Üstün Akmen
Anton Pavloviç Çehov’un 150. doğum yıldönümünde bir “Vanya Dayı” da Tiyatro Stüdyosu’ndan geldi. Diğer “Vanya Dayı” Nesrin Kazankaya yönetimindeki Tiyatro Pera’da perde açmakta. Esasında, şimdilerde Ahmet Levendoğlu yönetiminde Tiyatro Stüdyosu tarafından sahnelenen “Vanya Dayı”yı da Kazankaya’nınkiyle birlikte 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında izleyecektik, ama heyhat, kader işte! Tiyatro Stüdyosu, Kültür Başkentinde (!) oyununu oynayacak salonu Aralık ayında zor buldu. Buldu da denemez ya, kâh Kültür Başkentinin (!) merkezinin kilometrelerce uzağında Karadeniz’in güneyindeki bir ilçede kurulu üniversitenin salonunda, kâh Marmara Denizi’nin kuzeyindeki bir ilçede, bazen da Anadolu Yakasında Kayışdağı ile Çamlıca’nın eteklerine kurulu bir başka ilçede perde açmaktalar. 2010 İstanbul Kültür Başkenti Ajansı da “İstanbul İstanbul olalı böyle kültür ve sanat dolu bir yıl yaşamamıştı” reklamıyla İstanbullu tiyatrocularla dalgasını bilerek ve isteyerek uzatmakta. Gene de helal olsun Tiyatro Stüdyosu’na…
Tiyatro Pera’nın “Vanya Dayı”sını izledim ve değerlendirmemi yazdım. Eee… İzledim diye, değerlendirmemi de yazdım diye Tiyatro Stüdyosu yapımını izlemeden yapabilir miyim? Elbette ki hayır! Söz konusu olan Çehov yahu! Rusya’nın yüzyıllık edebî ve toplumsal gelişimini sinesinde toplamış bir yazar o. Hem çok güçlü ve özel bir yazar. Onun sanatsal gücüne, edebî ve siyasal kişiliğine bir kez daha tanık olmak az şey mi? Sonra Tiyatro Stüdyosu, kuruluşundan bugüne sahnelediği 15 oyunu, 49 ödülle taçlandırılmış, ülkemizde sahnelenmemiş oyunları daima ilk kez izleyicisiyle tanıştırmış bir kurum. 20. yılında ilk kez bir yakın klasik oyunu sahneliyor. İzlemeden durulur mu? Ya Vanya Dayı karakteri? Tiyatro Pera’da Levent Öktem’i Vanya Dayı’nın duygularını, isteğini, aklını ateşleme yeteneğini gene kullandığını gözlemledim de, Mehmet Ali Kaptanlar’ı izlemeyi nasıl savsaklarım? Emrah Elçiboğa gibi, Defne Gürmen Üstün gibi, Ezgi Bakışkan gibi, Gürcan Salihoğlu gibi genç oyuncuların Metin Beyen gibi, Gülsen Tuncer gibi, Vural Buldu gibi “kıdemli” oyunculardan ne kaptıklarını gözlemlemeden durabilir miyim? Tiyatro Stüdyosu’nun her şeyi Serda Kondeler Aktuna’ya boş verebilir miyim? Bir tiyatro ustasının, bir “hassas terazi”nin, bir titizlik erbabının, bir kılı kırk yarma uğruna neredeyse kırkayak denilen böceğin ayaklarını tek tek saymaya soyunacak kadar incelikli Ahmet Levendoğlu’nun “Vanya Dayı” yorumunu kaçırır mıyım? Gittim, izledim. Çehov’un yazarlık gücüne bir kez daha hayran oldum, Tiyatro Stüdyosu’nun ilk kez bir yakın geçmiş oyunu yapımında hazır bulundum, yepyeni bir Vanya Dayı buldum, genç oyuncularla buluştum, “kıdemlilerle” coştum, “hassas terazi”nin hassasiyetinin nerede duracağını eleştirmen gözüyle yakalamak için oyun boyunca yoruldum.
