E.Bilge Az
Küba devriminin öncüsü ve Küba’nın en önemli simgelerinden Ernesto Che Guevara’nın, tüm gerçekliğiyle ve çarpıcılığıyla sahneye uyarlanan veda öyküsü olan oyunu izlemek için salona girdiğimizde, koltuklarımıza yerleşmek üzere iken Che’nin tabut benzeri idam sehpası üzerinde yatan bedeni ile beraber buram buram sisle karşılaşırız. Dramatik anlatımı görsel atmosfer olarak daha da sertleştirmek için verilen sis, tüm salonu esir almaktadır. Böylelikle de oyunun ne kadar kasvetli aynı zamanda ne kadar coşkulu geçeceğinin sinyali salona girildiği an verilmektedir.
Oyunda dekor adına görebileceğiniz tek öğe Che’nin üzerinde yattığı idam sehpası. Ama ilerleyen süreçte Kumbara Görsel Sanatlar’ın diğer oyunlarında da bol bol kullandıkları gibi bu oyunlarında da anlatımlarını kuvvetlendirecek çok daha çeşitli sahne oyunlarını (ışık-ses) göreceksiniz. Makyaj tasarım olarak Che’nin her tarafı kan içerisinde, saçı başı darmadağınık, ayağı sargıda, sırtı yara bere içinde, kamuflajdan oluşan kostümü yırtık pırtıktır. Her tarafı zincir ve prangalarla çevrilidir.
Oyunun ismine aldanarak Che’nin size sadece son mesajını söyleyeceğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Oyun aslen Che’nin son yirmi dört saatinde geçse de Komutan Che Guevara, sehpadan ayağa kalkıp hikayesini anlatmaya başladığı andan itibaren bütün hayat hikayesini anlatmaya başlıyor. Veya diğer değişle oyun Che’nin hayat hikayesi olsa da son 24 saatidir ama Che size son mesajını söylemez, tüm hikayesini anlatır.
Oyuncu Vural Bingöl ve Reji Arzu Bingöl oyunun kasvetini, karizmatik ve erkeksi bir liderin otoritesini hepsinden de önemlisi bir idam mahkumunu daha iyi betimleyebilmek adına Che’nin sesini son derece kirli ve sert olarak kullanıyor.
Oyunda Che yakalanmış ve idamına kısa bir süre kalmış. Oyunun dramaturgisine göre Che’nin ayağının teki aksıyor ve oyun boyunca ayağını yarım basarak anlatıyor hikayesini. Ancak ne var ki ilerleyen zamanlarda oyunun bir yerinde tabutunun üzerinden atladığı bir sahne var. Neredeyse kusursuz diyebileceğim böylesi harika bir oyunda bu kadar ufak bir hata gözümden kaçmış değil.
***
Oyun başladığı anda aksırıp tıksırarak tabuttan kalkarken ”Korkaklar! Bir avuç it sürüsü! Hepiniz hainsiniz! Her şey bitti sanmayın…” şeklinde düşmana meydan okuyarak başlar. Seyirciye dönerek konuşmaya başladığı an ise “Ortak planlarımız var, korkak gibi yaşamaktansa adam gibi ölmeyi tercih ederim!” diyerek hem ölüme hem de kendi idamına meydan okurken herkesi devrime davet eder.
“Karanlığın aydınlıktan kaçtığı kadar korktunuz benden. Sizler korktunuz. Aksak karga sürüsü gibi korktunuz” diyerek düşmanlarına meydan okumalarına devam eder. Sis de yavaş yavaş gelmektedir ve Yunus Keser’in yaptığı ışık tasarımı ile ışıklar dinamik ve kasvetli bir şekilde çalışarak, oyunun kasvetini daha da arttırmaktadır.
