[Erdem Beliğ Zaman’ın Tiyatro Dergisi‘nde yayımlanan yazısının bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.]
5 Kasım 2023, Ortaoyununun ve Tulûat Tiyatrosunun efsanevî ismi İsmail Dümbüllü’nün vefatının ellinci yıldönümüdür. İsmail Dümbüllü ismini araştırdığınızda karşınıza çıkan biyografilerin çoğunun ilk cümlesi şudur, “Geleneksel Türk Tiyatrosunun son temsilcisi…”. Aslına bakacak olursanız bu ifade bir değil birçok tarafıyla yanlıştır. Okuduğunuz makalenin konusu da budur. Şimdi sırasıyla bu yanlışları ele alalım.
“Geleneksel Türk Tiyatrosu” Tanımı
Evvela soru cümlesinin can damarı olan “geleneksel tiyatro” tamlaması üzerinde durmak gerekir. Geleneksel yahut ananevî, geleneğe dayanan manasına gelir. Bir de sözlük tararken karşıma çıkan “geleneksel sanat” tanımına yer vermek istiyorum: “Dinî, töresel ve geçmişin sosyal yapısına göre şekillenen, milletlerin uzun tarihleri boyunca geliştirdikleri sanat.” (1). Tiyatro da bir sanat türü olduğu için bu tarifin konumuzla alakası çoktur. Tiyatroyu geleneksel sanatın içine dâhil etmek istersek karşımıza büyük bir sorun çıkacaktır. Çünkü geleneksel sanatın tanımında, “milletlerin uzun tarihleri boyunca geliştirdikleri sanat” cümlesi bulunmaktadır. Tiyatroyla bizim tanışmamızsa “uzun” sıfatının kullanılamayacağı yıllar içinde olmuştur. Dünyada bilindiği manada (yani Batı kriterlerinde) ilk tiyatro faaliyetleri on dokuzuncu asrın başına tarihlenir. Bu faaliyetler de ekseriya Ermeni vatandaşlarca yapılmıştır. Osmanlı’da tiyatronun öncüsü Ermenilerdir.
Bu tarihten evvel görülen diğer seyirlikler; Dionysos’a dayandırılan canlandırılar, Ortaasya’dan ve İspanya’dan göçle bu topraklara gelen gösteriler bir ya da birkaç taraflarıyla hem tiyatrodurlar hem de tiyatro değildirler. Bu sebeple ilgili gösteri tarzları, evvelce tiyatro başlığı altında tasnife tabi tutulmazlardı. Ortaoyunu, Meddahlık, Karagöz, Hokkabazlık, Kukla, Köy Oyunları gibi kendi hususi isimleriyle zikredilirlerdi. Ne zaman ki bu kadim gösteri sanatlarının sahasıyla tiyatronun yayılım alanı kesişti işte o zaman tiyatro bir üst-başlık hüviyeti kazandı. Ortaoyunu, bazı değişikliklerle ve kendi oyuncularının refakatinde İtalyan sahneye uyarlandı; buna Tulûat Tiyatrosu dendi. Hâlbuki Ortaoyununa Ortaoyunu Tiyatrosu diyen yoktu. Yahut Meddahlığa, Meddah Tiyatrosu; Karagöz’e bugün gayet yanlış bir şekilde dendiği gibi Gölge Tiyatrosu denilmezdi. Dolayisiyla tarif de tasnif de pek yenidir. Metin And ve takipçisi akademisyenlerin, umumî literatüre rahatlıkla tanıtmak için uydurdukları (buldukları) bir deyimdir. Kullanmak ya da kullanmamak kişinin tercihindedir. Belli bir kısıtlama getirdiği aşikârdır. Tiyatronun tanımı bahsi geçen gösteri türlerinin bazılarını kapsamayabilir.
Bu isimlendirmeye diğer bir itiraz, İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın, Baha Dürder’le yaptığı bir röportajda edebiyat hususunda söyledikleriyle yapılabilir. Baha Dürder’in, “Edebiyat tasniflerine ne buyuruyorsunuz?” sorusuna, “Divan edebiyatı, Tanzimat edebiyatı, Tekke edebiyatı ve Halk edebiyatı gibi tasniflerin kimler tarafından yapıldığını bilmiyorum. … Ben yalnız bir edebiyat biliyorum.” (2) diye cevap veren üstat, edebiyatın yekpâreliğine işaret etmiştir. Edebiyat gibi tiyatroda bütündür. Zaman kıstaslı, içerikten yola çıkan tasnifler sadece araştırmacılara kolaylık sağlar, başka da bir işe yaramaz.
Kaynakça:
1 Erdem Beliğ Zaman, Nesim Ovadya İzrail ile Tiyatro Tarihine Yolculuk, Şalom, 18 Ekim 2023
2 Karagöz, Gölge Tiyatrosu değildir. Zira seyirci tasvirlerin perdeye yansıyan gölgelerini seyretmez bilakis arkadan verilen ışıkla daha da netleşen tasvirleri seyreder.
Devamı için tıklayınız.