Bilge Az
1960’lar Amerika’sına dışarıdan bakıldığı zaman, özellikle de Hollywood yapımı romantik komedilerde, gündelik seks arayışında olan aklı başında herhangi bir yetişkinin Amerikan toplumunda o dönem bu aradığını bir dakika içinde bulabileceğine dair bir algı vardır. (Ne var ki sinemaya uygulanan sansürden dolayı bu gösterilmez, sadece alt metindedir). Ancak oyun yazarı Neil Simon‘ın ilk kez 1969’da Broadway’de gösterime giren “Kırmızı Ateşli Aşıkların Sonu” adlı eseri bu durumun böyle olmadığını, istisnaların da olduğunu anlatıyor. Funorg&Optimum Pictures isimli prodüksiyon şirketinin yapımcılığında ve Zafer Kayaokay yönetmenliğinde, bir dönem Amerika’da oldukça popüler olmuş bu romantik komedinin neşeli yeni yorumu sahnelerimize Büyük Aşıkların Sonuncusu ismiyle getiriliyor. İzlediğimiz yorum ise o günleri net bir göz ve sıcak bir kalple ilk olarak ülkemizde sahnelere getiriyor.
Eğer neşeli Amerikan romantik komedilerini 1960’ların Broadway sahnelerinin altın standardı olarak Amerika’nın sevilen oyun yazarı Neil Simon hakkında bir şeyler biliyorsanız, muhtemelen orijinal isminin dahi ironik olduğunu tahmin etmişsinizdir. Oyun 1960’ların sonunda yazılsa da hikaye 60’lı yılların sonunu 70’li yılların başını anlatıyor. Yani şu gün için dönem oyunu olduğu da söylenebilir.
Barney Cashman, casanovaların en beklenmedik örneğidir. 40’lı yaşlarının sonlarında, huysuz bir restoran işletmecisi olan Barney’i elinde güller ve ağzında aşk şiirleri ile değil çoğunlukta restoranı ile ilgili düşünürken görürsünüz. Oyun romantik komedi olmasına karşın onu Don Juan gibi “Romantik” olarak görmeyiz. Bununla birlikte, Barney 20 yıllık karısını tek gecelik ilişki ile aldatacak şekilde için üç garip girişimde bulunur.
Murat Cemcir’in canlandırdığı Barney Cashman, orta yaşlı, 1960’lar Amerika’sında geliri iyi ama hayatı tekdüze, işkolik bir balık restoranı işletmecisidir. Karısıyla lisede tanışmadan önceki tek aşk deneyimi, kırk küsür yaşındaki bir fahişeyle olmuştur. O da hepi topu on beş dakikadır. On beş dakikada boşaldıktan sonra bir daha fahişeyi görmemiştir. Hiçbir zaman karısını aldatmamıştır. Ancak kırk küsür yaşında, yaşlandığına dair giderek artan farkındalığı onu aşk hayatında heyecan, cinsel olarak değişik maceralar aramaya iter.
***
Oyunun yönetmeni Zafer Kayaokay ve dramaturgu Dilek Tekintaş Amerikan tiyatrolarında bir dönem oldukça popüler olmuş ama buna karşılık evrensel olarak aynı popülariteye ulaşamamış Last of The Red Hot Lovers isimli oyunun modern zamanlardaki yorumunu yaparken orijinal metine ne kadar sağdık kaldığını orijinal metni okumadığım için bilemem ama oyun orijinal dokusundan hiç kopartılmamıştır. Evin camından görünen manzara hala daha 1960lar New York’u dur (sahne tasarımına birazdan detaylı olarak değineceğim).
Ve bunu yapmak için de iki başarılı ve ünlü oyuncuyu tiyatro sahnesinde bir araya getirmiştir. Yerel favori aktrist Yasmin Kay Allen’in canlandırdığı birbirinden farklı kadın karakterlerin yaptıkları anormal hareketler, iticilikten uzak, sevimli gözükecek kadar eğlencelidir. Oyuncu olarak da en az Murat Cemcir kadar komiktir.
Yasmin Kay Allen’in canlandırdığı kadınlara gelirsek birisi kendinden emin, samimi ve son derece seksi. Diğeri, herhangi bir insanda hayranlık uyandıracak derece tuhaf ve epeyce çılgın. Bir diğeri ise ev kadını rolünde ama dünyası biraz karmaşık ve hareketleri komikliğe gidecek derecede gergin.
***
Oyunun başlangıcında, Barney’nin gergin bir şekilde randevusunu beklediği çok etkileyici bir an vardır. Ellerindeki balık kokusuna özellikle dikkat ederek tüm evi ve üstünü başını kokuya bular. Ziyaretine gelecek partneri için parmaklarındaki balık kokusunun rahatsız edici olmasından çok korkuyor. Ama derdinin sevişmek olmaması gerektiğini de en baştan kendisine söylüyor. Bence bu an komik ama bir o kadar da dokunaklıdır. Aslında hikaye romantik komedi olmasına karşın bu bölüm bana son derece hüzünlü geldi. Tarzını incelediğim ve bazı oyunlarına baktığım kadarıyla yazar Simon’ın oyunlarının tipik bir örneği olarak burada vurgu 60lar kuşağı tarzı iğrenç şakalar üzerinden yapılıyor.