Çocukluğundan bahsederek devam eder. Çocukluğunda agresif bir ragbi oyuncusu olması sebebiyle lakabı “fuser” dir. Ardından çocukluğunda okuduğu kitapları sayar içlerinde Atatürk’ün Nutuk ve Nazım Hikmet’in kitapları da vardır. Gerçekten de öyle oluşu sebebiyle tüm seyircinin de benim gibi duygulandığına, gözlerinin dolduğuna o an şahit oldum (iki sene önceki temsili izlediğimde de böyle olmuştu); o an tüm seyirci alkışlar. Öyle ki oyuncu Vural Bingöl de kendisini tutamayarak bu temsilde “Ne var? Okudum işte… Okuyamaz mıyım? Bunlar her devrimcinin başucu kitapları.” diyerek doğaçlama yapmıştır.
***
Sehpa üzerinde yatarak anlatması bittiği anda “Ben Che Guevera; özgürlüğün ve devrimin adamı!” sözleriyle salonu coşturarak ayağa kalkar.
Hikayesine de yaptığı ilk eylemini anlatarak başlar: Henüz daha çocuk yaşta iken Arjantin’de elektriğe ciddi bir zam yapılmıştır. Yapılan bu zammı adaletsiz bulan küçük Ernesto ağaçtan kestiği dal parçasından kendisine sapan yaparak sokak lambalarını patlatır…
Muhalif duruşu ve başkaldırısı esasen bu yaşta başlamıştır. Ama devrimciliği çok sonra gelecek. Onun amacı sadece adaletsiz bulduğu bu zammı protesto ederek hem kendi ailesinin hem de Arjantinliler’in hakkını aramak. Oysa ki arkadaşları ve komşuları ona yaptığı bu hareketten dolayı anarşist damgası vururlar. Hayattan aldığı ilk ceza “Astım”. Hatta astımla beraber zatüreye de yakalanıyor. Zaten erken doğum sonucu cılız ve hastalıklı bir çocuk olarak dünyaya gelmiştir. Astım hastalığı ise yaşamdan aldığı ilk ceza olmakla beraber doktor olmasında da en büyük etken. Sadece kendisine değil başka insanlara da yardımcı olmak istediği için doktor olmayı seçiyor Doktor Ernesto Guevara.
Çocukluğunu anlattığı bu süreçte konu daha sonra annesi ile ilişkisine geliyor. Annesi ile olan ilişkisini Oidipusvari olarak nitelendiriyor. Annesi ile olan ilişkisinden uzun uzun bahsediyor. Annesini babasından nasıl kıskandığını, annesinin ise onun üzerine nasıl titrediğini uzun uzun anlatıyor.
***
Devrimciliğine gelmeden önce 18 yaşında yaptığı çılgınlıklardan uzun uzun bahseder. Bu yaşlardayken siyaset ve toplum sorunlarından kasıtlı olarak uzun durmaktadır.
Doktor Ernesto Guevera’yı Komutan Che Guevera yapma yolunda ilk adımı attıran şey ise henüz 23 yaşındayken dostu Alberto Granado ile yaptığı motosiklet gezisi. Motor gezisini bir yandan ses mühendisi Barbaros Göçmen çeşitli ses efektleri ile ve anlattığı çılgınlığı betimleyen Country müzikler ile diğer yandan da ışık tasarımcısı ışık oyunları ile çok güzel destekler. Işıkların oyuncunun mimik ve jestlerine, sese ve konuya göre yanıp sönmesiyle beraber renkleri de değişir burada diğer sahnelere oranla çok daha dinamiktir burada ışık tasarımı.
Çılgınlık yapmak için çıktıkları güney Amerika gezisinde Doktor Ernesto İdealist genç bir doktora dönüşür. Amaç çılgın bir motosiklet turuyken Güney Amerika’ya sağlık dağıtmayı hedefiyle tura devam eder genç Ernesto. Fakat bu turda göreceği şeyler onu “Che” olma yoluna iter. Sağlıktaki sorunun insanların sağlıksızlığından veya bir salgın hastalıktan değil gelir ve çalışma koşullarındaki adaletsizlikten olduğunu, sağlıkla ilgili en büyük sorunun sağlık hakkının parayla karşılanıyor olduğunu görür genç doktor. Bunların yanlış olduğunu düşünmesi de onu devrimci olmaya iter.
