‘Hikâyeler Farklı, Derdimiz Aynı’

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Yeni Yaşam Gazetesi’nden  Selman Çiçek’in oyuncu Rezan Kaya ile yaptığı söyleşiyi okuyucularımızla paylaşıyoruz]Amed’de yapılan Kadın Tiyatro Günleri’ni değerlendiren oyuncu Rêzan Kaya, ‘Farklı kadın hikâyelerinin ortaklaştığı bir festival oldu’ dedi.

İzmir, Ankara, İstanbul, Sine, Saqız kentlerinden gelen oyunların sergilendiği, atölye çalışmaları ve söyleşilerle dolu dolu geçen Amed Kadın Tiyatro Günleri, Antik Yunan tragedyası olan Mêdêa’nın Kürtçe uyarlamasıyla kapanışını yaptı.

Tiyatro günleri boyunca farklı oyunlarla kadınların hikayeleri sahnelendi. “Çalakiya Malçêkirî” oyunu ile üç beyaz Kürt kadının eyleme geçememe halini, Nazan Kesal’in eşsiz performansıyla “Yaralarım Aşktandır” oyunu ile İranlı şair Füruğ Ferruhzad’ın hikayesi, “Gong” ile diyalog olmadan kadınların yaşadıkları, “Temok” ile 4 kadının İran’da gitmek ile kalmak arasında kalışını izledik. Kadınların hikayeleri farklı olsa da dertlerinin aynı olduğuna tanık olduk.

Tiyatro günlerinin düzenleyicilerinden olan ve “Çalakiya Malçêkirî” adlı oyunun oyuncusu Rêzan Kaya ile hem tiyatro günlerine olan ilgiyi, verilmek istenen mesajı hem de prömiyerini yaptıkları oyunları hakkında konuştuk.

Bu bir direnişti

Tiyatro günlerinin başladığı tarihte halkın iradesine kayyım atandığını hatırlatan Kaya, festivalin yaşanan bu olumsuzluğun gölgesinde geçtiğini söyledi. Kayyımların atanması ile birlikte coşkularının biraz kırıldığını söyleyen Kaya, “Biz bu durum karşısında daha kararlı bir şekilde festivalimize sarılırdık. Bu işi güzel bitireceğiz dedik ve bitirdik. Amed’e kayyım gelseydi, yine umurumuzda değildi, festivalimizi yine yapacaktık. Bütün kadınlar bir araya gelerek güzel bir başlangıç yaptık. Seyircide de karşıt bir tepki oluşmuştu. Seyirci de bize bunu söylüyordu; ‘Madem bu da bir direniş biçimi biz de sizleri yalnız bırakmayacağız.’ İlk günden bugüne kadar bizi hiçbir zaman yalnız bırakmadılar. Güzel bir ilgi vardı” diye konuştu.

Hepimizin hikâyesi aynı

Tiyatro günlerinde sahne alan kadın oyunlarına da değinen Kaya, “Farklı farklı kesimlerin farklı kadın hikâyelerinin ortaklaştığı bir festival oldu. Bir İranlı kadının hikâyesi anlatıldı. Gong oyununda ülkesi olmayan, bütün her yerde var olabilecek bir hikâye anlatıldı. Bizim kendi oyunumuzda da Kürdistan’da beyaz Kürtlerin sıkıştığı, eyleme gidemediği halini anlattığı bir oyun oldu. ‘Bir Kadın Uyanıyor’ oyunu albay bir babanın kızının hikâyesiydi. Hikâyelerin hepsi aslında aynı idi. Hepsinin sonucunda var olan bir başkaldırı. Bir uyanış vardı. Biz kadınlar çoğu zaman ataerkil zihniyet tarafından eziliyoruz. Bunun bir sürü baskısını üzerimizde hissediyoruz. Bir yerden sonra bunun farkına varmak önemlidir. Bazıları şanslı, çok erken fark ediyorlar. Bazıları 45’inde fark ediyor. Bazıları ise on yaşında babaya itiraz ediyor ve isyan çıkarıyor. Festivalin teması, hepimizin hikayesi aynı diyebiliriz” dedi.

Bazı erkeklerin oyunları beğenmediğini de söyleyen Kaya, “Oyunu izliyorlar ve şunu diyorlar yuvarlak cümlelerle; ‘Ya aslında bu oyun güzel değildi.’ Sürekli bir eleştiri halindeler. Çünkü ucu onlara dokunuyor” sözleri ile kadınların hikayeleri ile anlatmak istediklerinin amacına ulaştığını söyledi.