Barney, annesinin evine getirdiği anda adını unutmuş olmasına ve ona dokunmadan önce onunla saatlerce konuşmayı istemesine rağmen Elaine yatak odasına giderek işe koyulmaya çok isteklidir… Barney’nin Elaine’i gerçekten daha iyi tanımak mı istediğinden yoksa sadece fiziksel temastan mı korktuğundan asla tam olarak emin olamamamız, sadece Murat Cemcir’in Barney Cashman’ı canlandırırken gerçekleştirdiği üstün performanstan kaynaklı değildir. Aynı zamanda yazar Neil Simmon’un dokulu metninin bir başarısıdır.
Derdi seks olan Elaine sıkılarak sorar: “Peki ilk adımı sen mi atacaksın?”. Bir süre sonra bir sonraki soruyu sormak zorunda kalacaktır: “Ne olacak peki gecenin sonunda?”. Gecenin sonunda ise büyük bir sürpriz ile karşılaşacaksınız. Tabi ki sizlere bunun ne olduğunu söylemeyeceğim. Gidip oyunu izlemenizi istiyorum çünkü.
Barney iki perde boyunca, her biri bir öncekinden daha hüzünlü ve komik olan üç ayrı kadınla üç ayrı macera yaşar. İlk randevusu Elaine, Barney’nin restoranına sık sık gelen şehvetli- fettan ve evli bir kadındır. Burada kostüm tasarımcısı Dilek Kaplan, Yasmin Kay Allen’e leopar desenli pantolon ile rol için ilginç, aynı zamanda da çok kışkırtıcı bir dönem tarzı uygulamıştır. Diğer iki kadının kostüm tasarımları ise kışkırtıcılıktan uzak olsa da dönemi ve bize izletilen kadının modelini çok iyi özetlemektedir.
Elbette ki finali yatak odasında sonuçlanmayan üç buluşma arasındaki bağ, Murat Cemcir’in Barney rolü üzerinden yaptığı gövde gösterisine dayalı performansıdır. Yönetmen Zafer Kayaokay, oyunu İngilizceden Türkçeye çeviren Nagihan Cemcir ile beraber Simon’ın metnine nüfuz ederken dokundurmalar kadar komedi öğelerini de kolaylıkla dilimize uyarlayabildiği gibi birkaç ritmi de kaçırmaktadırlar. Kaçırdığı bu ritimler, herkesin bazen çılgınlık anında içine düştüğü garip hallerdir. Ancak Murat Cemcir, Barney’nin teninin içinde o kadar rahattır ki, her hareket, bakış ve tepki yalnızca nihai olarak inandırıcı olmakla kalmaz, aynı zamanda kahkahalarla gülünecek kadar komik durumdadırlar.
Yasmin Kay Allen’in, Elanie olarak en başarılı olarak oynadığı ansa oyun içerisinde tuhaf seslerle birlikte öksürük nöbeti geçirme jestidir. Öksürük nöbetinden sonra sigara istemesi ve isteme şekli de ayrı bir konudur.
***
Sahne yoğun çünkü hiçbir şey değişmiyor; İzleyicinin zihninde ışık tasarım yoluyla zaman sıçramaları yaşatılıyor. Işık tasarımcısı ise Akın Yılmaz’dır. Yönetmen Zafer Kayaokay da üç farklı bayanımıza farklı türde hareketler yönlendirme konusunda harika iş çıkartmıştır. Oyuncu Yasmin Kay Allen de üç farklı karakteri çok iyi canlandırmaktadır. Üç farklı kadın karakterin tek oyuncu tarafından canlandırıldığını hiç belli değildir, sanki oyunda üç farklı kadın oyuncu var gibidir.
Barney, son çapkınlık macerasında karısının en iyi arkadaşı ve aynı zamanda en yakın dostunun da karısı Jeanette’ı annesinin evine atar. Bu sefer Elanie ile olan macerasının aksine de onun tek derdi seks yapmaktır. Aynı oyuncu tarafından canlandırılan bu diğer kadın karakter, zihinsel olarak yetersiz gözüken durumuna tezat fiziki olarak enerjiyle dolup taşıyor. Barney’nin gökyüzünün her zaman mavi olmadığının farkına varması için mükemmel bir öğretici olacaktır. Yasmin Kay Allen, fiziksel performansıyla eşleşen duygusal bir performans da sergiliyor burada.
