tanınan bir sanatçıyla çalıştık. İstanbul ve Mersin’de 30 tane atölye yaptı ve rehabilitasyon merkezleri ve özel eğitimin olduğu devlet okullarında çocuklarla buluştu. Bu alanda çalışan insanlarla bir araya gelerek, birlikte gelişerek bu çalışmaları yapmaya devam ediyoruz.
Engelsiz Atta kapsamında oynadığınız oyunların gelir açısından nasıl bir farkı oluyor peki? Bu oyunlarda çocuklara sağlıklı bir ortam sunabilmek için seyirci sayısının daha az olması lazım dediğiniz gibi. Bu bağlamda kurumlardan mı destek alıyorsunuz?
Tabii. Bu oyunları seyirci sayısından dolayı biletli yapmamız çok zor. Standart bir bilet fiyatını ödeyebilecek aileler var ama burada kapasite çok düşük olduğu için bu oyunların muhakkak bir sponsor veya kamu kurumu tarafından karşılanıyor olması gerekiyor, ki bu biraz önce de belirttiğim gibi bu bireylerin hakkı. Nasıl ki diğer çocukların kültür sanata erişim hakkı varsa bu çocuk ve gençlerin de hakkı var.
Çocuk tiyatrosunda okullar da işin çok önemli parçası çünkü çocuklar çoğunlukla okulda. Sizin bu bağlamda okullarla herhangi bir iş birliğiniz var mı? Oyunlarınızı özel okullar ve devlet okullarında sahneleme sıklığınız değişiyor mu?
Aslında tüm okullarda oynamak istiyoruz tabii ki. Oran olarak baktığımızda özel okullara daha çok gidiyoruz ancak iki tarafta da çeşitli sıkıntılar var. Özel okulların bir kısmı; tiyatro oyunu ya da performansın kalitesi, çocuğa olan etkisi gözetilmeden ucuz olana yöneliyor. Biri yirmi diğeri otuz birimse “ikisi de tiyatro, ucuz olanı alayım” gibi bir anlayış oluşuyor. Devlet okullarında ise bu ilişki yöneticilere bağlı olarak gelişiyor. Ancak devlet okullarında bilet fiyatlarını, ailelerin maddi durumundan dolayı epey düşürmeniz gerekiyor. Bu bizim açımızdan çok büyük bir engel yaratıyor çünkü bizim herhangi bir oyunumuzun maliyeti, her şeyi profesyonel ve kayıtlı olarak yaptığımız için diğer pek çok grubun üç-dört katı oluyor. Bunun yanında okulların MEB’ten ne kadar destek aldığını bilmemekle beraber bu destek yeterli olmadığı için devlet okulları gelen tiyatro ya da başka bir etkinlikten komisyon alıyor. Bu komisyon yüzde elliyi buluyor. Bu çok ciddi bir oran. Oyunu ortaya koyan ekibin emeğinin karşılığı olan ücretin yarısını okul hiçbir şey yapmadan sizden talep ediyor. Burada büyük bir handikap var. Devletin normalde okullara belli bir bütçeyi sadece kültür-sanat için vermesi gerekir, yurt dışında böyle örnekler var. Temizlik, eğitim araç gereçleri, kitaplar dışında belli bir bütçenin okullara kültür-sanat faaliyetleri için verilmesi gerekiyor. Türkiye’de çocuk tiyatrosunun bence bu kadar niteliksiz olmasının sebeplerinden biri de maalesef bu boşluk. Çünkü okullara gidip çok cüzi rakamlara oyun sattığını düşünen ekipler var ve çoğu profesyonel değil. Çünkü bunu düzenleyen kurallar yok. Eğer burada böyle bir boşluk olmasa zaten bu işi yapan profesyonel tiyatro sayısı azalmaz ama bunu daha iyi yapan insanların sayısı artar, ondan eminim.
Bu sene Atta Festival’deki oyunların bazıları Diyarbakır ve Eskişehir’de sergilendi. Oradaki çocuklarla buluşmanız nasıldı, festival ilgi gördü mü?
Aşağı yukarı her festivalde en az bir oyun başka şehirlere gidebiliyor. Bu durum tabii ki oyunların yapısına, turne yapma imkanının olup olmadığına bağlı. Bu yıl “GO!” Eskişehir’e gitti, “Bloom” adlı performans da depremden etkilenen illere turne yaptı. Bir hafta boyunca Hatay’da, Diyarbakır’da, Maraş’ta sergilendi. Anadolu’ya gittiğimizde oraya İstanbul’daki kadar çok kültür-sanat etkinliği gitmediği için aileler de çocuklar da daha samimi ve ilgili olabiliyor. Daha sıkı takip ediyorlar ve daha samimi bir iletişim, etkileşim ve paylaşım oluyor aslında.
Bu bizi mutlu ediyor. Pandemiden sonra yani 2021’den itibaren deprem bölgesine ya da farklı şehirlere tekrar tekrar gittiğimiz için orada da bir seyirci kitlesi oluşturmuş olduk. Atta İstanbul merkezli ve tabii ki bizim en öncelikli amaçlarımızdan biri İstanbul’da mümkün olduğunca çok çocuğa ulaşabilmek ama son birkaç yıldır özellikle pandemiden sonra diğer şehirler bağlamında da büyük bir gelişme kaydettik. İKSV veya bölgedeki STK’larla yaptığımız iş birlikleri neticesinde 2023 yılında 13 ilde 109 etkinlik gerçekleştirdik. 13 ilde çocuklarla buluşmak gerçekten çok kıymetli bir şey.
