Trinidad‘nın kaleme aldığı “Et Pendant Ce Temps Simone Veille” (Ve Bu Sırada Simone Gözlüyor) adlı oyun üzerine geçtiğimiz aylarda tanıtıcı bir yazı yazmıştım. Fransa’da Feminizmin 60 Yıllık Tarihi Bir Tiyatro Oyununda adlı bu yazının ardından Trinidad ile feminizm anlayışı, oyun süreci ve Fransa’nın feminist gündemi üzerine bir söyleşi yaptık. Herkese keyifli okumalar dilerim.
Söyleşiyi yapan ve çeviren: Esra Aşan
Öncelikle sizi tanıyarak başlayalım. Bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Elbette. Adım Trinidad, yaşım yakında 59 olacak. İspanyol kökenli Fransız’ım. Fransa’da cinsel özgürlük mücadelesinin yükseldiği yıllarda doğdum. Oyuncu, yazar ve yönetmenim. Yazmaya çok küçük yaşta ilkokulda Saint Exupéry’nin Küçük Prens kitabıyla başladım. Tiyatroya ise 12 yaşında Fransızca öğretmenimle birlikte başladım. O zamandan beri yazarlığı da, oyunculuğu da hiç bırakmadım.
Feminizm anlayışınızı nasıl tanımlarsınız?
Feminizm anlayışımı “her şey dahil” olarak tanımlamaktan keyif alıyorum. Yani, erkekleri de kapsayan bir vizyona sahibim. Her şeyi birlikte ilerleyerek kazanmamız gerektiğini düşünüyorum. Ancak bu anlayışa ulaşmadan önce çok fazla yazdım, düşündüm ve çok fazla şey tecrübe ettim… Ve şu noktaya vardım. Erkeklerden bize alan açmalarını istemeden önce, bence her kadın kendine şu soruları sormalı: “Nasıl bir kadın olmak istiyorum? Anneme, büyükanneme, kadın soyuma göre kendime nasıl biri olma izni veriyorum? Nasıl bir kadın olmak istediğimizi biliyorsak işte o zaman kendimizi erkeklere göre konumlandırabiliriz. Erkeklerin de kendileri için bunun üzerine aynı şekilde düşünmesi gerekiyor. Erkekler birbirlerine ne aktarıyorlar ve kendilerini nasıl inşa ediyorlar? Aksi halde kadınlarla erkekler arasındaki mesafenin açılacağını, her zaman bir kuşak farkı olacağını ve birbirimizi anlayamayacağımızı düşünüyorum.
Bu, biraz da kocası tarafından hayal kırıklığına uğratılan ilk kadının sevgisini oğluna aktarması gibi bir şey. O oğlan çocuğu büyüdüğünde belki de tam olarak karısının kocası olamayacak, çünkü sembolik olarak annesinin “küçük kocası” durumunda. Bu durum karşısında hayal kırıklığına uğrayan karısı da sevgisini kendi oğluna aktaracak ve bu döngü böyle devam edecek.
Oyunu bir hafıza sorumluluğu olarak görüyorsunuz. Böyle bir oyun yazmaya nasıl karar verdiniz?
Bu oyun bir öfkeden doğdu. Öfkemin nedeni, 2011’deki Strauss-Kahn olayı[1] ve özellikle de medyadaki bazı erkeklerin bu olaya verdikleri tepkilerdi. O zaman kendi kendime dedim ki: 2011 yılında Fransa’da, kadınların ve erkeklerin haklarımız için mücadele ettiği bir ülkede, hâlâ bu kadar kadın düşmanı yorumlar duyabilmemiz inanılmaz bir şey. Ben belki de nereden geldiğimizi hatırlayan son nesillerden birinin içindeyim, belki de oraya yani, başladığımız noktaya geri dönmemek için bunu yeni nesillere hatırlatmamız gerekiyor.
Oyunda sahnede sadece kadın oyuncular yer alıyor. Bu, bana feminist hareketin “kadınlar için, kadınlar tarafından” ilkesini hatırlattı. Oyunun sahnelenme süreci nasıl ilerledi? Oyuncular nasıl bir araya geldi? Sahnedeki oyuncuların oyunun yazım sürecine katkıları oldu mu?