Hiç kuşkum yok ki Çehov başka dile çevrildiğinde birçok özellikleri kaybolabilecek bir yazar. Bu yüzden yabancı ülkelerde sahneye konan herhangi bir oyununun mutlak başarıyla temsil edilmesinin pek zor olduğu söylenir. Bu savın en somut örneği, Ataol Behramoğlu’nun (Anton Çehov Bütün Oyunları.1-İş Bankası Yayınları/Haziran 2002) çevirisi. Behramoğlu bu çevirisinde de, çevirinin her şeyden önce kültürel bir aktarım olduğunun bilincinde. Ereği metnin işlevini biliyor, çevirdiği metinler diğer metinlerle ilişkileri içinde işlev kazanıyor. Çevirisini çok katmanlı, çok yönlü ve çok evreli bir araştırma alanı olarak tasarlıyor, Çehov’u bize bizim içimizdeki dilin melodisiyle anlatıyor.
Kemal Yiğitcan, oyuncuları ve tabloları doğrudan aydınlatmış, ama yansıyan ışıklardan da yararlanarak ve gölgeleri de kullanarak ışık düzeni yaratmış. Oyunun geçtiği alanlara ve sahnenin seyirciye gösterilmek istenilen bölümlerine ışığını fevkalade dengeli dağıtmış. Efter Tunç’un bu oyun için tasarladığı dekor, bence Tunç’un özgün yaratıcı gücünü cömertçe sergilediği bir çalışma olmuş. Efter Tunç kalıpları bilerek, bildiği “kalıp” öğretilerinden yararlanarak, ama o kalıpları aşıp, kalıp kurallarını delerek özgün yaratıya varmış. Kostümlerine de düşünsel işlemler yüklemiş, anlamsal değerler katmış, damıtılmış zevk ürünü kostümler ortaya çıkarmış. Çiğdem Erken’in 19. Yüzyıl Rus geleneksel/halk müziklerinden derlediği parçalar oyuna ciddi anlamda katkı sağlamış ve Erken, derlemelerinde ulusal renkleri olabildiğince öne çektiği gibi, zengin bir armonik kavrayış da yakalamış.
İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun “kurt “oyuncusu Mehmet Ali Kaptanlar kültürlü, fakat her şeyden önce bir halk ve toprak adamı olan, özverili, sempatik Vanya’ya “gerçek” Vanya’nın duygularını, iradesini, aklını, daha doğru deyimle tüm varlığını harekete geçirterek can veriyor. O ne derinlikli tutkular öyle! Ya Vanya’nın çalıştığı ve bağlandığı toprağı elinden almak isteyen profesöre silah çekecek kadar ani hiddeti ve arkasından gelen utanç duygusunu sergileyişi? Yaptığı hatayı tamir etmek istercesine derhal hesap tahtasının başına geçip, Serebryakov’a karşı olan görevini gecikmeden yapmasındaki doğallık! “Mehmet Ali Kaptanlar, “Vanya Dayı”da mükemmel üstü bir Vanya çiziyor” diyorum, başka da bir şey demiyorum.
Genç oyuncu Emrah Elçiboğa’nın (1974) Dr. Astrof’u tam anlamıyla bedbaht, teselliyi alkolde arayan karamsar görüşlü bir kişi olarak hata yapmadan canlandırışında, hiç kuşkum yok ki Levendoğlu’nun provalar öncesi hazırlayıp oyuncularına dağıttığı kırk küsur sayfalık metne ilişkin notlarının katkısı var. Gene de, Çarlık Rusya’sının hasta ruhlu aydını Astrov’a can verirken, coşkularını hiç mi hiç engellememesini önereceğim. Öyle değil mi ama, gitsin görsün Tiyatro Pera yapımında Selçuk Yöntem’i, Astrov’u nasıl daha derin içsel içerikleri olan yönelimlerle canlandırıyor, bellesin; sonra bir el etsin, bana kendini bir kez daha seyrettirsin, alkışlarımı daha bir hak etsin.
