[Okan Çil’in Gazete Duvar’da yayınlanan yazısının bir kısmını paylaşıyoruz.] Tiyatro sahnesinin ilklerinden Afife Jale’nin hayatını ve bir öncü olarak gelecek kuşaklara kalan mirasını Afife oyununun yönetmeni Serdar Biliş ve yazar Selin Cankı Ceylan anlattı.
“Bu dünyada kadın olmanın gereği
Var olmak istiyorsan yanman gerek.
Yanarken peşinden gelenlerin yolunu aydınlatman,
Kendini feda etmen gerek.”
Bu cümlelerle kendini tanıtıyor “Afife”.
Oyuncu kadrosu yıldızlar geçidi gibi: Demet Evgar, Tilbe Saran, Necip Memili, Bora Akkaş, İdil Sivritepe, Bedir Bedir, Orkuncan İzan diye uzuyor.
“Afife” yoluna alkışlarla devam ederken biz de oyunun yönetmeni Serdar Biliş ve yazarı Selin Cankı Ceylan’a sorularımızı yönelttik.
‘AFİFE BİR GÜN DEMET İLE KAHVE İÇERKEN BELİRDİ’
Afife Jale hakkında bir oyun yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
Serdar Biliş: “Afife” bir gün Demet ile kahve içerken belirdi. O zaten sahnelerimizde hayalet gibi dolaşarak cesaretimizi kamçılayan bir varlık. Biraz yakınına uzanıp dokunmak istedik. Afife Jale bir ilk. İlk olmak, öncü olmak, bilinmeyene gözü pek atılmak, ardından gelenlerin kolayca tahayyül edebileceği bir şey değil. Yol bir kez açıldı mı yürümek nispeten kolay.
Oyunun prodüksiyonu göz dolduruyor. Kalabalık kadrosu da öyle. Başlarken işlerin bu noktaya geleceğini hayal etmiş miydiniz?
SB: Tiyatro bir ekip işi. Hikâyenin başına toplanmış onca yaratıcı enerjiyi bir potada eritmek de işte yönetmenin işi. Ama tiyatronun büyüsü o ekiptir. Bir minik an sahnede su gibi aksın diye saatlerce prova edilir, hesaplar yapılır, çözümler bulunur. Bu zahmetli çalışmanın manevi kaynağı deliliğimiz, maddi kaynağı ise genellikle ikna, ikna ve yine ikna üzerine kurulu.
‘OYUN PROVALARI YAKLAŞIK İKİ AY KADAR SÜRDÜ’
Oyuncu seçimlerine dair bize neler anlatmak istersiniz. Bu kalabalık kadro nasıl bir araya geldi?
SB:Oyun provaları yaklaşık iki ay kadar sürdü. Fakat elbette hazırlık süreci çok daha geriye gidiyor. Kocaman bir ekip kolları sıvadı ve hummalı bir çalışma başladı. Zorlu PSM atölyelerde öğrencimiz olan Selin Cankı Ceylan kalemine sımsıkı sarıldı ve Afife’nin ruhunu oyuna yansıtmayı başardı. Kaç projedir birlikte yol aldığımız tasarımcı dostlarım, Tuluğ Tırpan (müzik), Gamze Kuş (dekor-kostüm), Cem Yılmazer (ışık), Candaş Baş (hareket), İllüzyonist (video), Ozan Yılmaz (ses), Ilgın Kopuz (şarkı sözleri) her biri ayrı ayrı Afifeliklerini yaptılar. Ve elbette bu hayali şahsiyetlere ruh üfleyen büyücüler; yukarda bahsettiğim büyücü Demet’in yanı sıra, hayranlığımın her yeni projede arttığı zarafet timsali Tilbe Saran, yeni tanıştığım ama benden kurtuluşun kolay olmadığını anlayacak olan Necip Memili, Bedir Bedir, Bora Akkaş, İdil Sivritepe, Atılgan Gümüş, Orkuncan İzan, Öykü Su Okur, Kadir Has’dan öğrencilerim Ekremcan Arslandağ, Bilge Çınar, Ermenice oynadığı Hamlet tiradı ile Afife’ye ve bütün genç kadın oyunculara selam yollayan Basma Seiba ve bütün bir kumpanya bu ateşi yaktılar. Bu projeyi mümkün kılmak için özveriyle çalışan bütün bir yapım ekibine, reji ekibime ve emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.
