Bahar Çuhadar
Moda Sahnesi yeni Shakespeare oyunu ‘Macbeth’te puslu, kesif ve keskin bir atmosfer kurarak anlatıyor tarihin en meşhur iktidar hırsı öyküsünü. Bu kez Macbeth dışındaki tüm karakterleri kadınlar oynuyor.
Kesif, keskin ve sarkastik: Moda Sahnesi’nin Kemal Aydoğan yönetimindeki en yeni Shakespeare yorumu sezonun taze işlerinden ‘Macbeth’i tarif etmek için kullanabileceğim üç kelime…
İktidar hırsı üstüne yazılmış en güçlü sahne metinlerinin şüphesiz en namlısıdır ‘Macbeth’. Savaş dönüşü karanlıkta beliren üç cadının ağzından çıkan kehanetlerle karşılaşan Glamis Beyi Macbeth ile General Bonquo’nun işittiklerinin puslu bir atmosferde bir bir hayata geçmesidir ‘Macbeth’in öyküsü.
Cadıların kehanetleri Macbeth’in içine taç arzusu tohumu ekeninden (“Kral olacaksın”) imkânsız göründüğü için (“Koca Birnam Ormanı yüce Dunsinane Tepesi’ne tırmanıp da üstüne gelmedikçe Macbeth yenilmeyecek asla”) içini ferahlatanına kadar, oyun boyu bir bir gerçeğe dönüşecektir. Kral olacağı kehanetini duyar duymaz “kadınlığından sıyrılıp kanını gaddarlığın en korkuncuyla koyulaştıran” Lady Macbeth ise Macbeth’in krallık ve tek adamlık yolunda etrafındaki herkesi ezip geçmesi için onun büyük mentoru, yol açanı olacaktır.
Moda Sahnesi’nin ‘Macbeth’i kesif, puslu bir renk tonunun içine, mekânı inleten gök gürültüleri ve savaş efektlerinin arasına ve keskin hatlarıyla hırsın tehlike saçan sivri uçlarını aklımızdan bir an çıkarmayan bir sahne tasarımının etrafına/üstüne yerleşiyor. Seyircinin iki tarafına oturduğu sahnenin ortasına yerleşen devasa üçgen masa, ilaveten taht-sandalyeler ile küçük üçgen tabureler hem kendi renkleri hem de oyun boyu uygulanan ışıklarla oyunun tarif etmeye çalıştığım kesif ve keskin tonunu baskın şekilde oluşturuyor.
Oyunun alameti farikası cadılar
Kemal Aydoğan’ın Shakespeare rejilerinden eksik etmediği (handiyse imzası haline gelen) yerel espriler, jestler, söz oyunları ve güncel göndermelerse ‘Macbeth’te ‘cadı ekibinde’ buluyor yerini. Ki bu kez -metnin de sertliğinden olsa gerek- imzasını daha yumuşak atmış diyebiliriz!
Oyuna en büyük dramaturji ve reji müdahalesi ise Macbeth hariç oyundaki tüm karakterlerin kadın oyunculara teslim edilmesi olmuş. Ürkütücü gürültülerle açılan oyunu, iktidar tutkusunu temsil ettiğini varsaydığım heybetli masanın etrafında, üstünde dans eden (yer yer Anadolu dervişlerini andıran hareketleri ve şarkılarıyla) beş cadı başlatıyor.
Oyun boyu ensemble’da cadıları, solo performanslarındaysa oyundaki tüm diğer karakterleri üçer beşer üstlenen bu beş kadın oyuncu, çıkışta da çoğu seyircinin dilindeydi. Galiba Moda Sahnesi ‘Macbeth’inin alameti farikası Melek Ceylan, Aybanu Aykut, Gözde Kısa, Özge Öztürk ve Deniz Elmas’ın hem cadı halleri hem de diğer karakterleri şekilden şekle girerek canlandırarak sergiledikleri performans olacak.
‘Laf dinlemez, söz anlamaz’ cadıların her belirişlerindeki dansları, şarkıları, ellerindeki ışıklarla sahneye kurdukları hâkimiyet, aralarındaki ‘edepsiz’ sözlü ve fiziki şakalaşmalar, bedenlerini kullanışlarındaki rahatlık, insanlığın hırslarına dair dalgacı bilmişlikleri oyunun kişisel olarak beni en çok etkileyen yönü oldu; sahne tasarımıyla birlikte.
Öte yandan Lady Macbeth’te Ezgi Çelik daha ilk sahnesinden itibaren ifadesindeki kararlılıkla (haki rengindeki militer kostümü içinde özellikle) dikkat çekiyor ve hem solo hem Macbeth ile karşılıklı sahnelerinde gaddar ruha bürünmüş ama finale doğru ‘insanlığına yenilen’ kadında etkili, güçlü bir oyunculuk sergiliyor.
Oyunun tek erkek oyuncusu Barış Atay sahnede asker kostümüyle belirdiği ilk anlarda da Lady Macbeth tarafından ‘hain planlara’ ikna edildiği sahnelerde de -aslında bence tam da metni her okuyuşumda kafamda canlandırdığım gibi- önce belli belirsiz bir varlık gösteriyor. Güzel olan, Atay’ın sahne sahne, adım adım alanı doldurmaya başlaması oluyor. Macbeth’in dönüşümünü hikâyenin her kritik dönemeciyle birlikte oyuncunun performansında daha çok hisseder oluyoruz.
