Melih Anık
Haluk Bilginer, önceki Shakespeare tercümelerini beğenmediği için Macbeth’i çevirdiğini söylemiş.
Duyduklarımdan, okuduklarımdan sonra içimden seyretme isteği gelmeyen Oyun Atölyesi’nin Makbet’i üzerine önüme çıkan bir yazıda “Oyun Atölyesi’nin provalar sırasında günü gününe sitesinde yayınladığı (26 Temmuz – 1 Ekim arası) günlükten de takip edilebileceği üzere çeviri, içinde ‘sosyolog, tarihçi, İngiliz dilbilimci, oyuncu ve iki garson’un’ bulunduğu geniş bir ekiple yapılan ‘beyin fırtınası’yla gerçekleştirilmiş.” (http://danzon2008.blogspot.com/2010/12/oyun-atolyesinin-macbethi-hakknda.html) şeklinde geçen bir ifade ilgimi çekti ve prova notlarını okudum. Oyun Atölyesi’nin web sitesinde yayımlanan “Makbet Prova Notları”nda, yapılan çalışma sonunda Oyun Atölyesi’ni “memnun eden” dizeler, bu yazının çıkış noktası oldu.
Bu yazı, salt “Macbeth tercümesi” üzerine değildir, esas olarak Shakespeare’den tercümeler yapan geçmiş “Usta”lara ve de “ekip”e gösterilmesi gereken “SAYGI”nın hatırlatılmasını içerir.
Prova notlarını paylaşan Oyun Atölyesi, çevirisini yaptıkları dizelerin özgün halini vermiş olsaydı keşke. O zaman notlar “tamam” olur ve okuyan ne yapıldığını anlardı.
Söz edilen dizenin özgün hali şu:
Perde 3 Sahne IV
Macbeth:
“(To the Lords) Pr’ythee,see there! Behold! Look! Lo! how say you!
Why,what care I?(To the Ghost) If thou canst nod,speak too.
(To the Lords) If charnel-houses and our graves must send
Those that we bury back, our monuments
Shall be the maws of kites.”
(Longman New Swan Shakespeare serisi 1996)
Bu dizeleri, Sabahattin Eyüboğlu “Usta” şöyle tercüme etmiş (Remzi Kitapevi -1967/sayfa 79):
“Bak ne olursun, bak şuraya, bak gör işte
Ne diyorsun buna! Başını sallama da konuş, söyle
Ölülerin mahzenleri toprakları çukurları
Böyle geri yollarsa bize gömdüklerimizi
Çaylak midesine döner mezarlarımız.”
Sabahattin Eyüboğlu çevirisini (belki “ellerinde yoktu”!!!) de beğenmeyen Oyun Atölyesi’nin 2 Ağustos 2010 tarihli prova notlarında şöyle denilmiş :
“Başka bir bölümde Macbeth’in ağzından yapılan bir betimlemenin, elimizdeki çevirilerin hiçbirinde Türkçe karşılığını bulmadığını gördük. Bunun Türkçe’de hem ne demek istediğini anlatan, hem de sanatsal ifadesinden taviz vermeyen bir karşılığını bulmak için uzun süre bunun üzerine araştırıp, düşündük. Sonunda her iki anlamda da bizi memnun eden bir sonuca vardık:
Kursağımızda kalır diktiğimiz mezar taşları
Mezarlar kusacaksa kuşlar gibi gömdüklerimizi.
Ve Shakespeare çevirilerinin seçilmiş bir ekiple (sosyolog, tarihçi, İngiliz dilbilimci, oyuncu ve iki garson(!)) beyin fırtınası yaparak ancak hakkıyla yapılabileceğine kanaat getirdik.” (“garson”da neden ünlem var? “BİZ” kim? “Biz” varsa oyun afişinde “çevirmen” olarak neden sadece Haluk Bilginer’in adı yazıyor?)
Kulağa hoş gelen, süslü, anlam tercümesi ile ortaya çıkan ama anlamından kuşku duyduğum bu çeviri üzerine düşündüm.
Oyun Atölyesi kendini överken önceki çeviriler için “Türkçe’de ne demek istediğini anlatamayan, sanatsal ifadesinden taviz veren, beyin fırtınası sonucu ortaya çıkarılmadığı için hakkıyla yapılamamış” şeklinde bir ifadenin çıktığının farkında mı acaba?