Uzun zamandır kadınlar üzerine yazıyorum ve Simone Veil’e saygı çerçevesinde olan bu proje üzerinde çok uzun zamandır çalışıyordum. Ben tek başıma yazıyorum. Ayrıca kişisel olarak aile dizimi terapisine katılmıştım. Bu terapi sürecinde ailenin geçmiş kuşaklarından bize aktarılan şeylerin ne kadar önemli olabildiğini fark ettim. Başlangıçta, üç kadın oyuncu seçtim. Ancak onlarla çalışmam iyi sonuç vermedi. Açıklayamayacağım kadar uzun nedenlerden dolayı onların metni yazmadan yazar olarak anılmaları gerekiyordu. Güce ve başarıya susamış kadınlar var, bu sadece erkeklere özgü bir durum değil.
Bu talihsiz deneyimden sonra oyunu desteklemeye karar veren bir yapımcıyla tanıştım. O bana sahneye koyma sürecinde Gil Galliot adında bir erkek yönetmenle çalışmamı önerdi ve yeni oyuncuları birlikte seçtik. Oyun başarılı bir şekilde on iki yıldır sahneleniyor. Başka kadın oyuncuları da dahil ettim ve bugün oyunu Paris’te ve turnelerde dönüşümlü olarak oynayan on iki kişiyiz.
Oyunda dört farklı tarihsel dönemden dört kuşak kadının hikâyesine yer veriyorsunuz. Bu dönemleri seçerken hangi kriterleri dikkate aldınız?
Oyunu 1950’li yıllarda başlatmayı seçtim, çünkü II. Dünya Savaşı sırasında kadınlar iş yaşamına girdi. Bu nedenle çalışmanın farklı sosyal çevrelerden gelen kadınlar üzerinde bıraktığı izleri, istekleri ve özlemleri hayal ettim.
Sonra kadınların doğum kontrol hapları, kürtaj, boşanma, ebeveyn hakları, 1965’te banka hesabı açma hakkı gibi…, en çok hak elde ettiği 1970’li yılları ele aldım.
1990’lı yılları seçtim, çünkü bu dönem kadınların bölündüğü yıllardı. Bir tarafta iktidar pozisyonlarına ulaşmak için erkek gibi davranmak zorunda kalan kadınlar; diğer tarafta ise top modellerin ortaya çıkışıyla bedenini takıntı haline getiren kadınlar vardı. Ve özellikle de sürekli kendilerini birbirleriyle karşılaştırıyorlardı. Kendimizi birebirimizle kıyasladığımızda yalnızlaşırız. Ve bence bu noktadan sonra kadınlar, hakları için değil, daha çok birbirlerine karşı mücadele etmeye başladılar.
Bu oyunu 2011/2012 yıllarında yazdım. 2010’ların başlarında annelik övgüsü vardı. Bu yıllar ünlülerin hamile karınlarını göstermeye başladığı ve de çok genç kadınların, hatta ergen kızların hamile kalmasının modaya dönüştüğü yıllardı.
Ve tabii aile dizimi deneyimim, beni bu gösteriyi kuşaklararası bir biçimde kurmaya yöneltti.
Oyunun Fransa’daki kadın hakları konusunda bilgi veren, eğitici bir yönü de var. Gerçek olayların video görüntüleri ve çeşitli görsel unsurlar da oyuna dahil edilmiş durumda. Oyun seyircilerden, özellikle de genç izleyicilerden ne gibi tepkiler alıyor?
Oyun, kadınlar kadar erkekler tarafından da çok iyi karşılanıyor. Ayrıca çoğunlukla bilmedikleri tarihler ve olayları keşfeden genç kuşaklar tarafından da çok olumlu tepkiler alıyor. Bununla birlikte, bazı genç kadınların olaylara bakışında, özellikle de başörtüsü meselesine bakışında bir değişiklik olduğunu fark ediyorum. Fransa’da başörtüsü olayı 1989’da patlak verdiğinde, tüm feministler ayağa kalkmış ve bunun skandal olduğunu haykırmışlardı. Bugün İran ve Afganistan’da kadınlar başörtülerini çıkararak hayatlarını riske atarlarken siyasi manipülasyonlarla genç kadınlar başörtüsü takmanın bir özgürlük olduğuna inandırılıyorlar.
Kadın hakları için kolektif bir mücadele olarak başlayan feminizmin günümüzde yaşam tarzı tercihlerine indirgendiğini görebiliyoruz. Oyunun özellikle 2000’li yıllarda geçen bölümü bana bunu düşündürdü. Sizin bu konudaki görüşleriniz neler?
