Fakiye Özsoysal’ın Zehra İpşiroğlu ile yaptığı söyleşiyi paylaşıyoruz.
Ataerkil bir toplumun en uç noktasının çocuk tacizi olduğunu vurgulayan Zehra İpşiroğlu Hatırlayamadıklarımız adlı romanında tabu olanın konuşulur, düşünülür hale gelmesinin önemini ortaya koyuyor, cinsiyetçi zihniyetin şiddeti var eden yanını ifşa ediyor, şiddetin kaynağını, hükmetme ilişkilerinin nasıl öğrenildiğini, ‘kutsal aile’ imgesi ile gerçekte olanların çelişkisini ve suskunluğun nedenini sorguluyor, sonrası ise bir adalet arayışı, bir seçeneğin ve umudun var edilişi.
Kırmızı Kedi Yayınlarından çıkan Hatırlayamadıklarımız aslında Zehra İpşiroğlu’nun Kadın Oyunları olarak aynı yayınevinden çıkan oyunlarından uyarlanan da bir yapıt. Çocuk tacizi, çocuk gelinler, kadınlara yönelik şiddet, ikiyüzlü toplumsal ve siyasi tavır ülke gündemimizde ne yazık ki süren, bitmeyen, bitirilmeyen meseleler. Oyunlar da roman da bu güncel sorunu eleştirel bir bakışla tartışıyor, hatırlatıyor, farkındalık yaratıyor, bilinç yükseltiyor. Yapıtın bir yapboz gibi parçadan bütüne giden biçimsel ve kurgusal tasarımı ise okurun düşünsel sürecini yönlendiriyor, çeşitlendiriyor. Zehra İpşiroğlu ile Hatırlayamadıklarımız üzerine konuştuk.
FAKİYE ÖZSOYSAL: Kırmızı Kedi Yayınlarından önce tiyatro oyunlarınız Babalar, Amcalar ve Diğerleri, Yüzleşme ve Erkeklik Hapishanesi “Kadın Oyunları” olarak yayınlandı. Ardından bu oyunlarınızdan uyarlanan bir roman Hatırlayamadıklarımız yayınlandı. Tiyatro oyunundan romana uyarlama yapmak örneğine az rastlanır bir durum. Toplumda ve aile içinde şiddetin kaynağını sorgulayan bu feminist oyunlarınızdan uyarlama yaparak bir roman yazma düşüncesi nasıl doğdu?
ZEHRA İPŞİROĞLU: Son zamanlarda hep romandan tiyatroya uyarlamalar yapılıyor, bende gerçekten de tam tersi oldu. Kadın oyunlarım yayınlandıktan sonra bu oyunların içinde Babalar, Amcalar ve Diğerleri ve Erkeklik Hapishanesi’nin sahnelenme şansının şimdilik ne kadar az olduğunun bilincine vardım. Şimdilik diyorum, çünkü gelecek kuşaklar bu alanda daha cesur olabilirler. Ataerkil ve cinsiyetçi bir toplumda yaşıyoruz, bunun ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz ama yüzleşmekten yine de kaçıyoruz. Öyle olunca tiyatro oyunlarımı malzeme olarak kullanarak çocuğa cinsel taciz konusunu ele alan bir roman yazdım. Aslında buna uyarlama demek bile pek doğru değil çünkü elimdeki malzemeyi özgürce kullandım. Oyunda biliyorsun konu iki kişide odaklanıyor. Amca çocukları Suzan ve Selen. Çocukken amcası tarafından tacize uğrayan Suzan ileri yaşlarda amcaya karşı savaş açar, ancak bütün aile ona karşı cephe alır. ‘Efsane’ bir şair olan tacizci amca ve politikacı baba öylesine güçlüdürler ki Suzan’ın savaşı başarısızlıkla sonuçlanır. Suzan’ın öyküsünün sona erdiği noktada tacizci amcanın kızı Selen’in öyküsü, daha somut bir deyişle adalet arayışı başlar. İşte bu noktada romanla tiyatro oyunumun konusu ve kurgusu örtüşüyor. Ama işin içine diğer kişiler, sözgelimi farklı kuşaktan aile bireyleri ya da Selen’in adalet arayışını destekleyen dostları ya da birlikte çalıştığı şiddet görmüş kadınların öyküleri girince konu çok genişledi. Bunun sakıncalı yanı konunun dağılmasıydı, ama bunun önüne geçebildim. Çocuk tacizi gibi korkunç bir olayın gerçekleşmesine yol açan etkenler neler, böyle bir şey neden, nasıl olabiliyor, önüne neden geçilemiyor? İşte beni bu romanı kaleme almaya yönlendiren bu sorular romanın kurgusal bütünlüğünü sağladı. Böylece konunun dağılması engellendi.
FAKİYE ÖZSOYSAL: Roman yazmada tiyatro oyunu yazmaktan daha fazla tatmin sağlayan, motivasyon artıran bir süreçten söz edilebilir mi? Yazma süreciniz nasıl ilerledi?
