Erdoğan Mitrani
“Ya ne yapmak lâzımmış? Sağlam bir dayı bulup çatmak sırnaşık gibi, bir ağaç gövdesini tıpkı sarmaşık gibi yerden etekleyerek velinimet sanmak mı? Kudretle davranmayıp hileyle tırmanmak mı? İstemem eksik olsun! Herkes gibi, koşarak, yabanın zenginine methiyeler mi yazmak? Yoksa nâzırın yüzü gülecek diye bir an karşısında takla mı atmak lâzım her zaman? İstemem eksik olsun! Ricaya mı gitmeli? Kapı kapı dolaşıp pabuç mu eskitmeli? Yoksa nasır mı tutsun sürünmekten dizlerim? Yahut eğilmekten mi ağrısın ötem berim? İstemem eksik olsun!”
İmparatorlukların çökmeye başladığı, kapitalizmin ilk ayak seslerinin duyulduğu bir zamanda, tiyatroda Natüralizm’in başladığında 1897‘de, yazılmış olmasına karşın, Edmond Rostand’ın XVII. yüzyıl şair ve silahşoru Cyrano de Bergerac‘ın yaşamından özgürce esinlendiği ‘Cyrano de Bergerac’, destansı şiirselliğiyle günümüze dek çok sevilmiş, defalarca sahnelenmiş bir oyundur. İyiliğe, aşka, dostluğa dair geç-romantik bir metnin bu derece başarı kazanmasının bir nedeni de Rostand’ın çok iyi bir tiyatro yazarı olduğu kadar, çok iyi bir şair olmasındadır. Manzum olarak yazılan ‘Cyrano de Bergerac’ta şiirsellik, öykünün kurgusunu güçlendirir. Dramatik yapıyı dâhiyane biçimde tamamlar. Fransız dilinde yazılmış bu en güzel metinlerden birini 1942’de bizden bir dehâ, Sabri Esat Siyavuşgil Türkçeye manzum bir başyapıt olarak kazandırmıştır.
‘Cyrano de Bergerac’, haddinden fazla büyük burnu, tüylü şapkası, gururu ve tafrasıyla şair, silahşor ve âşık Cyrano’nun, kuzini Roxane’a aşkını bir türü dile getiremeyişinin, duygularını yeni yetme yakışıklı Christian’a suflörlük yaparak, mektuplarını yazarak Roxane’a onun üzerinden aktarmasının öyküsüdür. Roxane’ın başlarda yakışıklılığına kapıldığı Christian’ın artık fiziğine değil, ruhunun aynası olan sözcüklerine âşık olduğunu öğrendiğinde, ona gerçeği açıklamaya hazırlanırken meydana gelen trajik olay Cyrano’nun ebediyen susmasına sebep olur…
Ahmet Sami Özbudak, yönetmen koltuğunda oturduğu DasDas’ın ‘Cyrano’sunda dönem oyunu olarak genelde zengin bir dekorda oynanan metni seyircinin hayal gücüne güvenerek, yalın ve sade bir ortamda, Cem Yılmazer’in projeksiyonla oluşturulmuş doğa fonu önünde çok amaçlı kullanılabilen üç masadan oluşan dekorunda sahneliyor. Dönemi yansıtmayı ise, Nihal Kaplangı’nın hem klasik hem stilize kostümleriyle yansıtmayı başarıyor ki, bu sadelik Rostand / Siyavuşgil’in, kimi ufak tefek kısaltmalar dışında özgün şeklinde korunmuş nefis metnini (dramaturgi Yahya Uluğ) ve müthiş başarılı oyunculukları daha da ortaya çıkarıyor.
Harun Tekin’in müziği, Dicle Doğan’ın koreografisi ve son derece tempolu ve akıcı rejisiyle ‘Cyrano’, iki buçuk saati bulan süresi boyunca heyecanı ve ilgiyi bir an olsun yitirmeden izleniyor. Görsel olarak, savaş sahnesi ve özellikle Christian’ın ölümü çok etkileyici. Ekibin çok başarılı bir koro olarak söylediği şarkılar, özellikle ‘Bunlar Gaskonya Beyleri’nin marş olarak yorumlanması çok başarılı, Deniz Özmen’in eskrim koreografisi müthiş inandırıcı.
Özbudak’ın, dilimize de manzum olarak kazandırılan, güzelliğe, aşka ve arkadaşlığa adanmış bu romantik destanı, metnin şiirselliğini olduğu gibi korurken, doğal, inandırıcı ve gerçekçi oyunculuklarla yansıtması olağanüstü. Yalın sahneleme anlayışı çok karakterli metni bir avuç oyuncuyla aktarmasında da öne çıkıyor. Elif Mandan, Ertuğrul Gümrükçüoğlu, Fatin Elçim ve Ömer Faruk Tezgel çok sayıda ikincil karakteri ustalıkla canlandırıyorlar. Caner Erdem, Monfleury’den Le Bret’ye, arada rahibe, kostüm değiştirir gibi rahatlıkla geçerek üç karakteri farklı farklı var ediyor. Girdiği her kişiliğe kendinden bir şeyler katmayı bilen Erol Babaoğlu’nun Cyrano’nun antitezi De Guiche’i dört dörtlük. İkinci sezonunda Roxane’ı ‘Kayıp El’den beri kendini özleten Duygu Üstünbaş canlandırıyor. Güzelliği, doğallığı, zarafeti ve başarılı yorumuyla çok sevilesi bir Roxane olmuş. Yirmilerinde bir oyuncudan, ilk kez yaşadığı aşkı sözcüklerle ifade edemese de, derinlemesine hissettiren çok katmanlı bir yorum isteyen Christian müthiş zorlayıcı bir rol. Sahnede, ekranda, gerçek yaşamında fiziksel yaşından çok daha genç gösteren 1981 doğumlu Mert Fırat’ın saf, kimi zaman çocuksu, ama duygularında ve duyumsadıklarında ciddi Christian’ı çok etkileyici. 1961 doğumlu büyük oyuncu Bülent Emin Yarar’ın düellolarının, şarkılarının, danslarının benzersiz enerjisiyle sahnede taş çatlasa kırklarında duran usta işi Cyrano’suysa, ta Hüseyin Kemal Gürmen’den beri izlediğim sayısız yorumunun en iyilerinden. Diksiyonu kusursuz, yorumu samimi ve inandırıcı, belâgatten ve tumturaklı ifadeden tamamen arındırılmış tiratları müthiş doğal.
