Craft & ZorluPSM & Freestage Ortak Yapımı- ´Balina´

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Erdoğan Mitrani

Craft & ZorluPSM & Freestage ortak yapımı- ´Balina´

“Balinaya yazık değil mi? Kocaman zavallı bir hayvan yalnızca. Ahab’a da üzülüyorum bir yandan. Balinayı öldürmeyi başarırsa hayatının daha güzel olacağını sanıyor ama öyle bir şey olmayacak.”

1981 doğumlu Amerikalı oyun yazarı Samuel D. Hunter’ın kaleme aldığı ‘Balina’, hayatının aşkı Alan’ın intiharının ardından evine kapanan, girdiği depresyonu bitmek tükenmek bilmeyen bir tıkınma ile baskılamaya çalışan, 300 kiloluk obez eşcinsel Charlie’ye odaklanıyor.

Eşini ve iki yaşındaki kızını arkasına bakmadan terk edip gitmiş olan Charlie’nin tek arkadaşı, onu sık sık yoklayan hemşire Liz iken, velayetini almış olan eski karısı Mary’nin engellemesi yüzünden yıllardır görmediği yeniyetme kızı Ellie beklenmedik şekilde karşısına çıkıverir. Kızın büyüme sürecinde kendisini yalnız bırakan babasına karşı tavrı, Charlie’nin yıllardır bilinçaltında gizlenmiş vicdan azabını açığa çıkarır ve adam kızıyla yeniden iletişim kurmaya ve kendini affettirmeye çalışır. Kızının ortaokulda bir balinanın ardından gözyaşlarıyla yazdığı kompozisyon ödevi, baba kız arasında yeniden bir bağ oluşturmasına yetecek midir?…

Kanımca, Charlie’nin aşırı kilolarını acılarının ve vicdan azabının dışavurumu olarak gören metinden adamın obezitesi çıkarılsa oyun akışında pek önemli bir değişiklik olmaz. Bence iki başkişi arasındaki bağlantının Herman Melville’in ünlü romanı ‘Moby Dick’ üzerinden verilmesi de biraz zorlama duruyor. Öyle ya, Balina Charlie ise öykünün Ahab’ı kimdir? Charlie Ahab ise, Balina yüzünü görmediğimiz kargocunun her gün getirdiği dev pizza mıdır?

Balina’yı bir veda, bencillik, yalnızlık, özlemek, utanmak, çok özlemek, çok ama çok özlemek öyküsü, hassas, her an kırılabilir insanların hikâyesi olarak ele alan yönetmen İbrahim Çiçek, metnin boşluklarını sağlam bir reji ve oyuncu yönetimiyle aşıyor. Günsu Sarı dekor, Yakup Çartık ışık, Nihal Kaplangı kostüm tasarımları ve Ömer Sarıgedik müziğiyle oyunun görsel işitsel başarısını destekliyor.

Enis Arıkan’ın Charlie’si tek kelimeyle olağanüstü; Şebnem Bozoklu’nun Liz yorumu bu müthiş komedyenin dramatik rollerde de ne kadar başarılı olduğunu kanıtlar. Helin Kandemir ve Emin Evirgen de ana-kız olarak çok iyiler. Yağız Can KonyalıHunter’ın kendine göre sorunları olan, her çözümü katı Hıristiyan inançlara bağlar gibi görünen ikincil karakter Mormon Tom’u ustaca öne çıkarır.

Sonuç olarak Enis Arıkan’ın Oscar’lı Brendan Fraser’i aratmadığı ‘Balina’, kişisel olarak pek de etkileyici bulmadığım bildik konusuna İbrahim Çiçek’in usta işi yorumuyla müthiş parlak bir boyut getiren, bu bağlamda kesinlikle izlenmeyi hak eden bir oyun. 9, 10, 14, 15 Mayıs ve sezon boyunca Zorlu PSM’de.

 

 Tiyatro Gestus’da Dilemma serisinin ikinci oyun  ‘Ben Eskiden Çok Ünlüydüm’

 

“Çocukluğunda yarası olan hepimizden bahsediyor bu oyun. Örneğin, 90’lı yılları nasıl bilirsiniz? Tetris, Alf, Süper Baba, Çarkıfelek, İkinci Bahar, Cartel ve diğerleri… Peki, bu 90’lı yıllar gerçekten tatlı bir rüya mıydı yoksa bitmek bilmeyen berbat bir kâbus mu? O yıllarda çocuk yıldız olarak ünlü olmuş fakat şimdilerde hiç kimsenin hatırlamadığı bir oyuncunun gözünden geçmişe bakalım ve bugüne ait bir soru soralım: Hikâyenin devamı nasıl olmalı?”   Gökhan Erarslan

Gökhan Erarslan’ın ‘Etik Nedir’in ardından yazdığı ve yönettiği, Dilemma serisinin ikinci oyunu ‘Ben Eskiden Çok Ünlüydüm’, küçük Mavi’nin saflığı, televizyon tutkusu, hevesleri, kurduğu hayalleriyle 1990’lı yıllarda başlayan, hayal kırıklıklarıyla, geçmişle hesaplaşma çabalarıyla, ideallerine ulaşamayışıyla günümüze kadar uzanan öyküsü.