ZEHRA İPŞİROĞLU: Roman yazmanın en güzel yanı yazar da, yönetmen de, oyuncu da benim, kısaca kimseye bağlı değilim. İşte bu özgürlük duygusu yazma süresinde motivasyonumu çok arttırdı. Tiyatroyu çok seviyorum ama oyuna hakkını verecek kafa dengi bir ekiple karşılaşmak çok zor, hele böyle irkiltici bir konuda. Ama şu da var oyunum da, roman da umutla bitiyor, yani böyle zor bir konuyu ele alırken iç kapayıcı bir ortam yaratmıyorum. Roman yazma süresince romandaki kişiler benimle birlikte yaşamaya başladılar, her gün evim genç yaşlı bir sürü insanla dolup taşıyordu, konuşmalar, tartışmalar, kahkahalar hiç eksik olmuyordu; gerçek dünya ile kurmaca dünya içiçe geçmişti sanki, işte bu da çok heyecan vericiydi. Roman bittiğinde roman kahramanlarımdan ayrılmam kolay olmadı.
FAKİYE ÖZSOYSAL: Hatırlayamadıklarımız romanınızın biçimsel tasarımı ve içerik arasındaki ilişkisi okuru çok yönlü düşünsel bir sürecin içinde devindiriyor. Romanda “Hatırlayamadıklarımız” sergisinin taşlanması ve kargaşa ortamıyla başlayan akış doğrudan okurda merak uyandırıyor, tam da orada toplumsal ve siyasi boyutuyla meselenin içine doğru çekiliyor okur, derken adım adım parçaları birleştirmesi isteniyor, bu serginin anlamı ve nasıl bu noktaya gelindiğinin ardını görüyor. Düşünen, sorgulayan etkin bir okuru da biçimsel tasarımında var ediyor roman. Romanınızın kurgusal yapısı, biçim ve içerik ilişkisinden söz eder misiniz?
ZEHRA İPŞİROĞLU: Romanda Suzan ve Selen’in dışında yer alan karakterlerin kendi öyküleri de var. Olayları bu bağlamda hep farklı kişilerin bakış açısından anlatıyorum. Kimi kez aynı olay farklı bakış açılarından şaşırtıcı derecede değişiyor. Çünkü aslında olayın kendisinden çok bizim onu nasıl algıladığımız önemli. Olayları anlatanlar mağdurlar ya da mağdurların yanında yer alanlar, failleri de onların açısından tanıyoruz. Parça parça anlatılanlar tıpkı bir yap boz oyunu gibi bir bütünü oluşturuyor. Ana çerçeveyi Hatırlayamadıklarımız sergisi oluşturuyor. Bütün dünyayı gezecek olan bu interaktif sergi herkesin kendi öyküsünü anlattığı Sırlar Odası’ndan Erkeklik Hapishanesi’nin duvarlarını kıran öykülere (Duvargeçenler video yerleştirmesi), hapishanedeki faillerin konuşmalarından (Sabit Düşünce, Ayşeler ve Ahmetler video yerleştirmesi) Selen’in kaleme aldığı Hatırlayamadıklarımız romanından okumalara değin türlü sürprizlerle dolu. Romanın bir başka özelliği de sürekli olarak ele alınan konuya gönderme yapması. Sözgelimi Selen adaletin izini sürerken yaşadıklarını kaleme alıyor, böylelikle Hatırlayamadıklarımız romanı doğuyor. Selen’in annesi Deniz Kum yaşananları bir belgesele dönüştürüyor. Romandaki meta düzlem okuyucuyu yaşananlar üzerine düşünmeye çağırıyor.
Romanda yaşananların farklı zaman ve mekânlarda geçmesi, zaman sıçramaları okuyucudan da belli bir dikkat yoğunluğunu bekliyor. Yani dizi izler gibi kendini olayların akışına bırakmak isteyen bir okuyucuyu bu kurgu tedirgin edebilir. Ama bence bu kurgu ele aldığım soruna çok uyuyor, çünkü sorunu farklı boyutları içinde irdeliyor. Aslında kurgunun nasıl olacağını belirleyen romanımın konusu oldu.
FAKİYE ÖZSOYSAL: Romanda tabu olanın konuşulur düşünülür hale gelmesine doğru adım adım düşünsel süreç ilerliyor. Çocuk tacizi, çocuk gelin olma, kadınlara yönelik şiddet, ikiyüzlü toplumsal ve siyasi tavır, adalet arayışı romanın sorunsalını oluşturuyor. Şiddetin kaynağını ve ‘kutsal aile’ kavramını çeşitli boyutlarıyla sorguluyorsunuz. En tehlikeli olan nokta şiddetin sıradan, kanıksanmış, gizlenen ve süren bir gerçeklik olarak karşımızda durması ve susulması. Romanda hükmetme ilişkilerinin öğrenildiği, aktarılan bir varoluş biçimi olarak şiddet sarmalının kaynağına dönüşmüş toplumsal yapılar, bunları destekleyen söylemler, tavırlar ifşa oluyor, görünür oluyor ve üzerine konuşuluyor. Bu tartışma konularını taşıyan roman karakterleri kimler, dönüşümleri nasıl oluyor, bir seçeneği nasıl var ediyorlar? Bütün bunların temelinde yatan kilit noktayı ve aile kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz?