Ünlü bir klasiğin, geçmişten günümüze köprü kuran, şiirsel ve masalsı atmosferiyle izleyiciyi günümüzün güzellik meselelerine, derinliğini kaybetmiş duygularına, aşka, yalnızlığa, ölüme yeniden bakmaya davet eden bu parlak yorumu DasDas repertuarında sahnelenmeyi sürdürüyor. Kaçırmayın derim.
Murat Gülsoy’un benzersiz romanının sahneye yansıması
“Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet”
“İnsan neye elini atsa kendi hayatından bir yansımayla karşılaşıyor. Çünkü insan bir aynadan başka bir şey değil. Kendisi kadar yansıtabiliyor dünyayı.”
Yapıtlarında gerçekliğin ve zihinsel deneyimlerin aldatıcılığı, rüyalar, ölüm ve aklın sınırları gibi konuları akıcı bir üslupla ele alan Murat Gülsoy’un 2016’da yayınlanan, Ceren Boz ve Nagihan Gürkan tarafından sahneye uyarlanan, Nagihan Gürkan’ın yönetmenliğini üstlendiği ‘Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet’, 2020’den beri DasDas repertuarında.
1967 İstanbul doğumlu yazar, akademisyen Murat Gülsoy’un kitapları İngilizce, Almanca, Çince, Makedonca, Rumence, Bulgarca, Arapça, Arnavutçaya çevrilmiş, Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, Yunus Nadi Roman Ödülü’nü, Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü’nü, Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü kazanmış üretken bir edebiyatçı.
‘Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet’, ölen kişilerin zihinlerinin başkalarının zihinlerine aktarılabildiği, içinize aldığınız o kişinin zihninizde size arkadaşlık edeceği, en yakın dostunuz olarak nereye giderseniz gidin yanınızda kalacağı bir bilimkurgu öyküsü olarak gelişiyor. Teknolojinin ve/veya bilimsel gelişimin ütopyaya ya da distopyaya dönüştürdüğü bir gelecek üzerinden günümüz dünyasının sorunlarına ışık tutmasıyla, bilimkurgunun asal amacına uygun, kendini bilmek ve bulmak arasındaki bir kayboluş hikâyesi.
Bu yılın son gösterisinde izleyebildiğim oyun, sonrasında yazarının, yönetmeninin ve oyuncularının katıldığı bir söyleşiyle sezonu çok keyifli bir şekilde kapattı. İzlenimlerim hem oyunda hem söyleşide izlediklerimi kapsıyor.
Ceren Boz’un proje tasarımı olarak Nagihan Gürkan’la birlikte yaptığı uyarlama, öncelikle üç oyuncu ve canlı video çekiminden oluşacağı kararı etrafında gelişmiş. Cem Yılmazer’in en küçükten en büyük iskemlelerden oluşan dekoru ve ışık tasarımı, yazara serebral korteksi, bana da benzer olarak başkişisi Mirat’ın zihninin içinde kaybola kaybola, Esra ya da Tuncay’ı bulup kaybettiği labirentlerini çağrıştırıyor. Mirat’ın (Sabahattin Yakut) ağzından dinlenen öyküde Ceren Boz, başta Mirat’ın zihnine aldığı Esra’yı, arada Mirat’ın kız kardeşi Sema ile Tülin’i canlandırıyor Ümit Erlim, çok sayıda yan kişiden, başarıyla Esra’nın sevgilisi Tuncay’a geçiyor. Proje ve reji asistanı Nihan Işık video çekimlerini de üstleniyor. Mirat, Esra ve Tuncay’ın korteks/labirent içindeki var oluşlarını ve kayboluşlarını, devinimlerini, sıçramalarını, düşmelerini/düşememelerini Salih Usta’nın hareket tasarımı düzenliyor. Ustalıklı oyunculukları, kusursuz diksiyonları ve başarılı beden dilleriyle Sabahattin Yakut, Ceren Boz ve Ümit Erlim müthiş bir ekip oluşturuyorlar.
Söyleşide, romanın özüne sadık kalırken, salt tiyatroya dönüştürülmesini çok beğendiğimi, özellikle dramaturginin ve sahne kurgusunun matematiksel başarısını çok etkileyici bulduğumu söylemeye hazırlanırken, Ümit İTÜ kökenli olarak hem kendisinin hem Nagihan’ın karakterlerini matematiksel olarak yorumlayışından söz etti.
Ben mezun olduktan dört yıl sonra doğmuş olan Murat Gülsoy’un da doktorasını İTÜ’de yaptığını öğrendiğimde kendimi okul arkadaşlarımla buluşmuş gibi hissettim.
Çarpıcı, ayrıksı ve müthiş özgün bir romandan yapılmış bu çok başarılı uyarlamanın önümüzdeki sezonda devam edeceği ümidiyle kaçırmış olanları mutlaka izlemeye davet ediyorum.