Şehvetli Elanie içiyor, oynaşıyor, ara sıra derdini açıkça belli ediyor, istediği olmayınca sıkılıyor. Diğer kadın karakter Bobbi ise seksiliğinin yanında aynı bir sincap gibidir, elinde bir şey olmadan hareketsiz oturamaz veya yerinde sabit duramaz. Jeanette ise Cashman’ın zorlamalarına rağmen oturmak istemez. Koltuğa çok zor oturur. Çantasını omzundan indirmez. En önemlisi de 1960’larda modern bir Amerikan evi olarak tasarlanmış ve oda oda ayrılmış dekorun en soldaki odasını kullanan tek karakterdir. Bu dekor tıpkı Çehov’un sahnede duruyorsa patlamak zorunda olan tüfeği gibidir. Ve son sahnede patlar. Bence son sahnede patlması oldukça efektif olmuş.
***
Oyunun sahne tasarımından bahsedersek de ebat olarak oldukça büyük tek dekor kullanılmış. Dekor 1950-1960’lı yılların Amerikan iç mimari tekniiklerine göre tasarlanmış bir evdir. (Zaten bahsettiğim gibi hikaye 1960’lı yıllarda geçiyor). Yerden başlayarak tavana doğru yükselen camların önünde demir parmaklıklar var. Camlar oldukça büyük ve camlardan sırasıyla akşam ve gündüz olarak New York manzarası görülüyor. Ve camlar da gerçekçi olarak açılır-kapanır şekilde tasarlanmış. Camların bittiği yerde ise ev kare şeklinde alçı kaplamalar ile görsel olarak zenginleştirilmiş… İçeriye ve diğer odalara açılan kapılar da ihmal edilmemiş. Sürekli bahsi geçen yatak odasını hiç görmüyoruz ama ona açılan kapıyı görüyoruz. Ev dekorunun sağında Amerikan evlerinde olduğu gibi salon ve mutfak iç içe duruyor ve tasarımda Tek sıra tipi mutfak tercih edilmiş. Ayrıca mutfak tasarımı da ev tasarımı gibi oldukça başarılı. Ev dekorunun solunda ise klasik tasarımda koltuklar bulunuyor… Evin duvarları dahi boş bırakılmamış ve çeşitli resimlerle ve fotoğraflarla zenginleştirilmiş…Ev dekorunun bittiği sol ve sağ sütunlarının kötü durmaması amacıyla bittiği yer belli edilmemiş. Bittiği yerler kesik-küt durmasın diye sanki evle bitişik büyük duvarlarmışçasına tasarlanmış.
***
Bu iki yetenek ve etkileyici sahne tasarımı, bu metin içerisindeki çok sayıda zekice şaka ve etkileyici derecede gerçekçi diyaloglar ile kaynaştığı vakit inanılmaz bir kimya oluşmuş. Ekiple ilgili bir sorun yokken orijinal metin ile ilgili bir sorun var bence. Yapımcı organizasyon şirketi veya yönetmen (hangisiyse) neden böyle bir metni yorumlamayı tercih etti bilemem ama oyuncuların harika performanslarına, rejinin başarılı yorumuna ve mükemmel sahne tasarımına rağmen ne olursa olsun Last of the Red Hot Lovers bence dinozorlaşmış bir metin. Çünkü bu metin bir klasik değil. Yorumlanmak için klasik olmak zorunluluğu olmayabilir ama bu oyunu araştırdığım kadarıyla Amerika’da bir dönem oldukça popüler olmuş sonra da unutulmuş bir oyun. Yönetmen, popüler bir metni değil de böyle daha az bilinen bir metni yorumlayarak büyük risk almış. Ticari kısmını bilemem ama sahnede seyirciye izlettirdikleri iki perde yüz on dakika ile bu riskin üstesinden gelebilmişler bence. Oyun olarak gelecek nesillere ne kadar kalır? Veya ne kadar ödül alır? Ne kadar başarılı olur? Bunlara bir yorumum yok. Ama risk alma pahasına, popüler veya klasik metinlerden kaçarak böylesi dinozorlaşmış bir metni yorumlayarak sahnelerimizdeki oyunların renk çeşitliliğini sağlamak açısından çok büyük bir değer kattıklarına da eminim.
Bir daha düşününce kafamda şunu çizdim. Orijinal adı Ateşli Aşkların Sonuncusu olan oyunun bu yerli yorumu bize bizim bildiğimiz Yeşilçam filmlerindeki 1960lı yılların değil, klasikleşmiş Amerikan filmlerinden aşina olduğumuz 1960’lı yılların nostaljisini yaşatıyor. Seyircilerden gelen keyifli kahkahalar da bu kültüre televizyon-video yoluyla da olsa çok uzak olmadığımızı hatırlatıyor. Oyun pek de eskimemiş sıradan Amerikan mizah stereotipleriyle dolu olsa da benim için oldukça eğlenceli. Gazetelerin hafta sonu eklerinin ara sayfalarında çizgi roman çizenler için de yeni bir pencere olabilir bence. Sonuç olarak iyisiyle veya kötüsüyle bu oyun günümüzün değil başka dönemin parlak bir oyunu, günümüzün de nostaljisidir.
*Oyunu 11.05.2024 tarihinde İstanbul DasDas’da izledim