Her şeyden önce söylemde kullanılan kelime, deyimler bir bütün olarak algılanır ve birbiri arasında uyum, birbirini bütünlemesi aranır. Çift anlamlı kullanılabilecek söylemin her iki anlamının da “yerinde” kullanılmış olması makbul olandır. Ve doğaldır ki çevirinin özgün olana ve de karaktere uyması beklenir. Bu bakış açısıyla ve de kendilerinin tanımıyla, Oyun Atölyesi’ni “memnun eden” sonuca bakalım.
“Kursakta kalmak”, hevesi kursağında kalmak, hüsrana uğramak anlamında kullanılan bir deyim. Doğrudan anlam ise yiyeceğin fiziksel olarak kursakta kalması. Burada “kursakta kalanın” mezar taşı olduğunu düşünürseniz fiziksel anlam kullanılmamıştır ve söylemden “mideye oturma” şeklinde anlam çıkarılması da olanaklı. Söylem “Midesine taş gibi oturma” ile “hevesi kaçmayı” çağrıştırıyor. Ama ikinci dizedeki “mezarlar kusacaksa”, “mideye oturmayı” ortadan kaldırıyor. Bir söylem seçiyorsanız her iki anlamı da birlikte kullanabilmek maharet ister. Hem fiziksel olarak kursakta kalmaya hem de (hevesin) kursakta kalmasına anlam katacak çoklu bir söylem bulmak için takdir edersiniz ki Shakespeare ya da “Usta” olmak gerekir. Öte yandan Shakespeare’in vurgusu “kursakta kalan”ın niteliği üzerinde. (Okuduğunu da iyi anlamak gerekiyor.)
“Mezar taşı dikilmesi” “olumlu” bir çağrışımdır. İyi (yararlı) bir şey için mezar taşı dikilir. Unutmamak için, mezar yerinin kaybolmaması, cinsiyeti, mezarın baş tarafını belli etmek için. Öldürülüp gömülen biri için mezar taşına gerek yoktur. Bir cinayet için mezar taşı dikilmesi gerekmez. Cinayet bir başarı; hatırlanacak bir şey değildir çünkü. Aklı başında kimse cinayeti için kalıcı bir anıt dikmez. Macbeth kurtulmak istediği Banquo’yu öldürtür. Banquo için mezar taşı dikilmesine ihtiyaç yoktur, “yok olup gitsin” daha iyidir. Bu nedenlerle Macbeth “diktiğimiz mezar taşları” der mi?
Eski Türklerde adam öldürmüş olanın “mezarına taş konulur”muş. Oyunda Banquo öldürülendir. Bu geleneğe göre de Banquo’nun mezarına taş dikilmez.
Oyun Atölyesi’nin çevirisi ile “Mezar boşalırsa, mezar taşını boşuna diktik diye hevesimiz kırılır” anlamına gelecek bir ifade ise hem caninin ağzına uymaz hem de oyuna. Cani mezarın ve cinayetin kaybolmasını ister çünkü. Bu sözü Macbeth söyleyemez.
“Mezar taşının kursakta kalması” oyunun gerçeğine uymamaktadır. İkinci dize ile okununca belki bir anlam çıkar, bakalım…
İkinci dizede ise söyleyişte anlamı değiştiren bir söylem söz konusu. Virgülün yerine göre anlam değişiyor.
“Mezarlar kusacaksa, kuşlar gibi gömdüklerimizi” mi, yoksa
“Mezarlar kusacaksa kuşlar gibi, gömdüklerimizi” mi?
Virgülün yerine göre vurgu ve anlam “kuşlar gibi gömmek” ile “kuşlar gibi kusmak” arasında değişiyor.
Kuşların kusması bir insanın kusması gibi değil. Kuşların kusması ile kuşun yavrusunu beslemek için kusması akla gelir ki o da olumlu bir algıdır. Kaldı ki özgün ifadede “dışarı çıkana” değil “içerde kalana” bir vurgu vardır. Ruhun terk ettiği beden yani ceset anlatılıyor özgün ifadede. Macbeth, “dışarı çıkmış” Banquo’nun hayaletini görerek konuşuyor.
Çeşitli hayvanların yiyecek gömdükleri biliniyor ama bu anlamda ilk akla gelen kuş olmaz. Kuş “yiyecek taşır”, gömmez.
Her iki ifade oyunda anlatılan olaya uymuyor.
Eski Türklerde öldü denmezmiş “kuşu uçtu” denirmiş. Ölüm ile kuş arasındaki bu ilişki de oyunda anlatılana uyan bir algı vermiyor.
