Erdoğan Mitrani
“Her şey bir yana, yarın seni götürdüklerinde ben ne yapacağım?”
Konvansiyonel tiyatronun dışında kalarak, kendi metinleriyle uyarlamalarını çağdaş yorumla sahne diline dönüştürmek amacıyla 2013 yılında kurulan Atlas Tiyatro Araştırmaları, günümüze dek, araştırmacı, irdeleyici çalışmalar yaptı. Performans, doğaçlama ve fiziksel oyunculuk tekniklerini, oyuncunun kendi yaratımlarıyla harmanlayan oyunları, özellikle edebi metinlere getirdiği başarılı teatral yorumlarla öne çıkmış. Onuncu yılında sahneledikleri yeni yapımları ‘Uysal Kadın’ da edebi bir metinden, sadece yaşadığı yüzyılı değil, günümüz romanını ve düşünce yaşamını da derinden etkileyen Fyodor Mihailoviç Dostoyevski’nin fantastik olarak nitelediği bir öyküsünden uyarlanmış.
Öykü, genç yaşta evlendiği eşinin intiharı sonrasında, karısının cansız bedeniyle baş başa kalan bir rehincinin çaresizce olayın nedenini sorgulamasıyla başlar. Adam önemli bir alayda yüzbaşıyken düello yapmayı reddettiği için kovulmuş, çok sıkıntı çekmiş, Petersburg sokaklarında beş parasız dilenmeye bile mecbur kalmış. Ölen vaftiz annesinin bıraktığı bir miktar parayla açtığı rehinci dükkânı sayesinde maddi durumunu düzeltebilmiş. Sevecen bir ailede büyüyen Kadın, anne – babası ölünce teyzelerinin yanında köle gibi çalışmak zorunda kalmış, yediği ekmeği başına kakan teyzeler onu iki çocuğuna bakıcı arayan bir bakkala üçüncü karısı olarak satmaya kalkmış. İş ilanı vermek için annesinden kalan bir iki değersiz parçayı rehin vermek için tanıştığı Adam’ın evlenme teklifi, ölmeyi düşündüğü en umutsuz döneminde bir çıkış yolu olmuş. Ancak evlilikleri, kaygıların, umutların ve kırgınlıkların iç içe geçtiği inişli çıkışlı bir biçimde sürüp gitmiş.
Adam, Kadın’ın ölü bedeninin başında bir vicdan muhasebesi yapmakta, eşiyle iletişim kurmaya, anılarda dolaşarak onun kendisi yüzünden intihar etmediğini kendine kanıtlamaya çalışmaktadır. Ancak gerçek hem hiçbir zaman bilinemeyen hem de eğilip bükülebilen bir olgu olduğundan, geçmişle kurulan bu köprünün nereye ulaşacağı belli değildir.
Sercan Özinan’ın uyarlayıp yönettiği, dramaturgisini eşi Ece Çelikçapa Özinan’ın yaptığı ‘Uysal Kadın’ın en başarılı tarafı, bir yandan metnin benzersiz edebi tadının korunmasında, diğer yandan da ustalıkla dört dörtlük bir tiyatro eserine dönüştürülmüş olmasında.
Önce, dekor, ışık ve kostüm tasarımlarını üstlenen Polat Canpolat’ın, yerde beyaz bir kare kaplama, sahne ortasında beyaz bir masa, iki beyaz sandalye ve yakın fonda beyaz bir perde / ekrandan oluşan aksesuarsız minimal dekorda, kusursuz ışık tasarımının da desteğiyle var edilen görkemli görsellikten söz etmem gerekiyor. Oyuna girişte, masa / ölü yatağı üzerinde Kadın’ın bedeni ile birer gölgeye dönüşmüş Adam ve Hizmetçi Lukerya’nın siluetlerinin yaratılan tablo kolay unutulur gibi değil!
Adam’ın Kadın’la geçmişinde anımsadıkları hemzaman olarak Görüntü Yönetmeni Emre Pekçakır’ın video görüntülerinde fon perdesine de yansıtılıyor. Sahnede olanlarla, ekranda izlenenler aynıymış gibi dursa da aralarındaki kimi ayrıntı farkları, izleyiciye Adam’ın anlattıklarının mı, yoksa gerçekte yaşananların mı doğru olduğunu sorgulatıyor. Böylece gerçeğin çok katmanlı oluşu, eğilip bükülebilirliği ustalıkla öne çıkarılıyor.
Bu ikilik / düalite sadece gerçekliğin bilinemeyenliğinde değil, farklı bir bağlamda hizmetçi kadın Lukerya üzerinden de karşımıza çıkıyor. Adam ve Kadın’ın güncel kostümlerine karşın, Lukerya 19. yüzyıl hizmetçi giysisini anımsatan bir elbise giyiyor. Az sayıda repliği, ölü odasını tütsüleyerek yerdeki karenin çevresi boyunca yürümesiyle oyun boyunca şimdiki zamanda var olan Lukerya, Adam geçmişe gittiği anlarda kendini başka bir zaman düzleminde var etmeye çalışarak zamanın karmaşık döngüsünü de vurguluyor.
Oyuncu yönetiminin çok başarılı olduğunu, Melih Efeçınar (Adam), Ece Çelikçapa Özinan (Kadın) ve Burcu Tokuç’un (Lukerya) yorumlarını müthiş etkileyici bulduğumu da belirteyim.
