Eşitsizlik Çöpünün Ortasında: İki Kadın Büyüktür Yalnızlıktan

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Ayşen Güven’in Gazete Duvar‘da yayımlanan yazısının bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.]

“Afet & Diana”, hem kadın dayanışmasının bugününü hem İhsan Raif’i artık kaderine terk etmeyeceğimizi hem de içinde çırpındığımız kapitalist sistem krizinin emek dünyasındaki çıktısını alıyor.

Şehir çöplüklerinin artık kamusal birer mekan hâline gelmesi ne acayip. Buralar çöpçülerin olağan durakları olsa da hayvanlar, evsiz insanlar, bir dünya atık; gıda, eşya ve hatta “faili meçhul” cesetlerin bile adresi aslında. Ama bunları düşünmek son derece tatsız! Öyle kokan, öyle görünen, öyle hissettiren şeyleri sevmiyor bugünün insanı. Steril yaşamların kustuğu kötü şeylerin ortasında iki kadının karşılaşma hikayesini anlatan BGST Tiyatro’nun yeni oyunu “Afet & Diana”, bir kent çöplüğünde geçiyor. Oyunun gotik, tekinsiz, absürt metni ve ona uygun mekan kurgusu dikkati çekiyor. Hem iki “beyaz” kadının kent çöplüğünde ne işi var, değil mi?

Anlatalım… Önce yapım sürecinden bahsedelim.

BGST Tiyatro (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu) ve Theater Tri-bühne ortak yapımı olarak Almanya’da düzenlenen 15. SETT Festivali’nde (15. Stuttgarter Europa Theater Treffen) dünya prömiyerini yapan “Afet & Diana”, Türkiye prömiyerini ise 12 Ağustos’ta, 4. Bergama Tiyatro Festivali’nde gerçekleştirdi. Edith Koerber ve Aysel Yıldırım’ın birlikte tasarladığı ve üretim süreci iki farklı ülkede gerçekleşen tiyatro projesi, Türkiye’den ve Almanya’dan sanatçıları bir araya getirmesi ve çok dilli sahnelemesi ile sezonun dikkat çeken yapımlarından.

Afet ve Diana’nın karşılaşması, bir anlamda iki yaşantının “tanışması”. Tanışmalar en çok farklılıklar üzerinden olur değil mi? Bu iki kadının da öyle oluyor. Önce birbirini tanımamaktan kaynaklı korku, sonra keşif, ardından güven… Nihayet dayanışma aksında ilerliyor iki kadının karşılaşması. Bu kez şanslılar. Belki bir süredir olmadıkları kadar! Sağlık sektöründe çalışan Afet, hayatını vakfettiği kariyerinin, masasına usulca gelen bir yazıyla bittiğini öğrenir. Onca yaşanmamışlık, nice erteleme, içinde kalan ukde, teskin edilmiş heyecan o yazıyla kucağında kalakalır. Çalışmakla törpülenen bir ömrün sivri ucunda yapayalnız, işsiz ve hakkı yenmiş bir hâlde kendini bulur. Onu bir çöp, atık olarak görenlere ikna olur ve alır kendini şehrin çöplüğüne atar. Diana için de hayat o günlerde iyi gitmemiştir. Bir sanat projesi için ülkesi Almanya’dan, Türkiye’ye gelir. İşleri güçleri arasında -Afet’in arada derede eleştireceği- turistik heyecanları yaşarken birdenbire sevgilisi tarafından terk edilir. Diana yok sayılmış, şimdilerin deyişiyle “ghostlanmıştır”.  Bir turist olarak, İstanbul’da yaşadığı aşk acısının rakıyla geçeceği iddiasına inanır. Oysa aşk acısı dünyanın hiçbir yerinde bir gecede dinmez. Üstelik şehrimizde rakı içmenin hem servet harcamak hem de güvenilir içki bulmakla ilgili risklerini ona kimse anlatmamıştır. Meyhanede aşk acısını unutacağını sanan Diana’nın gecesi, şehrin çöplüğüne atılmasıyla tamamlanır. Ailesinin, Prenses Diana’dan ilhamla koydukları ismin hakkını verebilecek durumda değildir.

Devamı için tıklayınız.

Paylaş.

Yanıtla