Baskı ve Yasaklar Altında Sahne Sanatları

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Editörden

Mayıs ayındaki seçimler sonrasında seküler kesimde oluşan şaşkınlık, umutsuzluk ve hayal kırıklığı hali yavaş yavaş normale dönerken, içinden geçtiğimiz sıcak yaz günlerinde sahne sanatları alanında hayli sıcak gelişmeler yaşandı, yaşanıyor. Kurulan yeni hükümet/bakanlar kurulu yeni politikaların habercisi mi, yoksa siyasi İslam soslu otoriter yönetim modeli tam gaz devam mı edecek, bunu zaman gösterecek. 

Seçim sonrası dönemde sahne sanatları alanında en dikkat çekici gelişmelerden biri Devlet Tiyatroları’nın Genel Sanat Yönetmenliği koltuğuna kurum içinden olmayan, hatta tiyatroculuk vasfı hayli şüpheli olan bir ismin, Tamer Karadağlı’nın atanması oldu. Uzun bir süredir etkinliği ve verimliliği tartışmalı bir hale gelmiş olan DT’nin başına Karadağlı’nın getirilmesi seküler sanat camiasında ciddi tepki topladı, hatta DT’nin yönetim kadrolarından bazılarının istifa dilekçelerini sunduğu iddia edildi. Önümüzdeki günler DT yapılanmasında ve repertuarında ne gibi değişiklikler olacağı merakla beklenen konular arasında. Bu konuyla ilgili haberlere “Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne Tamer Karadağlı Atandı” başlıklı dosyamızdan ulaşabilirsiniz. 

DT bünyesinde bu gelişmeler yaşanırken, özel tiyatrolar çevresinde de sıkıntılı günlere işaret etmek gerekiyor. Geçtiğimiz sezon ekonomik kriz, deprem ve seçim gündemleri nedeniyle hayli sıkıntılı bir dönem geçirmiş olan özel tiyatrolar önümüzdeki sezona da pek umutlu bakamıyor. Hızla artan prodüksiyon ve oyun sergileme maliyetleri şimdiden özel tiyatrocuları kara kara düşündürüyor. Ekonomik kriz ortamında bilet fiyatlarını çok yükseltmenin seyirci kaybı yaşanmasına neden olması da bir diğer baskı unsuru. Bunların yanı sıra, zaten çok yüksek olan vergi oranlarının düşürülmek bir yana 2 puan arttırılması özel tiyatro yapılarına şimdiden ciddi bir darbe vurmuş gibi görünüyor. Tiyatro topluluklarını “ticari şirket” olarak gören zihniyetin acilen değişmesi, özel tiyatroların “kar amacı gütmeyen kamu kurumu” niteliğine büründürülmesi için yasal düzenlemelerin en kısa vadede yapılması elzem görünüyor. Aksi takdirde ödenekli kurum tiyatrolarının dışında kalan bağımsız sanat alanının ciddi anlamda kan kaybına uğraması (ve hatta kan kaybından mevta olması) kaçınılmaz.

Seçim sonrası süreçte yaşanan gelişmelerden biri de muhafazakar kesimin kültür-sanat alanına yönelik baskı ve hatta saldırılarını arttırması oldu. Birçok festival ya da konser organizasyonu bu çevrelerin hedefi haline geldi. Türkiye’nin son yıllardaki en önde gelen festivallerinden biri olan Nilüfer Müzik Festivali alkol yasağı nedeniyle iptal edildi. Bu dönemde yaşanan yasaklamalara örnek olarak Feshane’de düzenlenen “Ortadan Başlamak” sergisine yönelik gerici grubun ısrarlı saldırısı, Tarsus Tiyatro Festivali’nde sergilenen “Yıldızlar Altında Bir Yaz Eğlencesi” adlı oyun hakkında dini değerlere hakaret ve müstehcenlik gerekçeleriyle suç duyurusunda bulunulması ve bunun üzerine oyunun sosyal medyada hedef haline getirilmesi (öte yandan Belediye’nin ve seyircinin oyuna ve festivale sahip çıktığını da not edelim), birçok sanatçının konserlerinin iptal edilmesi sayılabilir. Bu baskı, saldırı ve yasaklamaların kültür sanat dünyasında ciddi manada zarar verdiği aşikar. Kültür Bakanlığı da bu tür uygulamalar karşısında sessiz. Seküler cenahta ise bu uygulamalar artık vaka-i adiye olarak görülmeye başlandı. Bu uygulamalara karşı sanat örgütlenmelerin ve aydınların kamuoyunu yanlarına alarak güçlü bir ses çıkarmaları kaçınılmaz görünüyor. Ayrıca 30. Yıl kutlaması Kadıköy Kaymakamlığı’nca yasaklanan Mezopotamya Kültür Merkezi yürüttüğü hukuk mücadelesini kazandı ve İstanbul 6. İdare Mahkemesi “ifade özgürlüğü, bilim ve sanat özgürlüğü ve barışçıl toplantı hakkını ihlal ettiği” Kaymakamlığın yasak kararını iptal etti. Bu gelişme hukuki mücadelenin önemini bir kez daha göstermiş oldu.

Son dönemde yaşanan “görece lokal” bir gelişme kültür sanat dünyasına vurulan dolaylı bir darbe niteliği taşıması nedeniyle özel olarak anılmayı hak ediyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde ikinci yılını tamamlayan kayyum yönetimi, bu ay içinde öğrencilerin ve akademisyenlerin tatilde olmasını da fırsat bilerek, önemli bir antidemokratik uygulamaya daha imza attı. Yıllardır aynı kulüp odalarını kullanan kulüpler farklı ve dezavantajlı bir mekana “zorunlu göç”e tabi tutuldular. Boğaziçi Üniversitesi kimliğinin oluşmasında kritik bir öneme sahip olan kulüplerin böyle hoyratça uygulamalara tabi tutulması üniversite kültürüne vurulan ciddi bir darbedir. Lokal bir uygulamaymış gibi görünse de sanat alanında halen faaliyet gösteren birçok değerli sanatçının Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları, B.Ü. Folklor Kulübü, B.Ü. Müzik Kulübü, B.Ü. Güzel Sanatlar Kulübü, B.Ü. Sinema Kulübü gibi değerli kulüplerden “mezun oldukları” düşünüldüğünde, bu darbe aynı zamanda Türkiye’nin kültür-sanat ortamına vurulmuş bir darbe olarak görülmelidir. Umarız kulüpler yönetimin bu pervasız tutumuna daha güçlü üretimlerde bulunarak cevap verirler. Mezunların ve sanat çevrelerinin bu meseleye duyarsız kalmaması ve kulüplere destek olmaları önem taşıyor. Bu konuyla ilgili gelişmeleri “Boğaziçi Üniversitesi’nde Kulüp Odaları Zorla Boşaltılıyor” başlıklı dosyamızdan takip edebilirsiniz. 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: EDİTÖR

Yanıtla