San Paolo’da kendisi bir cüzzam uzmanıyken oradaki cüzzamlılar ile diğer insanların arasındaki uçurumu görür. Hastalar kendi yemeklerini onlarla paylaşmak üzere getirirler. İşçilerin bu insani davranışlarını “En güzel direniş işte böyle kalbi temiz tutmaktır.” diyerek anlatır.
***
Motosiklet gezisinde gördükleri sadece sağlık sorunları değildir elbette. Maden işçilerinin çaresizliklerini, ellerinden komünist diye malları alınmış işçileri, maden ocaklarındaki patron ve işçibaşlarının işçilere davranışlarını görünce ilk olarak kendi insanlığını ve kendi ferah yaşamını sorgular. Böylelikle devrimciliğe bir adım daha yaklaşır.
Anlattığı ilk başta çılgın motosiklet gezisiyken devrim günlüğü haline gelir. Motosiklet üzerinde gezerken gördüklerini anlatırken devrimden ve adaletsizlikten uzun uzun bahseder.
Işık tasarımı, ses tasarımı ve sis ise bu anlattıklarıyla senkronlu bir şekilde çok coşkulu ve kasvetli bir şekilde desteklemekte, koltuklarında oturan seyirciye adeta görsel şölen yaşatmaktadır. Işık da ses de hiçbir zaman stabil değildir, renkler ve tonlar sürekli değişkenlik gösterir.
Motosiklet günlükleri üzerinde uzun uzun durduktan sonra Küba’ya giderek orada Fidel Castro ile tanışma serüvenini anlatır. Fidel Castro ile tanıştıktan ve beraber devrim planlarını yaparken “Devrimin en büyük düşmanı halinden memnun kölelerdir.” diyerek haykırır sahnede. Bu sözün üzerine tüm seyirciler henüz perde kapanmadan salonu alkışa boğarlar.
***
8 sene sonra yüksek lisansını bitirmiştir. Batista, Küba’da kanlı bir darbe yapar. Ernesto ise öğrenci hareketine destek vermek amacıyla ve de devrimin merkezi olacağını düşünerek Küba’ya göçer. Küba; kumar, fuhuş ve uyuşturucunun merkezi halindedir. Fidel Castro; tanışmalarından bir süre sonra Küba’dan sürgün edilmiştir. Dostu Fidel Castro’nun peşine takılıp Batista’ya karşı verilen direnişin bir parçası olduktan sonra ismi Granma olan yata binerek diktatör Batista’ya karşı devrim hareketine başlarlar. Tekneye binmeden önce İsa’nın son yemeğinden de zengin bir sofrada ziyafet çekerler hep birlikte. Çünkü bu onların son ve tek şansıdır. Küba devrimi ile ya şaha kalkacak ya da yok olup gideceklerdir.
“Kalem kılıçtan keskinse devrim ve özgürlük de emparyalizmden üstündür” diyerek devrim uğruna savaşlarına kesin karar verirler.