70’li yıllarda hep birlikte mücadele ettik. Haklarımızı aldık ama paramız yoktu. 90’larda kadınlar, erkek mesleklerine girdiler ve kendi paralarını kazandılar. Ama nasıl davranacaklarını bilmiyorlardı. Bir yanda güç kazanan pek çok kadın, erkek gibi davranmaya başladı; diğer yanda bazıları top modellere benzemeye çalıştı. İlk kez mankenler temsil ettikleri markalardan daha önemli hale geldiler. Bu bir beden kültüdür. Bu, benim için bir sorun, çünkü kendimi başka bir kadınla kıyaslarsam kendimi yalnızlaştırırım. Eğer kusursuz bir modele benzemek zorundaysam, tüm enerjimi o mükemmel model olmaya harcarım. O zaman da kadınlar artık arkadaşım değil, düşmanım olur. İşte bu şekilde bizi böldüler. Kendimizi yalnızlaştırdığımızda daha kırılgan, etkiye açık, savunmasız ve manipüle edilebilir hale geliyoruz.
Ben kadınların güçlerinin farkına varmalarını istiyorum. Kadınlar bedenlerinden korkarlar ama kadın bedeninin bir gücü vardır. Günümüzde küçük kızlara hangi rol modelleri öneriyoruz? Onlara Kim Kardashian’ı, Beyoncé’yi ve Rihanna’yı rol model olarak sunuyoruz. Kendimizi rol modellerle inşa ederiz. Örneğin, ben Simone de Beauvoir’ı, Simone Veil’i, Françoise Sagan’ı model alarak büyüdüm. Onlar güçlü, karakterli kadınlardı ama kendi kadınsılıkları içinde var oluyorlardı. Bugün bu rol modelleri kaybetmekte olduğumuzu düşünüyorum. Bence diğer şeylerin yanında dinin yükselişi nedeniyle de ciddi bir gerileme var. Oysa hiçbir din hiçbir zaman kadınların lehine olmamıştır. İşte bu yüzden kadınları uyandırmamız gerekiyor. Ben her zaman çocukluk hayallerimle bağlantı kurmaya çalışıyorum. Bu kadınlara “Çocukluk hayaliniz neydi? Nasıl bir kadın olmak istiyordunuz?” diye sormamız gerekiyor. Bence bugün tartışmamız gereken şey bu.
Oyunun 90’lı yıllarda geçen üçüncü sahnesindeki atmosferi biraz gergin buldum. Kadınlar birbirlerinin seçimlerini tartışıyor ve bazen birbirini yargılıyorlardı.
Evet, bu sahnede birlikte mücadele etmeye devam etmek yerine birbirimizi daha çok yargıladığımızı ve kıyasladığımızı göstermek istedim. Karakterler için de bu, kabul ettiğimiz her şeyi reddedebileceğimizi göstermek için bir fırsattı. Feminist bir anne ve büyükannenin soyundan gelen, ancak annesinden sevgi görmeyen, ev kadını olmaya karar veren ve gazetecilik kariyerinden vazgeçerek parasız kalan, kocasının kendisini aldattığını öğrenen Framboise örneğinde olduğu gibi. Öte yandan Marcianne, erkeklerin şiddetine ve ihanetine maruz kalmış bir kadın soyundan geliyor; erkeklere hükmeden, onları kullanan ve tüketen bir kadın olarak soyunun intikamını bilinçsizce alıyor. Buna karşılık üçüncü kadın ise annesi gibi bekar bir anne kalıbına sıkışıp kalmış durumda.
Bu sahnenin sonunda üç kadın barışıyor ve birlikte başörtüsü karşıtı bir eyleme katılmaya karar veriyorlar. Başörtüsü meselesinin Fransa’da hassas bir konu olduğunu biliyorum. Diğer yandan başörtüsü karşıtı bir eylem kolaylıkla başörtüsü takan kadınlara karşı bir eylem olarak görülebilir.
Bu konuda kendi bakış açımı bir kez daha belirteyim. Ben laik bir ülkede büyüdüm ama annem, Katolik dininin çok güçlü olduğu Franco rejimi altındaki İspanya’da büyüdü. Ben cumhuriyetin kanunlarını seçtim. Benim için bu kanunlar her şeyden daha önemli, çünkü bana hayatımı seçme ve ailemde üniversiteye giden tek kadın olma imkânı verdi.
Başörtüsü takan kızlar okula kabul edilmiyor. Bu bir eğitim hakkı ihlali değil mi?
Bu genç kadınlar için din, cumhuriyet yasalarından daha önemliyse onların seçimlerini kabul etmek gerekir. Bir azınlığın seçimlerine uyum sağlamak cumhuriyetin görevi değildir. Yürürlükte olan yasalar ve kurallar var. Herkes farklı düşünme hakkına sahip ancak sonuçlarını da kabul etmeliler.
