Zehra İpşiroğlu
Işık yüzlü, ak saçlı bir kadının salona girmesiyle herkes ayağa fırlıyor, dakikalarca süren alkış. Bu kadın İran’da ölüm cezasına karşı savaşan aktivist Şule Pahravan, idam cezasına çarptırılan Reyhaneh Jabbani’nin tiyatro oyuncusu olan annesi.
Köln’de İran Film Festivali’ndeyiz. Bu yıl ki Berlin Film Festivali’nde barış ödülü alan Tahran’da Yedi Kış belgeselini izliyoruz. Kadınların İran’daki faşist İslam yönetimine karşı aylardır sürdürdükleri başkaldırının ışığında bu yıl ki festivalin anlamı büyük. Tahran’daki Yedi Kış belgeselinde 2007’de ölüm cezasına çarptırılan 2014’te de idam edilen bir öğrencinin öyküsü anlatılıyor. Daha on dokuz yaşında olan Reyhaneh kendini iş teklifiyle ofisine çağıran, sonra da tecavüz etmek isteyen saldırganı, kendini savunmak için bıçaklıyor sonra da neye uğradığını bile anlamadan hapse düşüyor. Saldırganın gizli polisten olması, ailesinin ise “Kan Davası Yasası”na göre Reyhaneh’in idamını istemesi, kurtulmasını olanaksızlaştırıyor. Belgeselde bu olayın gelişimi, Reyhaneh’in hapishanedeki arkadaşlarıyla ve ailesiyle yapılan röportajlar ve gizli fotoğraflar ve ses kayıtlarıyla yeniden kurgulanıyor. Böylece olayın aşamalarını, Reyhaneh’in tutuklandıktan sonra yaşadıklarını, ailesinin kızlarını kurtarmak için verdiği savaşımı aşama aşama izliyoruz. Aile Reyhaneh’in idam edildiği son ana kadar umudunu yitirmiyor. Belgesel’in ağırlığını kızını kurtarmak için savaşan annenin mücadelesi oluşturuyor. “İnsan Hakları Örgütleri”nin devreye girmesi, saldırganın ailesiyle iletişime girilmesi başarısızlıkla sonuçlanıyor. Saldırganın oğlu kan davasından vazgeçse Reyhaneh ölümden kurtulabilir. Şule saldırganın annesiyle konuşuyor ama sonuç alınamıyor. Reyhaneyi’i kurtarabilecek başka bir seçenek ise onun saldırganın ailesinden özür dileyerek tecavüz suçlamasını geri alması, böylece ailenin adını temize çıkartması. Ama bunu da gerçeği savunma uğruna ölümü göze alan Reyhaneh kabul etmiyor. Bir tutuklu arkadaşı gözyaşları içinde babasının kendisini nasıl sattığını anlatırken Reyhaneh’in direnme ve savaşma gücünü kendisine örnek aldığını söylüyor. Belgesel’de ezilen, yok edilen diğer kadınların da öyküsünü izlerken kadınlar arası dayanışmanın gücünü de hissediyoruz.
Gösterimden sonra anne Şule Pakravan ve yönetmen Steffi Niederzoll’la yapılan söyleşide annenin yaşadıklarını kendi ağzından dinlememiz bu geceye bambaşka bir değer ve anlam katıyor. Şule’nin insana hem huzur veren hem de yüreğine işleyen dingin sesi su gibi akıp gidiyor. Bu kadının iç huzurlu, dengeli hali ve olumlu enerjisi büyüleyici. Farsça hiç anlamadığım halde onu saatlerce dinleyebilirim. İzleyicilerden biri ona direnme gücünü nasıl bulduğunu sorduğunda, oğlu asıldığı için sokakta kendini yerden yere atan bir anneden söz ederek “Çektiğimiz acıyı göstererek onlara bu zaferi tattırmamalıyız” diyor. Sanatın gücüne inanıyor Şule, ama insana bir biçimde dokunan sanatın; günümüzde geçerli olan içi boşaltılmış, biçimsel sanat deneyimleri ondan uzak. Konu Almanya’ya gelince Şule’nin öfkesini hissediyorum. “Bu nasıl bir çelişkidir ki bizlere kucak açan Almanya Reyhaneh’yi ölüm cezası veren yargıçlara da kucak açtı” diyor. ”Reyhaneh’ye işkence yapanları bağışlayabilir miydiniz” sorusuna “Yaşama anlam veren haksızlığa karşı savaşma gücü değil mi?” diyor. “Bağışlamak mı asla ama onların adalete teslim edilmesi için savaşırdım”.