İnecekleri yerde Batista’nın askerleri ile çatışacaklardır. Ve maksimum on beş – yirmi kişilik kapasitesi olan yata tam seksen iki kişi binerler. Granma’da yiyecek stokları biter, deniz tutar, alaboraya kaptırırlar. Ama pes etmeden yolculuklarına devam ederler. Ne var ki yatın içinde hain de vardır ve inecekleri yerde onları Batista’nın adamları beklemektedir. Ancak yatın ters bir rüzgara kapılması ile varılması gereken yerden çok farklı bir koya varır. Öyle ki daha sonra vardığı bu koyun adına “Granma Eyaleti” denecektir. Vardıkları koyda günlerce bataklıklarda sürünür, çamurlu sular içerler. Ancak Batista’nın adamları onları burada da bulur. Silahlı çatışma başlar. Tüm bunların anlatımı son derece coşkuludur. Ve bu coşkuyu sadece oyuncu vermez, sahne arkası ekibinin de burada payı oldukça büyüktür. Ancak anlatımda esas seyirciyi koltuklarından zıplatacak kadar coşturacak sahne ise çatışma sahnesidir. Seyirciyi bu kadar coşturma yolunda Vural Bingöl’ün oyuncu olarak coşkulu anlatımı ve jestleri; aynı zamanda da yazar olarak metni, rejinin kurgusu kadar oyunun ışık tasarımcısı Yunus Keser, ses mühendisi Barbaros Göçme’nin destekleyici öğeleri de ok etkilidir. Oyunu çeşit türlü efektler ile destekleyerek Che’nin anlatımını son derece kuvvetli kılarlar. Işık-ses oyunları ile beraber sahneye yoğun bir sis tabakası da yayılır. Daha önce sahneledikleri müzikallerde ışık-ses oyunları ve dekorlarıyla yaptıkları sahne şovlarından aşina olduğumuz Kumbara görsel Sanatlar sundukları biyografik oyunda, dramatik anlatımda da izleyicisine gerçekten de coşkulu bir biyografi anlatımı ile beraber görsel bir şölen de sunmaktadır. Yaptıkları şov ile izleyiciyi tek kişilik bir oyunda dahi adeta bir silahlı çatışmanın içerisinde hissettirebilmektedirler. Burada her öğrenin bir etkisi olsa da esas etkili (vurucu) olan sadece sahnedeki teknolojik oyunlar değil reji ve oyuncu’nun performanslarının-kurgularının vuruculuğu, gerçekçiliğidir.
***
Che ve yoldaşlarının girdiği bu mücadele; kozadaki tırtılın kelebeğe dönüşme mücadelesidir aslında. Ernesto Guevera henüz daha komutan olmamıştır. Ancak bu çatışmadan sonra Ernesto Guevera, doktor kimliğini bir yana bırakarak komutan Che Guevera olacaktır.
Che bedenine bürünmüş oyuncu ve Che’yi sahneye taşıyan tüm ekip çatışma içerisinde önce vurulduğunu ve kaburgalarından yaralanarak nasıl acı çektiğini son derece gerçekçilik içerisinden anlatır bize sahneden. “Gerçekçi ol imkansızı iste” sözünü de bu anda can çekişirken ayağa kalkıp kalkmama arasında kararsız kaldığı anda üretir. Oynadığı sahnede en can alıcı nokta şudur ki Ernesto’nun önünde iki tane çanta vardır. Çantaların birinde mermiler diğerinde ise ilkyardım ekipmanı bulunmaktadır. Çantaların ikisini birden taşıyacak gücü yoktur ve Ernesto çantalar arasında kararsız kalmıştır. Hangi çantayı seçeceği arasında uzun süre düşünür. Bir çanta doktor Ernesto’yu diğer çanta ise Komutan Che Guevera’yı temsil etmektedir bizlere. Bunu da sahnede şu şekilde sayıklayarak anlatır “Che” kimliğine girmiş oyuncu Vural Bingöl “mermiler öldürür, ilaçlar yaşatır”. Bu kelimeleri arka arkaya tekrar eder bize. Kararsızdır Ernesto. Bir çantada mermiler diğerinde ilaçlar. ”İlaçlar yaşatır, mermiler öldürür”. Yani bir tarafta doktor kimliğiyle Ernesto Guevera olarak silah arkadaşlarını yaşatmalı; diğer tarafta da komutan Che Guevera olarak düşmanı egale etmelidir. Sayıklamaların sonunda şu sözleri ekler:
“Solumda ilk yardım çantası, içinde ilaçlar. Sağımda mermi çantası içinde cephaneler. Silahlar öldürür. İlaçlar yaşatır. Sol tarafta Doktor Ernesto Guevera sağ tarafta Comantande Che Guevera. Artık tarafımı seçmeliyim. Bir gömleği giymeliyim ve giyeceğim gömlek bundan sonraki hayatımda süresiz olarak üzerimde kalacak.”
