Tiyatro Salt’tan Yeni Oyun: Balık Kılçığı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Cem Gümüş

“Şehrin boğazına bir kılçık gibi
takılıyor anıtları.”

Robert Lowell – İç Savaşta Ölen Kuzeyli Askerler İçin

Tiyatro Salt yeni sezona yeni bir oyunla başladı. Uzun zamandır beklediğimiz Balık Kılçığı oyunu bir çeviri-yeniden yazım projesi. Anthony Weigh’in Like a Fishbone: An Argument and an Architectural Model oyunu Alev Koçer tarafından Balık Kılçığı ismiyle yazıldı. Oyun Türkiye’deki prömiyerini 14 Ekim 2023 tarihinde yaptı. Yazarın, kaynak metnin düşünsel zeminine müdahale etmeden, Stajyer oyun kişisini oyundan çıkartarak bir nevi uyarlama çalışması yaptığını da söyleyebiliriz. Bahadır Yüksekşan yönetmenliğinde seyircisiyle buluşan oyun, bu sezonun iddialı işlerinden biri.

Tiyatro Salt’ta bu sezon “kadınsı” bir oyun görmek benim için çok heyecan vericiydi. Toplumsal cinsiyet, ayrımcılık, ötekilik temelli oyunlarından sonra herkes için farklı bir tartışma ortamı ve heyecan yarattığına inandığım bu oyun, Salt’ın kendi sınırlarının dışına çıktığında da başarılı işler yapabileceğini gösterdi. Ekibin oyunlarını takip edenler ne söylemeye çalıştığımı anlayacaktır lakin henüz izlememiş olanlar için de bunun önemli bir detay olduğunu düşünüyorum.

Balık Kılçığı oyunu adını Robert Lowell’in Bostan’daki iç savaşta ölenlerin anısına yazdığı şiirden alıyor. Oyun bir okula düzenlenen silahlı saldırının ardından gelişen olayları anlatıyor. Bu trajik saldırının hiçbir zaman unutulmaması ve tüm çıplaklığıyla hafızalara kazınması için mimar kadına bir anıt tasarlaması için görev veriliyor. Anıtı tasarlayan mimar, anıtın tanıtım toplantısında yapacağı konuşmaya hazırlanırken davetsiz bir misafirle karşılaşıyor. Misafir hayatını kaybeden çocuklardan birinin annesi. Gözleri görmeyen kadın, son derece uzun bir yolculuğun ardından yağmurlu bir günde mimar kadının ofisini ziyaret ediyor. Tek bir isteği var. Birinin onu dinlemesi ve anıt hakkındaki taleplerine çözüm üretmesi.

Yaklaşık bir saat süren oyunda mimarı oynayan Seda Yağcılar kariyerinin peşinden koşan bir kadının klişelerinden kaçınıp duygusal tarafını parlatarak son derece başarılı bir performans sergiliyor. Mimar ilerici kimliği ve laik değerlere olan bağlılığı ile öne çıkıyor. Fakat yer yer hissedilen kibrini ve dikkat çekici bir zekaya sahip olduğunu da söylemek gerek.

Anneyi oynayan Alev Koçer ise kör bir oyun kişisini başarıyla canlandırırken, kadının içerisindeki öfkeyi eksiltmeden sempatik bir hale getirmiş. Şefkat duygusunu son derece etkili bir şekilde hissettirirken, sahip olduğu dogmatik düşüncelerini yüksek perdeden aktarmayı es geçmiyor.

Oyunun sahne tasarımında yönetmen Yüksekşan’ın etkili reji dokunuşları olduğunu söylemeliyim. Yerde bulunan çizgiler ve yazılar tüm sahne materyallerinin ve oyuncunun yerini gösteriyor. Oyun başladığında Tiyatro Salt ekibi dekorları belirtilen alanlara taşıyor. Bu, benim için oyunun en etkili reji dokunuşu. Bu tercihi, Slavoj Žižek’in Yamuk Bakmak olarak isimlendirdiği yöntemin yalnızca biçimsel kısmıyla okumanın doğru olabileceğini düşünüyorum. Žižek’in yamuk bakmak yöntemi gerçeğin daha da görünür kılınmasını hedefler. Slavoj Žižek’e göre düzgün ve olduğu gibi bakmak birçok ayrıntıyı kaçırmaya neden olabilir ve gerçek ayrıntılarda saklıdır. İşte bu düsturdan yola çıkarak diyebiliriz ki gerçeğin, yani oyunun gerçeğinin, daha doğru bir şekilde aktarılabilmesi için Yüksekşan seyirciyi yamuk bakmaya teşvik etmiş ya da yanılsamaya davetiye çıkartan düzlemi yıkmaya çalışmış diyebiliriz. Böylelikle seyirci yanılsamadan uzaklaşıp, bir izleyen olduğunun bilincinde olarak oyunu takip ediyor. Yönetmen, tasarım ekibine ve oyunculara verdiği direktifleri (neyin nerede duracağı, kimin nereden konuşacağı vb.) seyirciye de gösteriyor. Böylelikle oyunun arka planında dönüp duran, politik bir okuma yapmaya son derece müsait ve insanı ürküten saldırı gerçekten arka plana itiliyor ve seyirci yalnızca “şimdi” olup bitene odaklanıyor.

