Kara Kutu ya da Bir “Çöküş” Hikayesi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

İlker Yasin Keskin

BGST Tiyatro’dan “Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor” oyunun ardından bu ay sahneye yeni bir oyun daha çıktı: Kara kutu. Genç kuşak tiyatrocuların doğaçlama faaliyetleri ve kolektif metin yazımı ile üretilen oyuna Sevilay Saral metin danışmanlığı yaptı.

Oyun, deprem felaketi nedeniyle evleri başlarına çöken bir ailenin mülküne çökme entrikasını ve bu tuzaktan kurtulma “umudunu” konu alıyor. Bir aileyi ayakta tutan kolonların içinden bir numune alarak bu küçük numuneden toplumsal çürümeye dair bir analize yöneliyor.

Kara Kutu, ağır çekimde bir çöküş yaşayan memleketimiz hakkında insani dramaturjiyi elden bırakmadan değerlendirmesini yapan bir çalışmanın ürünü. İnsani dramaturjinin altını çizmek gerek.

Günümüz toplumuna ayna tutmak meşakkatli bir iş. Hem iktidarın ideolojik tuzaklarından biri olan popülist çerçevenin içine düşmemek, hem de nihilizan dramaturjiden uzak durmak özenli bir çabayı gerektiriyor. Hele ki fillerin tepişmesini karıncaların gözünden anlatmak niyetindeyseniz.

Teatral bir dille ifade emek gerekirse; yüksek siyaset ilişkileri ve ekonomi alanındaki devler çekişmesinin, gündelik hayatta yarattığı dönüşümü ve tahribatı sahneye taşıma noktasında iki tuzak var: İlki, iyiler ve kötüler diye ayrım yaparak melodramın tuzağına düşmek. Diğeri ise herkesten ve her şeyden ümidi keserek kinizmin kuruluğuna, asık suratlı, egosantrik bir duruşa savrulmak.

Kara Kutu’nun bu tuzaklara düşmeden dramaturjik eksenini kurduğunu ifade etmek gerek.

Oyun hikayesi ve karakterleriyle devam edelim.

Üç katlı bir apartman, çevresindeki binalar ayakta dururken depremde yıkılmış. Enkazın altında kalarak hayatını kaybeden “baba”, bu binayı annesinin mirası arsaya yıllar evvel alın teriyle dikmiş.

Babanın üç evladı var ve bir de yeğeni. Üç çocuğun ortancası Kadir, binanın ilk katına babasıyla birlikte açtığı fotokopici dükkanıyla ailenin geçimini kıt kanaat sürdürmüş. Kadir’in “kaderi”, İslamcı bir aileye damat olmasıyla değişmiş, müteşebbisliğine yeni bir ivme kazandırmış ve bu mekânı bir matbaaya dönüştürmüş.

Babasının hoşnut olmadığı bir “neşriyat” faaliyetinin de içerisine girmesi sebebiyle hep istikbalini gördüğü ilk oğlu Kadir, babasının miras bıraktığı değerlere sırtını dönmeye başlamış. Hatta depremi, kendi menfaatleri için bir fırsat olarak görmeye başlamış. Nihayetinde, kayınpederinin müteahhitlik ilişkileri aracılığıyla bu arsaya yeni bir bina dikmenin peşine düşmüş.

Fakat, anlatılan hikayeden anlıyoruz ki, arsadan ailenin lehine pek de hakkaniyetli bir mal paylaşımı yapılmayacak. Belki de mülklerine çökülecek… Anlayacağınız Kadir, kendini girişimci sanan “sevimli budalalardan” yalnızca biri..

Öte yandan yeni binaya “çökme” operasyonu ise güncel bir meseleyi rezerv alan uygulamasını akla getiriyor.

Kadir, bastığı kitaplarla bir yandan baba mirasının temellerini oyarken bir yandan da ekonomik temellerini sağlamlaştırmayı umut ediyor. Abla Feride ise uzun zaman evvel kaybettikleri annelerinin ev içindeki rolünü üstlenmiş; ev işleriyle ailenin düzenini sağlıyor, aileyi bir arada tutacak harcı karmayı kendine vazife ediniyor.

Enkazın altından son anda kurtarılan küçük kardeş sinema eğitimi almış Umut, üniversite yıllarında yaşadığı sosyalizasyon ile ailesinden uzaklaşmaya başlamış. Depremden önce belki de yaşıtı pek çok genç gibi yurt dışına gitme hayalleri de kurmuş bir Z kuşağı mensubu.

Umut, yaşadığı travma nedeniyle hafızasını kaybetmiş, deprem ve sonrasını hatırlamıyor. Evin yıkıldığını bile bilmiyor. Başına gelenleri defalarca kez öğrense de hafızası hep başa sarıyor. Öyle böyle, ablası Feride’nin himayesi altında evin karşısındaki bir depoda ikamet ediyorlar. Bazen uykusuna sığınıyor, bazen de enkazdan kalan ufak tefek eşyaları toplayıp geçici yuvaları olan depoya geri dönüyor.

Ailenin bir de baba tarafından kuzeni var. Medya sektöründe çalışan Müjde. Doğrudan iktidarın güdümünde olmayan ama iktidarla arasını da bozmak istemeyen bir sermayeye ait bir medya şirketinde gazeteci kendisi. İsmi gibi pek de müjdeli haberler bulduğu söylenemez. Zaten oyunun finaline yakın Kadir’e dair “müjdeli” haberi de Müjde ortaya çıkaracak.