Sahneye paten kayarak giren, izleyiciyi güler yüzle “hoş geldiniz” diyerek karşılayan Ezgi Büyükpınar Erarslan’ın, hikâye anlatıcılığına interaktif boyut katan olağanüstü sıcak, samimi usta işi yorumu ile 85 dakika hiç sarkmadan ve aksamadan gelişen ‘Ben Eskiden Çok Ünlüydüm’, aynen Dilemma’nın ilk oyununda olduğu gibi, seyirciden izleme sonrasında bir yorum yaparak karar vermesini bekliyor: Ne yapmalı? Geçmişi silmeli mi, yoksa geçmişte yara alınan olaylara, insanlara geri mi dönmeli? Hayata nasıl tutunmalı?

Gökhan Erarslan, 1990’lı yılları, sadece çocukluğunun, ilk gençlik yıllarının, daha saf, daha temiz, daha hayalci olduğu zamanların nostaljik bakışıyla ele almıyor. Siyasi cinayetlerden katliamlara, rant kavgasından hileli iflaslara, banka vurgunlarından mafya hesaplaşmalarına kadar, yaşadığımız sosyo-politik düzlemin, toplumsal dejenerasyonun ve kör oportünizmin temellerinin o yıllarda atılmaya başlandığını anımsayarak geçmişle yüzleşmeye çalışıyor.

Erarslan’ın usta işi metninin gücünü, büyük başarıyla yönettiği Büyükpınar Erarslan’ın benzersiz oyunculuğu daha da pekiştiriyor. Mutlaka izlenmeli.

 

MaaPerform’un yeni oyunu ‘Nifas’

Nifas: Doğum yapan kadının rahminden gelen kan. Lohusalık hali.

Erdal Baran Şahin ve Şirin Öten’in oyuncu seyirci ilişkisini, oyuncu katılımcı ilişkisine dönüştüren özgün biçimler arama hedefiyle, 2011 sonlarında bağımsız bir yapı olarak Tiyatrofobi adıyla kurulan topluluk, 2020 itibariyle MaaPerform adıyla yenilenerek, oyun üretme yolculuğuna devam ederken, farklı disiplinlerin birlikte olabileceği bir yapıya dönüşmüş.

Şirin Öten’in yazdığı, 2023’te sahnelenen beşinci oyunları ‘Nifas’, 2015’te Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali kapsamında okuma tiyatrosu olarak yönetildikten sekiz yıl sonra MaaPerform tarafından sahneye taşınıyor. Erdal Baran Şahin’in yönettiği oyunun ışık tasarımını Alev Topal, müzik tasarımını Sevda Deniz Karali üstleniyor.

Toplumun annelik algısına yabancılaşmış Zeynep, yeni doğum yaptığında anneliğe alışmakta sorun yaşamakta, Asperger sendromlu eşi Mert’in desteğiyle bebeğe alışmaya çalışmaktadır. Bir sabah, kızları Ada’nın beşiğinde olmadığı fark edilir. Kendini bir türlü anne hissedemeyen Zeynep (Burcu Gölgedar), bu yüzden onu suçlayan kayınvalidesi Sevim (Şirin Öten), annelik konusunda sürekli tavsiyelerde bulunan kız kardeşi Özlem (Umay Anadolu Kaboğlu) ve Ada’nın yokluğunda krizler geçiren Mert (Süreyya Bursa) kayıp bebek muammasını çözmeye çalışırlar: Bebekle fazla vakit geçirmekten kaçan Zeynep mi bebekten kurtulmak istemiştir, yoksa birileri bebeği kaçırarak Zeynep’e ders vermek mi istemektedir? Ya da…

Şirin Öten, değil Türk, dünya tiyatrosunda da pek ele alınmamış bir konuya, postpartum (doğum sonrası) depresyonuna değinmesi açısından çok önemli bir metin kaleme almış. Yaşam döngüsünde geçtikleri en zorlu yollardan gebelik ve doğum sonrasında, hormonlarında ve bedenlerindeki tüm doku ve organlarda ani değişiklikler yaşayan, sosyal alanda gebelik öncesi döneme göre daha az üretken olan kadınlarda doğum yaptıktan sonra yüzde 85 oranında ruhsal dalgalanmalar oluşur. Bu beklenen, normal kabul edilen sıkıntı genelde tedaviye gerek kalmadan bir-iki hafta içinde düzelir. Ancak bu dönemde yaşanan zorlanmalar, motivasyon eksikliği, değersizlik hissi, karamsarlık, mutsuzluk, gibi duygulara yatkın kimi kadınlarda depresyona dönüşebilir ki postpartum (doğum sonrası) depresyon olarak adlandırılan bu durum tedavisi mümkün ve bazen gerekli bir olgudur.

İlginç ve etkileyici metnin kanımca tek kusuru, finale getirdiği kolaycı çözümdü ki, bunu Şirin Öten’e söylediğimde aslında alternatif bir final daha kaleme aldığını belirtti.

Mevcut finalle yetinmiş olsak da çok iyi sahnelendiğini ve oyunculukların çok başarılı olduğunu belirtmem gerekir. 15 Mayıs Bahçe Galata ve sezonda İstanbul sahnelerinde. Ayrıksı konusu için bile izlenmeye değer.

Hepinize iyi seyirler dilerim.

Şalom

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Erdoğan Mitrani

Yanıtla