Ve hışımla ayağa kalkar Ernesto. İlkyardım çantasını arkada bırakarak mermi çantasını seçmiştir. Yani doktor gömleğini arkada bırakarak komutan Che olmayı seçmiştir artık Ernesto Guevera. Bunu da göğsünü kabartarak söyler : “Ve doktor Ernesto Guevera sonunda oldu Commandante Che Guevara.”. Bu çatışmada göğsüne kurşun yemesinin akabinde tekrar ayağa kalkarak çatışmaya girmesini de çocukluğunda hayranlıkla okuduğu mitolojik kahramanlar üzerinden değerlendirir bizlere. Öyle ki göğsüne yediği kurşunun hainliğini dahi Macbeth’in hançeri olarak değerlendirir.
Bunun arından tüm köylüler, tüm halk onların direnişine destek vermeye başlarlar. Ellerindeki yiyecek ve giysi stoğunu onlarla bölüşürler. Halk içerisinden topladıkları 1000 kişi ile Batista’ya meydan savaşı yapar ve kazanırlar. Batista Amerika’ya kaçar, Fidel Küba’ya gelir. Che bakan olur. Castro yönetimi ele alır. Küba devrimi yapılır. Fidel’in ailesine ait şeker pancarı tarlaları dahil her şey kamulaştırılır.
Kazandık, devrimi gerçekleştirdik diye sevinen herkese de “Biz sadece savaşı kazandık. Devrim yeni başlıyor.” der komutan Che Guevera.
***
Küba devriminden uzun uzun bahseder bizlere komutan Che Guevera. Küba devriminden bahsederken de Küba’da devrime karşı gelen insanlara açılan mahkemelerden bahseder. Bu insanlar için başlangıçta şu sözü söyler komutan Che:
“Hiçbir insan hiçbir insanı yargılayacak kadar masum değildir”.
Mahkemelerinden bahsederken bol bol ironi yapar. Başlangıçta şeytan ve melek anlatımı ile başlar. Oyuncu Vural Bingöl şeytanı da meleği de çok güzel konuşturur adeta sahnede üç ayrı oyuncu var gibidir o anda sahnede. Aynı şekilde reji Arzu Bingöl de reji olarak şeytan ve meleği çok güzel kurgulamıştır tabii ki.
Che melek ve şeytan arasında kalır. Tekrardan ışık şovu eşliğinde saydırmaya, kendini izleyiciye savunmaya başlar. Şeytana uyar, tüm devrim karşıtlarını asar. Bunu “Küba’nın ağız kokusunu temizliyorum” şeklinde şeytan ağzıyla açıklar. Uyguladığı cezalardan bahsederken şeytanı temsil etmekte ve şeytan gibi konuşmaktadır komutan Che. Ancak ne var ki sahnenin sonunda bunları sadece üzerine atılan iftiralar olduğunu ve sadece yedi kişinin temyiz mahkemesinde bulunduğunu öğreniriz. Yani anlarız ki Che’nin devrim karşıtlarına uyguladığı söylenilen şeyler sadece iftiradır. Açılan mahkemelerde Küba devrimine karşı gelenlere uyguladığı cezalardan bir bir bahsettiği bu sahneye reji yüksek oyun kurgulamıştır, oyuncu olarak Vural Bingöl bunun da hakkını verebilmektedir. Ses, ışık, sis, makyaj, kostüm de bu şovun çok önemli bir parçalarıdır…
Ardından sanayi bakanı olduğu günlerden ve devrim sonrası Küba’dan bahseder bize Che Guevera. Bakan olduğu zaman yaptığı ilk şey de oyuncak bebekleri ve puroyu yasaklamak olmuştur. Çünkü ne çocukların ne de yetişkinlerin kendilerini olmayacak, gereksiz hayallerle zehirlemelerini istemez. Sonrasında da toprak refomunu gerçekleştirir. Komünistimden ve Küba devriminden bize uzun uzun bahsederken Fidel ile nasıl görüş ayrılığına düştüğünü de uzun uzun anlatır. Bununla ilgili de oyun bittiği anda unutamayarak oyunun coşkusundan henüz çıkmadan telefonuma şu sözlerini not ettim:
“Castro politik devrimi istedi ve komünist rejimden o dahi korktu başta… Onun amacı komünist rejim değil ekonomik bağımsız bir Küba’ydı.”