Sonya’yı canlandıran Defne Gürmen Üstün’ün ortaya saçtığı içsel tekniği yürekten kutluyor, bir oyuncunun esas işinin duygularını her daim harekete geçiren ve bu sayede fiziksel çalışmasına yaşam veren yönelimler bulmak olması gerektiğini örneklediği için kendisine teşekkür ediyorum. Güzel, ancak sadakat duygularıyla dolu genç, mutsuz, kaderine boyun eğmiş, yaralı mı yaralı genç kadın Yelena’da 2009–2010 sezonunda Tiyatro Kutu yapımı “Antigone”de Ismene olarak ilk kez izlediğim Ezgi Bakışkan görev almış. Bakışkan, bu oyunda coşkularını yönetmeyi ve onları okutmayı başarıyor. Sanırım Hocası Ahmet Levendoğlu’nun yönetimi doğrultusunda gerçeğin estetiğinden yola çıkıyor, iyi de ediyor. Hele bir de bedenini basit mi basit bir gösterge vericisi olarak kullanmayı öğrense! Vücudunu izleyiciye yönelik işaretler göndermek için ayarlanmış bir semafor olarak kullanabilse! İşte o zaman eminim ki, hırçın, bencil bir ihtiyara karılık ederken nasıl bedbinliğe sürüklendiğini daha iyi verebilecek. İnanıyorum ki dil sürçmesidir: “Battaniyen yere düşmüş” derken “battaniyen” sözcüğünü bir daha “battanyan” diye söylemeyecek. Ve kendisi bizzat bilsin ki, sahnedeki Ezgi Bakışkan için beslediğim umut, bundan sonra sabırla ve ısrarla sürecek.
Metin Beyen bencil, hayatta başarı gösterememiş, bir şey vermeden kendisine ümit bağlayanların sırtından geçinmiş, kaprisli ve hırçın ihtiyar Prof. Serebrykov’u pek güzel oynuyor. Efendilerine körü körüne sadık kaderci köylülerin bir anlamda temsilcisi Telyegin’de Vural Buldu ve Dadı’da Serda Kondeler Aktuna görevlerini yapmaktalar. İşçi’de Gürcan Salihoğlu ezilen Rusya’nın en fakir tabakasını, Rus mujiklerini hatasız veriyor. Deneyimli oyuncu Gülsen Tuncer, Mariya Vasilyevna Voynitskaya’nın sadakatini, sınıfının gülünç ve acıklı durumunu kusursuz canlandırıyor.
Yönetmen Ahmet Levendoğlu ise, etkileri büyülterek öze varmış. Onları daha da büyültmek, altlarını çizmek, olabildiğince vurgulamak istemiş. Tiyatroyu, ne tiyatro ne de edebiyat olan ara bölgenin ötesine itmiş, aradığı uygun çerçeveye oturtmuş. Elindeki ipleri gizlemek istememiş, aksine onları daha da görünür kılmak için, gülünç olanın temeline inmek için; karikatürleştirme alanlarına sinmek, abuk güldürü öğelerinin sönük ironisini deşmek için yollar denemiş. Her şeyi ani ataklara, trajiğin kaynaklarının yattığı noktaya dek sürüklemiş. Her bir sözcüğün, her bir eylemin anlamını uzun uzun düşünmüş. Doluya koymuş, boşa koymuş, tartmış. İpuçlarından yola çıkarak oyunun özüne varmış, karakterleri çözümlemiş. Birbirleriyle çatışır gibi görünen insanların, aslında karşılıklı duydukları şefkati, toleransı ve insan sevgisini başarıyla anlatmış. Çehov’un “Vanya Dayı”sını sahnede halı gibi dokumuş. Esere, yazarın görüş noktasına en yakın köşesinden bakmış.
Ahmet Levendoğlu, bu kez de başarmış.