ZEHRA İPŞİROĞLU: Benim görüşüme göre olayların kilit noktasını ataerkil ve cinsiyetçi zihniyet oluşturuyor. Kadını ve çocuğu hiçe sayan bu zihniyet toplumumuzda iyice kök salmış. Romanda (Tabii oyunda da) bu zihniyetin kökenlerine iniyorum. Sözgelimi fail amca ile politikacı babanın ailesi bütünüyle böyle bir dünyanın insanları. Erkek çocuklarını da tam erkek olabilmeleri için vurdulu kırdılı bir ortamda yetiştiriyorlar. Önemli olan güç, iktidar gibi erkekliğin özünü oluşturan değerler. Bu değerlere sahip çıkarken şiddetin her türü geçerli oluyor. Böylece tam anlamıyla kendini herkesten üstün gören maço ve narsist insanlar yetiştiriyorlar. Genç kuşak bütün bu sorunların bilincinde olduğu için yeni bir erkeklik anlayışı olabilir mi sorusunun peşinde gidiyor. Dahası Derin’in öyküsünde olduğu gibi çok daha farklı bir davranış biçimi gündeme geliyor ki, bu ataerkilliğin hüküm sürdüğü bir ortamda hiç de kolay değil.
Aile ataerkilliğin temelini oluşturuyor. Kırsal kesimden gelen ve romandaki amcanın tacizine uğrayan Sultan’ın çocuk gelin olarak apar topar evlendirilmesi aile kurma maskesi altında bir suçun örtbas edilmesi anlamına geliyor. Aynı zihniyet kentsoylu kesimde de sürüyor. Politik konuşmalarında kadın haklarını savunan ama evde karısına şiddet uygulayan politikacı baba eşi ve küçük kızı Suzan’la herkesin örnek alabileceği sevgi dolu ve mutlu bir aileyi sergiliyor. Ama gerçekte Suzan’la annesi tam bir karabasan yaşıyorlar. Suzan yıllar sonra tacizci amcasını suçlayarak ailenin ikiyüzlülüğünü ifşa etmeye çalıştığında herkesi karşısında buluyor. Çünkü ailenin ifşa edilmesi, ailenin çökmesi ve yok olması anlamına geliyor. Ailede söz konusu olan aile bireylerinin mutluluğu değil, sadece güç ve iktidar ilişkileri. Tacizcinin kızı Selen uzun bir süre kuzeninin suçlamalarını kabul etmekte zorlanıyor, çünkü insanın kendi babasını suçlaması hiç de kolay değil, ancak Suzan’ın ölümünden sonra gerçeklerin bilincine varıyor.
FAKİYE ÖZSOYSAL: Roman duygusal özdeşleşmeyi dengede tutuyor. Umut veriyor. Bir seçeneği var ediyor. Romandaki tartışma odakları, tabu haline gelmiş konuları açığa çıkarmaktan öte bütün bu baskı, şiddet ve güdümleme mekanizmalarının ardını düşünmeye teşvik eden bir “düşünce ve düşünme modeli” de sunuyor denilebilir mi?
ZEHRA İPŞİROĞLU: Kadına ve çocuğa karşı şiddet ve taciz olaylarından yola çıkarak sorunları irdelediğimizde cinsiyetçiliğin ve ataerkilliğin farklı yüzleri ve boyutları ortaya çıkıyor. Bu açıdan romanın bir düşünce modeli sunduğu söylenebilir. Belki de bu romanda iki tür okuma biçiminden söz edilebilir.
Düz okuma, karakterlerle özdeşleşerek kendini olaylarını akışına kaptırma. Sadece bu tür bir okumayla yetinen bir okuyucuyu roman uzun vadede zorlayabilir, çünkü romanın kurgusu düz anlatımın sınırlarını kırıyor.
Çok boyutlu okuma: Bu tür okumada düz okumanın yanı sıra, romanın düşünsel boyutu da önem kazanacaktır. Böylelikle farklı kuşaklardaki farklı karakterlerin davranış biçimleri, dünya görüşleri, arayışları gündeme gelecektir. Öte yandan romanda çocuğa ve kadına karşı şiddeti irdeleyen düşünsel boyut, Hatırlayamadıklarımız sergisi, Erkeklik Hapishanesi bloğu, alışılmışın dışına çıkan farklı erkeklik öyküleri, yaşananların kaleme alınarak Hatırlayamadıklarımız romanının yazılması, belgesel proje vb. izlekler ana temayı hep farklı pencerelerden görmemizi sağlayacaktır.