1989 yılında genç kızlar okulda başörtülerini çıkarmayı reddettiler. Dönemin feministleri başörtüsüne gerçekten karşıydılar, başörtüsünün kadın bedenini yok saydığını söylüyorlardı. Siyasal İslamcılık Fransa’da yıllardır etkisini sürdürüyor ve yükselişte. Ben okula giderken bu konu hiç gündeme gelmemişti. Bazı arkadaşlarım farklı dinlere mensuptu ama bu özel alanla sınırlı kalıyordu. Okulda din hakkında konuşmazdık, sadece birlikte yaşardık. Çocukluğumla bugün arasında bir fark görüyorum. Değişen şey şu; eskiden bu bir dindi ama bugünlerde politik bir mesele haline geldi. Bu, benim için çok sorunlu. Din de tıpkı siyaset gibi erkekler tarafından kadınları tahakküm altına almak için yaratıldı. Kadınların bu politikaların kurbanı olduğunu düşünüyorum.
Bence feminizm bir ülke meselesi değil, feminizmin sınırları yoktur. Dünyada hiçbir ülke, kadın ve erkek eşitliğini %100 sağlamıyor. Bence din, bu sorunlara bir katman daha ekliyor. Geçen yıl ve bugün de İran’da olanları gördük. Başörtüsünü çıkaran kadınlar öldürülüyorsa başörtüsünün özgürlük olduğunu söyleyemeyiz. Bugün başörtüsü bir giysi olarak sunuluyor. Oysa bu bir giysi değil, dini bir sembol. Onlara sadece başörtüsünü taktıkları gibi bir gün kolayca çıkarabilme gücü dileyebilirim.
Ben maneviyatı seçtim. Maneviyatın açtığı yolu dinin kapattığını düşünüyorum. Annem çok inançlıydı ama cezalandırıcı bir Tanrı ile yaşıyordu. Ben cezalandıran bir Tanrı istemiyorum, Yaptıklarımın hesabını verebilecek kadar yetişkinim. Beni ilgilendiren şey; büyümemi, düşünmemi ve başkalarına ulaşmamı sağlayan her şeydir; beni dogmalar içine hapseden şey değil.
Aile teması oyunda çok önemli bir yerde. Sizce çocuklarını eğitirken ailenin rolü nedir?
Bir kadının hayatında annenin rolü çok önemli. Anne kızı için doğru seçimi yapmazsa, kızın kendisi için doğru seçimi yapması kolay olmaz. Kendisini her daim suçlu ya da bir şeylerden sorumlu hissedecektir. Bir kız çocuğu için bedeninin gücünü her düzeyde eline alması önemli. Bu hiçbir şekilde yargılanamaz. Bana göre cinselliği merkeze koymak gerekiyor, çünkü bizi o belirliyor.
Kadınların asıl sorunu güçlerinin farkında olmamaları. Kadınlardan korkan ve bunu gizlemek için ellerinden gelen her şeyi yapan bir avuç erkek tarafından baskı altına alınıyoruz. Kadınlardan korkmayan erkeklerin ise söz hakkı yok. Hayatlarımızı ve gücümüzü elimize alması gerekenler bizleriz. Şiddet uygulayan erkeklerin kendi gücümü görmemi sağladığını söyleyebilirim. Kadınlar olarak bizim muazzam bir gücümüz var ama erkeklerin bize izin vermesini bekliyoruz. Çünkü annelerimiz ve babalarımız bize izin vermedi. Babalar kızlarının kendi hayatlarının sorumluluğunu almalarına izin verdiklerinde, kadınlar hayatları için bir şey yapmış olurlar.
Ve tabii ki erkekleri eğitme biçimimiz, kızlara göre onlara verdiğimiz yer de çok önemli. Her şey eğitimle başlıyor.
Sizce günümüzde kadın haklarına yönelik tehditler neler?
Haklarımızın kaybı, temelde de kürtaj hakkı. Bu kaybın Amerika Birleşik Devletleri’nde mümkün olduğunu gördük. Orada olan birkaç yıl sonra burada da oluyor.