Afife Jale hakkında bir oyun yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
Selin Cankı Ceylan: Değerli yönetmenimiz Serdar Biliş’le “Şehir Tiyatroları Yazarlarını Arıyor” projesi vasıtasıyla dolaylı olarak tanışıyorduk. Zorlu PSM yazar, yönetmen ve yapımcı yetiştirmek üzere bir proje başlattığında yollarımız tekrar kesişti. Ne kadar şanslıyım ki kendisi Zorlu PSM sahnesinde sergilenen kısa oyunumda danışman hocam oldu. “Afife”ye gelince, sevgili Demet Evgar dönemin yasakları, sağlık sorunları ve erken yaşta vefatı nedeniyle tiyatro sahnelerine veda etmek zorunda kalan Afife Jale’yi izleyicisi ile buluşturmanın hayalini 20 yıldır kuruyormuş. Ben de hocam Serdar Biliş aracılığıyla sevgili Demet’in bu tatlı hayaline ortak oldum. Zaten kendisi çok beğendiğim; filmlerini, dizilerini kaçırmadan izlediğim bir isimdi. Hal böyle olunca “Afife” de bu buluşmadan doğan enerjiyle filizlendi, serpildi ve sıkıştığı iki boyutlu dünyadan çıkıp kanatlanarak Zorlu PSM sahnesinde yeniden doğdu. Ve ben de tiyatro tarihimizin bu ilk Türk ve Müslüman kadın oyuncusunun hatırasına can suyu verme şerefine erişenlerden biri olduğum için çok mutluyum.
‘İSTANBUL’DA SAHNEYE ÇIKAN İLK ERMENİ KADIN ARUSYAG PAPAZYAN’
Oyunu yazarken nasıl bir araştırma süreci geçirdiniz, hangi kaynaklardan yararlandınız?
SCC: Oyunu yazarken öncelikle kurmaca hiçbir eser okumamaya, izlememeye gayret ettim. Neticede bilinçdışı düzeyde bile olsa etkilenmemek mümkün değil. Kuracağımız dünyanın olabildiğince özgün olması için bu şarttı. Afife Jale’nin hayatını çok sayıda ansiklopedik kaynaktan, kendi röportajlarından, mektuplarından ya da yakın çevresinin anlattıklarından yola çıkarak ay ay, yıl yıl dökümünü çıkardıktan sonra bu anlatılarda uzun süre karakterine dair, hayata bakış açısı, tutumu, değerlerine dair ipuçları aradım. Bunun dışında Ermeni tiyatrosunun bel kemiğini oluşturan isimlerin hayatlarını okudum. Ne yer ne içerler, sanatlarını nasıl idame ettirirler, yasaklara karşı takındıkları tavır nedir, hangi zorlukları yaşamışlardır, başlarından neler geçmiştir? Darülbedayi’ye ait kaynaklardan çok yararlandım. Dergileri var o dönem çıkan, hemen edindim. Refik Ahmet’in yazdığı “Türk Tiyatrosu Tarihi” adlı iki ciltlik bir eseri var. O dönem yaşanan tartışmalardan prova düzenine, yapılan anlaşmalardan oyuncuların aldıkları ücrete kadar hepsini kaydetmiş, ilgiyle okudum. Dönemin bazı ünlü oyunlarını okudum. Yine dönemin ünlü aktörlerinden M. Kemal’in 1933 basımlı “Tiyatro” isimli bir kitabı var mesela; aktörlüğe dair, reji sanatına dair bilgiler verdiği, şahsi fikirlerini paylaştığı. Provaların nasıl geçtiğine dair önemli ipuçları verdi bana. Dönemin gece hayatına dair kitaplar okudum. İstanbul’da insanlar nasıl eğlenir? Bu eğlenceleri kim düzenler, dönemin ünlü sahne sanatçıları kimlerdir, o gecelerde neler yaşanır? Bu eğlence anlayışı Cadde-i Kebir’de nasıldır, Şehzadebaşı’nda nasıldır? İşgal yıllarına dair kitaplar okudum tabii. Arka plandaki siyasi gelişmeler nelerdir? Oyuncular bundan nasıl etkileniyor? Çok sayıda anı kitabı, biyografiler, otobiyografiler…
Osmanlı’dan Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar bu topraklarda tiyatroyu omuzlananların başında Ermeniler ve Rumlar geliyor. “Afife”de bu konuyu da işliyorsunuz. Biraz bundan bahsedelim mi?
SCC: Ermeni ve Rumlar tarihi ve kültürel bağlamda Türk tiyatrosunda çok önemli yeri olan iki millet. Bir nevi temel taşı. Türk tiyatromuzun duayenleri Ermeni ve Rum tiyatro sanatkârlarının elinde yetişiyor. Ayrıca yazınsal alanda verdikleri eserler, dil ve ifade şekilleriyle kattıkları zenginlik, kültürel etkileşim yoluyla açığa çıkan kazanımlar anlamında da çok önemliler. İlkler anlamında çok önemliler. İlk olarak anılmak, tasavvur edemeyeceğiniz boyutta bir yaptırımla yüz yüze gelme riskini de göze almak demek. İstanbul’da sahneye çıkan ilk Ermeni kadın Arusyag Papazyan. Afife Jale’den tam 61 yıl önce bu cesareti göstermiş.