Oyun demlendikçe bu etkinin iyice güçleneceğini tahmin ediyorum. Oyunun ortalarından itibaren takındığı muzip tavırlarla Macbeth’in dalgalı ruh haline de özgün bir yorum katıyor Atay (Kısa süre önce ‘İntihar Şov’da izlediğim ve tekdüze bir oyunculuk çizgisinde hareket eden oyuncuyla Macbeth olarak izlediğim oyuncu aynı kişiler değil adeta).
Puslu bir memleket ve dünya hali…
Ses ve müzik tasarımı Mustafa Avcı’ya, duvarları, masayı kana boyayan, yer yer sahneyi değil duvardaki gölgeleri izlememizi salık veren ışık tasarımı İrfan Varlı’ya, oyuna belirgince ağırlığını koyan ve işin kimliğini oluşturan sahne tasarımı Bengi Günay’a ait. Oyun genelinin bol giriş çıkış içeren hareket düzeninde ve özellikle hem cadıların hareket tasarımında hem de cadılıktan çıkıp seyirci karşısında farklı karakterlere dönüşmeleri esnasındaki koreografisinde Dilan Yoğun’un imzası var. Cadı ekibini şarkılarda çalıştıran isim ise ‘İki Kore’nin Birleşmesi’nde hem müzikal hem teatral performansından tanıdığımız Damla Pehlevan.
Macbeth’in beni sarmalamakta zorlanan en temel sıkıntısıysa bir şekilde olay örgüsünün, metne hâkim olmayanlar için zorlayıcı olabileceği. Oyun çok fazla giriş çıkış içeriyor; bu hareketlilik rejiye akıcı bir şekilde yerleşmiş ama yine de oyunu bütünüyle yakalamak, kavramak açısından, bazen uzunluk hissi de veren, tam oturmamış bir akış bu. Sahne üstündeki -özellikle de cadıların- mekân ve karakter değişimleri son derece belirginken, diğer karakterlerin giriş çıkışıyla eşzamanlı olarak zaman ve mekânların değiştiği geçişler, metni çok iyi anımsamayan, okumamış seyircinin takibini bir parça zorlayacak nitelikte.
Oyun yine de en çok da kurduğu atmosferle bizi Türkiye’nin ve dünyanın puslu haliyle bir tiyatro mekânında baş başa bırakıyor. “Farkında olmayanlardan başka kimsenin yüzünün gülmediği” bir memlekette yaşadığımızı anımsatarak… Ve cadıların sorusunu aklımıza düşürerek: “Ne zaman buluşacağız bir daha?…”
Macbeth / Moda Sahnesi
Yazan: William Shakespeare
Yöneten: Kemal Aydoğan
Oyuncular: Ezgi Çelik, Barış Atay, Aybanu Aykut, Melek Ceylan, Deniz Elmas, Gözde Kısa, Özge Öztürk.
Süre: 100 dakika
Ne zaman, nerede: 27, 28 Eylül; 2, 3, 4, 5 Ekim’de saat 20.30’da; 29 Eylül ve 6 Ekim’de saat 16.00’da Moda Sahnesi’nde.
Bilet fiyatları: 350 ve 480 TL.
SAHNEDE BUNLAR DA VAR
Mercaniye Çok Yaşa/Tiyatro Hayali: Yakın dönem tarihimizden özgün hikâyeler yaratan Ahmet Sami Özbudak’ın kalemi bu kez Osmanlı’nın son zamanlarında eğlenceli bir serüvenle buluşturuyor seyirciyi. İmparatorluğun son dönemlerinde, Haliç’te kaderine terk edilmiş bir gemi ve onun tuhaf mürettebatıyla tanışacağız. Sirtakiden longaya uzanan dönem müzikleriyle neşeli bir oyun… Emrah Eren’in yönettiği oyunda Erdem Akakçe, Sevil Akı, Bülent Çolak, Bihter Dinçel ve Fatih Koyunoğlu rol alıyor.
🔴 1 Ekim Salı, 20.30’da Fişekhane’de.
Büyük Zarifi Apartmanı/istos sahne: Geçen sezon göremediyseniz -ki her gösterimi ancak 20 kişi izleyebiliyor- bu sezon yakalamanızı tavsiye edeceğim özel bir iş. Beyoğlu’ndaki Zarifi Apartmanı’ndan sızan öyküler; resmi tarih kitaplarında öğretilmeyen, ancak seçip çıkaracağınız tarih kitaplarında, edebiyatta, sinemada, tiyatroda bulabileceğiniz türde yakın Türkiye tarihi anlatıları… Beyoğlu’nun Rumları’nın nasıl da uzaklara savrulduğunu, bugün hâlâ yaşadığımız pek çok mekânda bıraktıkları izleri zarif bir dille ve seyirciye farklı bir deneyim yaşatarak anlatıyor oyun. Bu haftaya bilet bulamazsanız da radarınıza alın…
🔴 27, 28, 29 Eylül’de 16.00 ve 19.00 saatlerinde, Büyük Zarifi Apartmanı’nda.
Timsah Ateşi/Çolpan İlhan&Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment: Funda Eryiğit ile Hazar Ergüçlü’nün kuvvetli oyunculuk performanslarıyla, fonda Kuzey İrlanda’nın kaotik politik atmosferi, ayrı uçlara savrulmuş iki zıt kardeşin bir gece beklenmedik şekilde buluşmasına tanıklık ediyoruz. Çocukluklarına ve şimdilerine sert bir gölge olarak düşen babaları ise hikâyenin merkezindeki yerini koruyor.