22 Mart Koma Sahne, 29 Mart ve 8 Nisan CKM, 15 Nisan BAU Pera, 26 Nisan Koma Sahne ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde. Kaçırmayın derim.
Tiyatro Pera’da
‘Almost Maine / Bir Kış Gecesi Rüyası’
1969 doğumlu Amerikalı tiyatro, sinema, TV oyuncusu, oyun yazarı John Edward Cariani yazar olarak ününü, son on yılda ABD liselerinde en çok sahnelenen, en popüler oyunlardan ‘Almost Maine / Neredeyse Maine’ ile yaptı.
Amerika’nın en kuzeyinde, aysız kış gecelerinde ‘kuzey ışıkları’nın görülebildiği, neredeyse var olmayan bir kasabada geçen, anlatılanların gerçekle gerçeküstü arasında gidip geldiği bu müthiş keyifli oyun, ‘Bir Kış Gecesi Rüyası’ adıyla Tiyatro Pera’da, çeviren ve oyuncuları arasında yer alan Zeynep Özden’in yönetiminde sahneleniyor.
‘Neredeyse Kasabası’nda mehtapsız, tam da sihirli kuzey ışıklarının görülebileceği bir cuma gecesi… Hava buz gibi… Büyülü ışıklar sıradan insanların yaşamını aydınlattıkça, yaralı, kırık kalpler aşkla ısınıveriyor, karanlık yollar aydınlanıveriyor…
Kuzey ışıklarının ‘yeni ölmüşlerin ellerinde taşıdıkları fenerler’, bu fenerlerden birinin de yeni ölmüş kocası olduğuna inanan, kırılmış, on dokuz parçaya bölünmüş kalbini küçük bir kese kâğıdında taşıyan dul bir kadın…
Doğuştan acı hissetmeyen bir genç adam… Bulunamayan, aranırken gökten düşen bir ayakkabı… Bitmiş bir ilişki… Acı çekenlerden içki parası alınmayan bir bar…
Yakın arkadaş iki genç erkek arasında beklenmedik anda kıvılcımlanan aşk…
Gidenler, kalanlar, hiç gitmemiş olanlar, orada olmayanlar, cevabı yolda arayanlar…
Cariani, onar dakika süren dokuz farklı kısa oyunda, kuzey ışıklarının mistik enerjisinin insan kalbini değiştiren gücünü yansıtıyor.
Kuzey ışıkları bu, kimi zaman gerçek, kimi zaman gerçeküstü, kimi zaman fantastik ama her dem eğlenceli dokuz öyküyü bir patchwork / yama işi gibi içi içe geçirerek bütünleştiriyor.
İlginçtir, ‘Almost Maine’, ‘özgürlükler ülkesi’ Amerika’nın bağnaz ve tutucu yönünü de açığa çıkarmış bir oyun. 2000’li yıllarda olmamıza karşın bazı okul aile birlikleri, iki genç erkeğin arkadaşlığının aşka dönüştüğü bölümün lise temsillerinde metinden çıkarılmasını talep etmiş, hatta 2014’te Kuzey Carolina’da, oyunun okulda sahnelenmesini yasaklamış. Dayatmaya karşı çıkan öğrenciler, özgürlükçü bir eğitmenin önderliğinde oyunu okul dışında oynamışlar. Cinselliğe en ufak bir gönderme bile içermeyen bu son derece sevimli öykücükte ‘açık seçik seksüel çağrışımlar’ olduğunu söyleyebilmek için ya Maiden High School Müdürü Rob Bliss olmak lazım, ya da…/ Sahi cinsiyet ilişkilerine böyle sapkınca yorumlar yapacak kadar takmış olan birilerini bilir misiniz?
Yönetmen Zeynep Özden, Tiyatro Pera’nın oyun ve seyir alanlarını, kostüm tasarımını da yüklenen Cemre Bulak’ın minimalist dekorunu İlayda Erdinç’in usta işi ışık tasarımının desteğiyle, kuzey ışıklarının parıldadığı büyüleyici bir meydan sahnesine dönüştürmüş.
Tabii ki yönetmenle her zamanki dramaturgu Şafak Eruyar. Cariani’nin özgün metnini aynen korumuşlar. Sadece yukarıda sözünü ettiğim iki genç erkeğin öyküsü, kanımca ekipteki iki erkek oyuncunun farklı kuşaklardan olmasının anlatının inandırıcılığını zedeleme olasılığı düşünülerek aynı yaşta durabilen iki genç kıza aktarılmış.
Zeynep Özden’in en büyük başarısı, gerçeği, gerçeküstünü, fantastik ve absürt tadı her an duyumsatan bir dengede aktarabilmesinde. Oyuncu yönetimi de çok etkileyici, Arzum Orhan, Barış Çakmak, Başak Meşe, Doruk Akçiçek ve Zeynep Özden’in kılıktan kılığa, karakterden karaktere dönüşümleri usta işi. Ekibin tamamı dört dörtlük ama Başak Meşe’yi sahnede izlemek ayrı bir keyif.
‘Bir Kış Gecesi Rüyası’ müthiş eğlenceli, içimizin her bakımdan karardığı bu dönemde hem tedavi hem teselli eden, ilaç gibi gelen bir oyun. Mutlaka izleyin derim. Nisan ayında ve sezon boyunca Tiyatro Pera’da.