Tehlike her yerde

Rol aldığı Çalakiya Malçêkirî oyunu hakkında da konuşan Kaya, şunları söyledi; “Kadın temalı oyunlarımız zaten vardı. Jan d’ark, Elizabeth oyunları kadın temalı oyunlardı. Tiyatrodaki kadın kolektifi olarak şunu söyledik; sadece kadınların olduğu bir oyun yapsak nasıl olur? Bu, bizi heyecanlandırdı. Sonra bu teks elimize geçti. Bu tekste de İstanbul’da yaşamış beyaz Kürdün hikayesi vardı. Tam karşılığını bizde bulmadı. Oyunu sonra geliştirdik. Eylem yapılırken halen evde oturup beş çayı yapıp kısır yiyen kadınları biraz ele almak istedik. Vicdanen bir şeyler yapmak istiyorlar. Ama yapmaya cesaretleri yok. Kendilerince kaybedecek çok şeyleri var. Erkeğin varlığını onlar için kaybedilmeyecek bir güç olarak görüyorlardı. Ancak eylem sokaktan çıkıp eve girince bir fark kalmadı. Aslında tehlike her yerde. Sen sokağa çıksan da çıkmasan da tehlike.”

Teksi yazan yazarın kendisinin de böyle bir kadın olduğunu söylediğini aktaran Kaya, güzelliği ön plana alan, botoks ve makyaj gibi durumları daha çok önceleyen bir kadın olduğunu ancak her hafta işyerine giderken Cumartesi Anneleri’ni gördüğünü ve bu durumdan etkilendiğini söyledi. Yazarın Cumartesi Anneleri’nin önünden geçerken içinde bir huzursuzluk duyduğunu aktardığını söyleyen Kaya, yazarın bu durumun ardından bu teksti oluşturduğunu söyledi.

 

Hapseden duvarlar

Oyunun ev eşyalarının barikat olarak kullanılması ile başladığını söyleyen Kaya, “Ev eşyaları aslında bizi hapsediyor. Nesnenin esiri olduğumuzu düşünüyoruz. Bize bu evi kim kuruyor? Babamız ya da bir erkek. Yuvayı dişi kuş kurar mevzusu tamamen yalandır. Erkek o duvarları kurar. Erkek seni o tabaklara esir eder. Sahnede ilk olarak üç erkek o barikatları kaldırıp eşyalarla evi kuruyorlar. Kadını o evin içine koyup üstüne duvarları örüyorlar. Son sahnede ise o duvarları yıkan yine kadınlar oluyor” sözleri ile oyunda vermek istedikleri mesajı anlattı.

Kadının terliği

Şehirde yaşayan birçok kadının eyleme geçememe halini yaşadığını söyleyen Kaya, bu oyunun da bu duruma bir başkaldırı olduğunu söyledi. Erkeğin gölgesinin bir terlik ile yıkılmasını anlatan sahneyi de yorumlayan Kaya, “Bu oyunda bizi en çok rahatsız eden topuklu ayakkabılarımızdı. Bu oyunda erkeğin gölgesini nasıl çıkarabiliriz diye düşündük. Ve bizi en çok rahatsız eden ayakkabılarla o gölgeyi ortadan kaldık. Anne terliği gibi içgüdüsel bir şey. Kadınların kaybedecek bir şeyleri yok. Eyleme geçerlerse eğer bir şeyleri değiştirebilirler. Dışarıdaki kadınların cesaretini gördü bu kadınlar. Cesaret bulaşıcıdır” diye konuştu.

Kadınların sahnedeki dönüşümü

Tiyatro günlerinde İran’dan gelen oyunları da değerlendiren Kaya şunları söyledi:

“Kadınların gücünü İran örneğinde verebilirim. Daha önceki festivalde İran’dan gelen oyunlarda kadınlar daha çok zavallı, ağlayan, acı çeken, kocası ölmüş, arkasından ağlayan bir kadın profili çiziliyordu. Ancak Jîna Emînî’nin olayından sonra bu durum değişti. Temok ve Odip’e baktığımızda bir kırılmayı gördük. Artık sahnede ağlayan bir kadın yoktu. Temok oyunu da kadınların korkularından bahsediyor ama sahnede ağlayan kimse yok. Gitmek istiyorlar ama gitmiyorlar. Gitmeme durumunun bir güce dönüştüğü görülüyor. Dönüşümü tiyatroda da görmek mümkün. Bizdeki dönüşüm İran’daki gibi bir kere olmadı. Biz kademe kademe dönüştük.”

YENİ YAŞAM

Paylaş.

Yanıtla