Sahne tasarımında çizgiler kadar önemli olan diğer sahne materyali ise maket. Büyük bir kaidenin üzerinde, etrafı camlarla korunmuş, saldırıya uğramış bir okulun maketi… Bu çalışmada Duygu Mutlu’nun imzası var. Oyun boyunca kör kadının ve mimarın tartışmalarını fonda çalan bir podcast gibi dinlerken makete odaklandıkça katliamın gerçekleştiği zamana gidebilir, silah seslerini ve çocukların çığlıklarını duyabilirsiniz. Bir yandan yönetmenin yanılsamadan uzaklaşmamızı sağlayan reji dokunuşları, diğer yandan ise saldırının sonucunda okulun ne hâle geldiğini gösteren maket seyirci olarak bizi odaklanmamız gereken gerçekliğin ne olduğu konusunda fazlasıyla ortada bırakıyor. Bunu tipik bir Tiyatro Salt tarzı “fotoğraf çekmek” olarak tarif edebilirim.

Bir Tartışma

Oyunda kör kadın şiddetli yağışın olduğu bir gün uzaklardan yola çıkıp tek başına mimarlık ofisine gelmiştir ve mimarı beklemektedir. Mimar ofise girdiğinde kör kadının bir erkek mimarla karşılaşacağını sanması üzerine komik ve sevimli bir diyalog ile karşılaşırız. Bu, oyunun keyifli ve eğlenceli geçeceğine dair bir his bırakabilir. Fakat birazdan uzun soluklu ve gerilim dolu tartışmanın ilk fitili atılacaktır.

Mimar ve kör kadının oyun boyunca sürdürdüğü tartışmasını izlemek gerçekten etkileyiciydi. Tartışmanın şiddeti kimi zaman yükselse ya da fiziksel şiddetin oluşmaya başladığı anlar yaşansa bile iki kadın da sükuneti elden bırakmadı.

Oyunun arka planında duran tarif edilemez derecede büyük bir suç ve bu suçun okulda ders gören çocukların hayatlarını yok etmesi kabul edelim ki hepimiz için son derece rahatsız edici, gerginlik verici ve hatta ayıltıcı. Fakat yukarıda da belirttiğim gibi Yüksekşan bu olayı bilinçli bir şekilde arka plana itiyor.

Bütün savaşların, cinayetlerin, bir insanın bir başkasının canını almasının özünde yatan sebebin bir çeşit irade dayatması ya da güç istenci olduğunu düşünüyorum. İnsanlar hayatları boyunca karşılarındakilere iradelerini geçirmek üzerine yaşıyorlar. Çevrelerine ve çevrelerindeki insanlara dair planlar kurarak, herkesin buna uyum sağlayarak hareket etmesini istiyorlar. Bunun sonucunda kavgalar ediliyor, cinayetler işleniyor. Bir insanın tanrısal bir vazife yüklenip bir başkasının hayatına son vermek üzere büyük bir saldırı organize etmesi elbette korkunçtur. İşte burada tekrardan “yamuk bakmak” devreye giriyor. Oyun boyunca bu korkunçluğun etkisini yaşamak yerine iki insan arasındaki irade savaşına tanıklık ediyoruz. Yüksekşan çok açık biçimde bize bildiğimiz ama görmezden geldiğimiz bir durumu hatırlatıyor. Bizler tıpkı gazetelerde olduğu gibi cinayetleri, ölüm haberlerini kendi hafızamızda da üçüncü sayfalara itiyoruz. Bir zaman sonra unutuyoruz. Kabul etmek gerekir ki üzerine aylarca çalışılmış büyük bir saldırı ile trafikte yol vermediği için birinin öldürülmesi arasında trajik hiçbir fark yok. Nasıl olsa ikisini de unutacağız. Her nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin insan yaşanan trajediden sonra gerçeklerden kaçmak için kendisini aldatarak günlük varoluşunu sürdürmek zorunda kalıyor. Böylelikle yaşanan büyük trajedi unutuluyor ve insan yine irade savaşında galip gelme pahasına hiçbir şey yaşanmamışçasına trajikomik bir durumda hayatına devam ediyor. Tıpkı kör kadın ve mimar gibi. Aralarındaki tartışma, kendi özgür iradeleriyle aldıkları kararlar ve bunları birbirlerine dayatma çabasının nasıl da okul saldırısının ve hayatını kaybeden çocukların önüne geçtiğine tanıklık ediyoruz.

Oyun boyunca psikolojik gerilim yüksek dozlarda hissedilirken, diğer tarafta inancın ve şefkatin insanı hafifleten o küçük detayları seyirciyi iki arada bir derede bırakıyor. Dekorun, oyuncuların, oyuna dair her şeyin yeri biliniyor ama bir tek seyirci yerini bilemiyor. Gözüyle gördüğü sahne tasarımı sayesinde yanılsamadan uzaklaşırken, son derece gerçekçi diyaloglar ile kendisini hikâyenin tam ortasında buluyor. Kör kadına da hak verebiliyor, mimar kadına da. Adeta iki seçenekli, içinden çıkılamayan bir soru gibi. Boğaza bir kere battı mı çıkmak bilmeyen kılçık gibi.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Cem Gümüş

Yanıtla