Bugün Fransa’daki feminist hareketin gündemi nedir? Fransa’daki feminist hareketin aktivizmini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Me too hareketi kadınların seslerini özgürleştirdi ve bu harika bir şey. Ancak, ne kurban pozisyonuna takılıp kalmalı ne de bugünün erkeklerini, babalarının veya büyükbabalarının yaptıklarıyla yargılamalıyız. Bence bugün pek çok genç erkek, kadınların şiddet ve taciz konusunda neler yaşadığının farkında ve bu konuda tavır alıyorlar. Öte yandan, toplumsal cinsiyet meselelerinde ABD’den gelen wokizm[2] tehlikeli ve bizi bölüyor. Biz transların haklarını savunuyoruz ama bazı translar kadınların yerini almak istiyor. Bu dayanışma değil. Böyle bir iklimde bunları tartışmak kolay değil. Üstelik, wokizm tartışma arayışında da değil, kendi vizyonunu dayatmak istiyor. Size bir örnek vereyim: Anatomi, kadın bedeni, doğa bilimleri kitaplarında asla tam olarak temsil edilmemiştir. Klitoris 2017 yılında okul kitaplarına girdi. Bugün, “Hayır, cinsiyet yoktur.” diyen wokistler yüzünden, kadın bedeni ders kitaplarından tekrar silindi. Her canlı türünün bir eril ve bir dişisi vardır. Birisi farklı hissediyorsa bunu anlarım, ama -bir kez daha belirteyim- seçimlerimizi herkese dayatamayız ya da seçimlerimizden tüm toplumu sorumlu tutamayız.
Birlikte ilerlemek için önce kendimizi tanımamız, sevmemiz ve kendimize saygı duymamız gerekir. Her zaman birilerinden bir şeyler bekleriz. Eğer ben kendimi tanımıyorsam, karşımdakinden de bunu yapmasını isteyemem. Beni tanımadıklarında sadece acı çekme riskini almakla kalmam, aynı zamanda onlara kendi hayatım üzerinde güç de vermiş olurum. Her zaman aynı fikirde olamayız. Örneğin kürtaja karşı olan bir arkadaşım var ve bana bu konuda haksız olduğumu söylüyor. Hayır, ben sadece farklı düşünüyorum. Onun kendi doğruları var, benim de kendi doğrularım. Ve bu kötü bir şey değil. Kendi doğrumuzu başkasına dayatamayız. Ben dine inanmıyorsam, başkasını da inanmamaya zorlayamam ya da bunun tam tersi olamaz.
Tıpkı oyunda olduğu gibi, her bir kadının farklı bir bakış açısı var. Bence hepimiz birbirimize bağlıyız. Bugün sizinle bunları konuşuyor olmamız harika bir şey. Ben dünyanın her yerinde kadınların birliğine inanıyorum. Nadine Labaki’nin Peki Şimdi Nereye? (Et Maintenant On Va Où?) filminde olduğu gibi kadınlar savaşa ve erkeklerin çılgınlığına karşı birleşebilirler. Her birimizin karnından uzanan küçük bir iplik olduğunu hayal edelim. Hepimiz bu ipliği tutuşturursak kadınlar olarak tüm dünyada kocaman bir örümcek ağı örebilir ve bir şeyleri değiştirebiliriz.
Söyleşi için teşekkür ederim…
[1] Strauss-Kahn olayı: Eski İMF başkanı Dominique Strauss-Kahn, Fransa’da 2012 yılındaki başkanlık seçimlerine girmeyi planlıyor ve Sarkozy karşısındaki en güçlü aday olarak görülüyordu. Strauss-Kahn hakkında pek çok cinsel saldırı suçu gündeme geldi. 2011 yılında New York’ta bir otelin kat görevlisine tecavüz etmekle suçlandı. Bu olay nedeniyle tutuklandı, savcılığın davayı geri çekmesi ile serbest kaldı. Hakkında başka suçlamalar da gündeme geldi. Paris’te bir kadına tecavüz girişiminde bulunduğu, Washington’da toplu tecavüze katıldığı suçlamalarıyla ilgili hakkındaki davalar düştü. Başkanlık seçimleri sırasında Fransa’nın Lille şehrinde düzenlenen partilere seks işçileri sağladığı suçlamaları gündeme geldi. -ç.n.
[2] Wokizm, Woke Kültür: ABD’de ortaya çıkan woke kültürü, siyahlara yönelik ırkçılık ve diğer sosyal eşitsizlikler karşısındaki duyarlılığı ifade etmek amacıyla ortaya çıktıktan sonra kadın hakları ve LGBTİ+ haklarıyla ilgili eşitsizlikleri de gündeme getiren bir akım haline geldi. Toplumsal eşitsizliklere karşı tavır almak isteyen woke kültürü, politik olarak doğru tutum almayan bireyleri hedef alma, utandırarak kınama yolunu seçtiğinde tartışmanın önünü kapatması, tartışma kültürüne zarar vermesi nedeniyle eleştirildi. Ayrıca, woke kelimesi anlamı çarpıtılarak muhafazakârlar ve aşırı sağcı politikacılar tarafından da kullanılmaya başlanmıştır. -ç.n.