 

***

Öykü üç kardeşten Umut’un, yine enkazdan kurtardığı USB sayesinde babasının kendisine bıraktığı bir sırrı araması, ona bıraktığı meçhul görevin peşinde düşmesi üzerine kurulu. Ne yazık ki Umut, babasının sırrının peşine düşmeye pek de hevesli değil… Biraz sağlık durumundan biraz da sorumluluk almaya yatkın olmayan karakterinden ötürü eyleme geçme hususunda “git gel”ler yaşıyor. Hamlet’in babasının intikamını alıp almaması hususunda yaşadığı tereddütle bir benzerlik kurulmuş.

Burada bir parantez açarak bir eleştiri ve öneride bulunacağım. Umut’un babasından kalan göreve dair isteksiz tavrı, esprili bir şekilde ve hatta kendi kuşağına yakın bir davranış şekliyle “görevden” uzak durması, sorumluluğu almaya değer bulmaması, bu mirasla biraz da alaycı bir şekilde ilişki kurması oyun boyunca işlemesi gereken bir karakter özelliği…

“A çüş, nasıl da abarttım! Random bir olayı alıp dünyanın en büyük mevzusu haline getirdim, tipik ben. Görev mörev, şaka mıyım? Bariz rüyamı yanlış yorumladım. Benim bu triplerden uzak durmam lazım…”

Kadir kıymet bilmez Kadir’in yanlışını ortaya çıkarma görevi, Umut’un yerine getirmesi umut edilmiş. Fakat, o henüz bu sorumluluğu alacak bir vasıfta değil.  Oyundaki analiz bu şekilde… Fakat Umut oyunda bir karar veriyor ve o sırrın peşine düşüyor. Hastalığını ve sorumluluktan kaçmak gibi bir karakter özelliklerini ise bize unutturuyor. Bunun yerine görevi yerine getirme eyleminden yine oyunun başındaki dönüş jesti ile her defasında vazgeçmesi gerektiğini düşündüm.

Umut’u vazgeçişlerden sonra eyleme sevk eden unsur ise abisi Kadir’in yapacağı acemice hatalarda, patavatsızlıklarda saklı olmalı. Umut’un enkazda bir şeylerin peşinde olması, Kadir’i işkillendirmiş olsa gerek. Umut, tam da babasının ona verdiği görevin peşine düşmekten yine vazgeçtiği bir an Kadir, belki de Umut’ta şüphe uyandıracak bir azarda yahut nasihatte bulunsa Umut “görevini” bir süreliğine hatırlayacaktır. Örneğin babanın bıraktığı sırrın arandığı kara kutu sahnesinde Umut arama faaliyetine yine görevini abarttığını düşünüp vazgeçebilir. Kadir’in bir kez daha kendini ele verebilecek bir jestiyle, sözüyle Umut görevine bir kez daha sarılabilir.

Bu şekilde eylemin kesintiye uğrayıp devam ettirilmesi ile Umut’un kuşağını da bir ölçüde yansıtan karakter özelliği belirginleşir ki, bu da oyunun mizahi tonunu arttırır ve oyunun temel dinamiği (Hamlet modeli) daha net bir şekilde ortaya çıkar. Ve hatta Kadir’in sonda çıkan trajik hatası ise oyun finaline hazırlanmış olur.

Öte yandan oyunda “Umut’un görevi” izleğinin yanında başka bir serüven daha var. O da Feride’nin dönüşümü. Ailenin dağılmaması, ev işlerinin sürdürülmesi, hasta babanın bakımı ve sonrasında travma etkisiyle çocuklaşan Umut’un gözetimi gibi görevleri üstlenmiş birisi Feride. Hem sosyalleşmeyi seviyor hem de ailenin harcını tutmayı. Siyasetten, politikadan uzak durmayı, cehaletine sığınmayı tercih ediyor. Eşi benzeri olmayan anlamına geliyormuş “Feride”. Halbuki bu özellikleriyle biz biliyoruz ki memleketimizde pek çok Feride yaşıyor.

Oyunda, Umut’un görevinin tamamlanmasıyla birlikte Feride’nin de karakterinde bir dönüşüm gerçekleşiyor. Artık kendisine biçilen rolü üzerinden sıyırıp, sesini çıkarmaya adım atıyor. Belki metropol dünyasından çıkamayan bazı aydınlara “eski” bir dramaturji gibi gelebilir bu. Ancak oyunculuk yorumundaki organiklik, gündelik yaşam tecrübesi aksini söylüyor ve oyunun gözlemi bunu doğruluyor.

***

Bir çöküş hikayesi yaşıyoruz. Kurumların, yasaların, değerlerin çöküşünü. “Devlerin” aleminden izah edersek, artık Ortadoğu’da yeni rejimin beslenmesine yönelik 2010’larda tertip edilen planlar rafa kalktı. İçerideki servetle yetinmek zorunda kaldılar. Doğa zenginliğimizin nasıl talan edildiğini yaşanan çevre felaketleriyle idrak ediyoruz. Daha geçtiğimiz hafta örneğin, Erzincan, İliç’teki altın madeninde siyanür ve sülfirik asit dağları çöktü. Servetin “haksız” bölüşümünde ise “rezerv alan ilanı” başlı başına yeni bir evre. Deprem bölgelerinde dükkanları, evleri yıkılan insanların arazilerine el konulduğunu, arsaları üzerindeki söz haklarının ellerinden alındığı haberlerini alıyoruz.

“Kara Kutu” ya da “Bir Çöküş Hikayesi” tam da bu çözülüşün gündelik hayatımız üzerindeki tesirlerini melodram ya da kinizmin tuzağına düşmeden, insani bir dramaturjik yaklaşımla  anlatıyor.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: İlker Yasin Keskin

Yanıtla