Ama Castro ile ortak düşündükleri bir nokta vardır ki onu da şu şekilde açıklarlar : “Bazıları lüks arabalara binsin diye diğerleri neden yalınayak gezmek zorunda kalsınlar.”
Ve devrimci kişiliği, adalet anlayışı, adaleti uygulayışı ile ilgili anlattıkları içerisinde de şu deyişini hala unutamadım:
“Açları doyurduğum zaman beni kahraman ilan ediyorlar. Ama siz tokken bu insanlar neden aç dediğim zaman bana pis komünist diyorlar.”
***
Fidel’le görüş ayrılığına da düştükten sonra devrimin sadece Küba’yla sınırlı kalmamasını tüm Güney Amerika’ya sonrasında da tüm dünyaya yayılmasını ister. Giderken de çocuklarına mektup bırakır.
Finalde yakalanışını kabusu ile anlatırken mükemmel ışık ve ses tasarımı sayesinde kendimizi gerçekten de bir kabusun içerisinde hissederek coşarız. İdamını gerçekleştirecek asker geldiği an ise söylediği “ Hadi vur beni korkak! Yalnızca bir adam öldürmüş olacaksın. Bense tarihe geçeceğim.” Sözleri bence son derece donanımlı kullanılan ışık, ses, sis ve gibi tüm teknolojik öğelerden daha coşku vericidir. Ve tabii oyunun finalinde çalan anonim Che marşı oyun boyunca koltuklarında coşkuyla oyun izleyen seyircinin yediği son derece lezzetli yemeği üzerine servis edilen tatlı niteliğindedir.
Tek kişilik performans oyunun sonuna kadar bu doğrultuda akarken oyuncu bir yükselerek bir alçalıyor ve oyun boyunca seyirciyi duygudan duyguya sokmayı gerçekten başarabiliyor. Buraya uzun uzun rejiden bahset işte Oyun boyunca Che’nin devrimci kişiliğini, devrim adalet anlayışını, devrim öncesi ve devrim sonrası yaptığı tüm eylemleri izleyeceksiniz. Oyunun sonlarına doğru kendisini seyirciye tanımlarken şunu söylemeyi de unutmuyor:
“Ve ben, sizin de beni tanıdığınız ismimle : “CHE”
Şahsen ben oyunu izlerken gözlerim doldu. Ve oyundan çıktığım zaman da büyük bir coşkuyla çıktım. Oyunun sonunda ne oluyor derseniz de tam olarak düşündüğünüz şey: bir asker geliyor ve Che’nin idamını gerçekleştiriyor.
Oyuncu Vural Bingöl Che’yi oynarken sesini son derece kirli kullanıyor. Dramaturgi gereği Che’nin üstü başı yırtık ve pislik içerisinde. Bir idam mahkumuna göre kostümün böyle olması da bir komutana göre sesini bu şekilde kullanması da oldukça mantıklı olmuş.
Tek kişinin ve tek kişinin hayat hikayesi hem de ölümden önce bize bahsettiği hayat hikayesi daha ne kadar dolu anlatılabilir? Bunun ötesini bilmiyorum ama bana kalırsa siyasi görüşlerine katılın katılmayın bu size kalmış bir şey. Ama teatral anlamda değerlendirirsek gerçekten izlenilmesi gereken bir oyun “Che’nin Vedası”.
(*) Oyunu Trump Sahne’de 26 Aralık 2022’de izledim.
Yazan : Vural BİNGÖL
Yöneten : Arzu BİNGÖL
Sanat Yönetmeni : Andrea BAHAR
Sahne Tasarım : Sırrı TOPRAKTEPE
Işık Tasarım : Ömer İZGİN
Ses : Emre BULUT / Uygar BAHA
Fotoğraf : Volkan ERKAN
Afis Tasarım : Uğur İNCEKARA
Oynayan: Vural BİNGÖL