Bunun yanında biz bir oyunu paylaştığımızda diğer şehirlerdeki seyircilerimiz o oyunu kendi şehirlerinde izlemeyi talep edebiliyor. Örneğin bir seyircimiz vardı. Normalde Çanakkale’de yaşıyormuş ama çocuğuyla İstanbul’a gelmiş ara tatilde ve bizim oyunumuzu izlemişler. “Keşke Çanakkale’ye de gelseniz, oradaki çocuklar da bu oyunu izlese” diye bir paylaşımda bulundu bizimle.
İstanbul dışında çocuk tiyatrosu oyunlarının az olduğunu söyleyebiliyoruz o zaman, değil mi?
Ankara ve İzmir’de belki o kadar fark yoktur ama diğer şehirlerde İstanbul’a kıyasla çok az. Zaten o şehirde şehir tiyatrosu yoksa belki birkaç tane özel tiyatro oluyor. Devlet tiyatrosu varsa onlar da çok az oynuyor. Özellikle Anadolu’da İstanbul kadar sahne açmıyorlar.
Dolayısıyla oradaki çocukların erişebildiği oyun sayısı maalesef çok az oluyor. Daha çok AVM’lerdeki etkinliklere gidebiliyorlar. O anlamda çocuklar farklı şehirlerde, farklı kapasitelerde işler izleyebiliyorlar.
Bu sene Atta Festival kapsamında Türkiye’de çocuk tiyatrosu yapan ekiplerin yurt dışındaki festival yöneticilerine oyunlarını sergiledikleri bir showcase düzenlediniz. Oradaki deneyiminiz nasıldı?
Aslında biz iki sene önce bunun bir denemesini yaptık. Yurt dışından üç farklı festivalin yöneticisini davet ettik. Bu bizim için tıpkı festivalin ilk yılındaki gibi neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamamız açısından faydalı olmuştu.
Bu sene ilk kez tam teşekküllü bir showcase düzenledik. Başvurmak isteyen ekipler için bir açık çağrı yaptık. Otuz oyun başvurdu, biz otuz oyundan on tanesini sunmak istedik.
Showcase’in delegasyonunu oluşturmak için 2016’dan beri takip ettiğimiz festivallerde sürekli karşılaştığımız ve fikir alışverişinde bulunduğumuz festival yöneticileriyle, yaklaşık 35-40 kişiyle iletişime geçtik. Uygun olup gelebileceklerin sayısı 12 oldu ki bu çok ciddi bir sayı Türkiye için baktığımızda. İçlerinde Edinburgh’daki, Belçika’daki, İrlanda’daki çocuk festivallerinin yöneticileri vardı. Avrupa’daki en iyi üç festivalin yöneticisi buradaydı. Bunun dışında Çin’le, Latin Amerika’yla bağlantılı çalışan festival yöneticileri de vardı. Bu sayede birçok kıtaya ulaşabilecek bir showcase etkinliği düzenlemiş olduk. Buraya gelen delegasyon ilk defa Türkiye’de bir oyun izlemiş oldu. Bizim en büyük problemlerimizden bir tanesi de bu. Ekonomik ya da başka sebeplerden dolayı nitelikli oyunların yurt dışına çıkamaması. Bu noktada showcase çok büyük bir kapı araladı.
Showcase’in yanı sıra Akbank Sanat’ta iki tane panel yaptık. Gelen uluslararası misafirler bu panellerde konuşmacı oldu ve kendi deneyimlerini paylaştılar. Bu bağlamda sadece showcase’e katılan ekiplere değil, bu alanda çalışan profesyonellere yönelik bir paylaşım ortamı da oluştu. Bunun devam etmesini istiyoruz.
Bunun yanında gelen misafirlere buradaki ekiplerin kendilerini nasıl geliştirebileceğini de sorarak geri bildirimler de aldık. Umuyorum ki showcase ileriki senelerde ekiplerin kendilerini geliştirmesini ya da yurt dışındaki festivallere gidip sahne almasını sağlayacak. Ama bunlar uzun süreçler. Benim de farklı ülkelerden gördüğüm 3 ila 5 yıl arasında süren bir süreç aslında bu. Örneğin Şili’deki oyunlar böyle çalışmalarla 5 yılda belli bir aşamaya geldi ve uluslararası ağlara girmeye başladı. Dolayısıyla bahsettiklerim, bugünden yarına olabilecek şeyler değil ama ilk adım olarak bence güzel bir iş yaptık. Hatta iletişime geçtiğimiz bazı festival yöneticilerinden gelemeyenlerde de showcase bir merak uyandırdı ve sonrakilere gelmek istediklerini söylediler. Ama onları tekrar çağırmamız için iyi işlerin sunulacak hâle gelmesi gerekiyor.
Oyun gösterimleri dışında yıl içinde düzenlediğiniz başka etkinlikler oluyor mu? Atta Festival’in etkinlikleri ve oyun gösterimlerini nasıl takip edebiliriz?
Aslında festivalde profesyoneller için de etkinlikler oldu. Oyun gösterimleri dışında, festival kapsamında iki tane atölye gerçekleştirdik. Hermit oyununun yönetmeniyle profesyonellere yönelik iki gün süren bir atölye yaptık. Bunun dışında GO! ekibi üçer saatlik iki masterclass düzenledi. Çocuk ve gençler diyebileceğimiz daha genç bir grupla ve çağdaş dans eğitimi alan lisans bölümü öğrencileriyle çalıştılar.
Bizim iletişim için en aktif kullandığımız yer ise sosyal medya şu anda. Etkinlerimizden haberdar olmak isteyenler Instagram’daki @attafestival adlı hesabımızı ve attafestival.com’u takip edebilirler. Buralarda güncel olarak bütün oyunlarımızın ve etkinliklerimizin duyurularını yapıyoruz.
Çok teşekkür ederiz.