SB: Afife, yok olmayı değil var olmayı seçmiş bir ruh. Aşkla bağlandığı tiyatro sahnesi de elbette oyunun orta yerinde olmalıydı. Elbette tiyatro sahnesinin o dönemki ustalarını selamlamamak olmazdı ki maalesef bizler o Ermeni ustaların isimlerini bilmiyor, hatırlamıyor ve yaşatamıyoruz. Hepsine buradan da selam göndermiş olalım. Baş döndürücü bir dönem: Cihan harbi, işgal altında İstanbul, istiklal ülküleri, kıpır kıpır payitaht sokakları… Bütün bu tarihsel ve sosyolojik arka plan hikâyeye zenginlik kılan ve derinleştiren unsurlar. Diyalekt konusunda, İstanbul’daki köklü Ermeni kültür-sanat hayatı hakkında farkındalık oluşturmayı hedefleyen “hangardz” ile beraber çalıştık. Bu konuda çok titizlendiğimizi vurgulamak isterim. Tiyatro tarihimizin sonradan biraz bilinçli bir politika ile unutturulmuş Ermeni ustalarına bir saygı duruşudur bu oyun bir yanıyla da.
‘BU HİKÂYE İNATLA VAR OLMAYA ÇALIŞMAYI ANLATIR’
Müslüman kadınların sahneye çıkma yasağı gerek kadınların gerekse de tiyatromuzun gelişimini sizce nasıl etkiledi?
SCC: Tabii ki olumsuz etkiledi. Bu sadece tiyatro alanında değil, her alanda aynı sonucu verir. Nüfus verilerine göre toplumun kabaca yarısını oluşturan koca bir topluluğu sanat alanına kabul etmemek her şeyden önce yaratım sürecini baştan budamak, açığa çıkacak devasa zenginliği elinin tersiyle itmek demek. Bu bilimde de büyük bir kayıptır, ticarette de siyasette de. Bu zenginlikten faydalanmıyorsun, bu grupları maddi ve manevi düzlemde dar bir alana sıkıştırarak gerilemesine sebep oluyorsun. Toplumsal cinsiyet, köken, inanç, sınıf gibi ayrımlara dayanarak getirilen her türlü yasak bu zenginliğin savurganca harcanmasıdır. Böylesi bir oyunun uzun vadede kazananı yok.
SB: Olimpos dağlarından ateşi çalarak insanlara hediye eden Prometheus gibi Afife de hayalini, arzusunu, eylemini kendisine yasak olan bahçeye uzatmış ve Muhsin Ertuğrul’un dediği gibi; ebedi bir uykuya daldığı zannolunan Afife, Türk kadınlığı arasından büyük ruhlu biri olarak çıkarak tiyatroya intisap ederek köleleşmiş eski taassubu defaten parçalamıştır. Afife olmak cesaret etmek demek. Bu hikâye benim için ötekisi olduğun bir dünyaya girmek istemenin çabasını, hırsını, burukluğunu anlatır. Sana çizilen sınıra razı gelmeyerek inatla var olmaya çalışmayı anlatır. Afife olmak, içinde taşıdığın mücevher ışıldasın diye kapkara yollara girmeyi ve sevilmemeyi göze almayı anlatır.
‘AFİFE HAKSIZLIĞA UĞRAMIŞ HERKESİN OYUNU’
“Afife” en nihayetinde bir kadın oyunu. Peki tiyatronun toplumsal muhalefetteki rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?
SCC: “Afife” bir kadın oyunu mu aslında emin değilim. Tabii ki Afife bir kadın olduğu için, kadınlar da eleştiri konusu olan yasakçı zihniyetten fazlasıyla nasibini aldığı için ilk bakışta öyle okunabilir ama gücünü statüko ve ataerkil düzenden alan bu bağnaz anlayışın aslında herkese zararı olduğunu her dönem deneyimledik, deneyimliyoruz. O anlamda bence “Afife” benzer yasaklara maruz kalmış, haksızlığa uğramış herkesin oyunu. Tiyatronun toplumsal muhalefetteki yönüne gelince, tiyatronun doğrudan böyle bir işlevi olduğunu düşünmemekle beraber bundan bağımsız değerlendirmenin de mümkün olmadığını düşünüyorum. Sonuçta “bir aşk hikayesi” diye gittiğiniz oyunda karakterlerin kullandıkları kelimelerden, tutum ve değerlerinden, hayata bakış açılarını, siyasi fikirlerini, dönemin toplumsal izlerini, sınıfsal izdüşümlerini, üzerine düşünmeseniz bile bilinçdışı bir düzlemde algılıyorsunuz. Ayrıca tiyatro oyunlarında genel olarak dramatik yapı, gücünü çatışmanın büyüklüğünden alır. Bu da doğal olarak izleyiciyi düşünmeye ve sorgulamaya iter. Bu çatışmanın sebebi ne? Neden ortaya çıktı, kaynağı ne? Çıkmaması mümkün müydü? Vesaire. Bu sorgulama neticesinde ulaştığı yanıtlar onu muhalif kılabilir. Kılmaya da bilir. Sadece soru sormak bile bir muhalif eylem olarak algılanıyor da olabilir. Sorgulamanın süreçte hiç yer almadığı aksi durumlar da mümkündür ama onlara tiyatro oyunu değil, propaganda diyoruz zaten.