İki dizeyi birlikte okuduğumuzda ve Macbeth’i düşündüğümüzde ortaya çıkanın söylenmek istenene uygun olmadığı görülür. Neden mi ?
Aslında Shakespeare bu dize ile Macbeth’in ağzından “Mezarlar tutamazsa bedenlerimizi / Yırtıcı kuşlar yesin” diyor. (New Swan Shakespeare sayfa 124-125) Sözünü ettiği yırtıcı kuş, çaylak. Kelime kelime çeviri ile “anıtımız (mezarımız), çaylağın kursağına dönüşür” ifadesini kullanmış. Gömülenin geri verilmesi ile de beden değil, ruh ima edilmiştir.
Çaylak genellikle leş ile beslenen yırtıcı bir kuştur. Shakespeare bu ifadesi ile ruhları tutamayan mezarları (anıtları) çaylak kursağına benzetmiş ve bu yoldan hareketle ruhun terk ettiği cesedin çaylakların yediği “leş” durumuna düştüğü imasını yapmış yani bu hale gelen ölü bedeni değersizleştirmiş. Öte yandan mezarında rahat ve asûde kalamayan bir ruh bedeni beklemez, mezarı ve bedeni terk ederek caniyi arar, yaşayanlara ulaşmaya çalışır. Shakespeare bu noktada ruhun bedene değer verdiğini ima eder. Ruhun terk ettiği beden “leş”, içinde kaldığı mezar da (leşle beslenen) çaylağın kursağı olur.
Ruhun huzur içinde olmasına Shakespeare bir başka eserinde değinmiştir. Hamlet, mezarından dışarı çıkan babasının hayali (ruhu) ile konuşur. O konuşmada geçen sözler şunlardır:
Hamlet :
Babamın ruhu silahlanmış ha! İşler düzgün değil, kötü bir oyun oynanmış gibi geliyor bana. Ah, gece bir gelse! O vakte kadar sakin ol ruhum. Kötü işler üstlerini bütün dünya örtse yine kendilerini belli ederler.
(Hayalet’e) Söyle: Ölümünle toprağa giren o dua almış kemiklerin neden kefenini yırttı? Hareketsizce içine gömüldüğünü gördüğümüz mezar seni tekrar dışarı atmak için neden ağır mermerden ağzını açtı? Ne var ki ölü bir cesetken tekrar baştan aşağı zırh içinde geceye korku salarak ayın yüzünü görmeye geliyorsun da tabiat dışı hiçbir şeyden haberi olmayan biz zavallıları aklımızın ermediği düşüncelerle böyle tirtir titretiyorun? Söyle neden bu? Ne maksatla? Bizim ne yapmamız lazım?
Mezarın attığı huzursuz ruh, Hamlet’in babası Kral’ın hayaleti, şunları söyler :
Günahlarımdan sıyrılmaya vakit bulamadan ayinsiz hazırlıksız duasız ömür ipliğim kesiliverdi. Helallaşmadan bütün vebalim boynumda hesap verilmeye gönderildim.
(Alıntılar Orhan Burian tercümesinden)
Macbeth’in sözleri, Hamlet’teki Kral’ın hazırlıksız ölümüne bir gönderme yapıyor sanki. Ölüme hazır olmadan ölenler, mezarlarında huzursuz olur ve mezarlar onu atar, yani ruh hayal gibi gezinir. Böyle bir cesedin de değeri yoktur ve yeri de bir (leş yiyen) çaylağın kursağıdır. (“Çaylak yesin daha iyi” denmektedir. Bu arada Shakespeare’in dönemsel din algısına yaptığı göndermeye dikkat çekmek gerek.)
Konuyu genişleterek aslında sözü edilen repliğin -Macbeth tarafından söylenmesine rağmen- karaktere değil Shakespeare’a ait olduğu söylenebilir ki bu, oyuna ‘epik’ bir öğe katar. Yani Shakespeare oyuna katılır, oyuncunun önüne geçerek “sahneye çıkar” ve bir “parantez” açar. Shakespeare’in doğrudan seyirciye yönelik bu seslenişi, sahnedeki “oyun” algısını silerek bir tür “yabancılaşma”yı hissettirir. Oyun Atölyesi’nin replikteki “ince” dokundurma’yı da fark etmediğini görürüz.
Bu kapsamda düşündüğünüzde Oyun Atölyesi’ni “memnun eden” çevirinin yani Kursağımızda kalır diktiğimiz mezar taşları / Mezarlar kusacaksa kuşlar gibi gömdüklerimizi’in Oyun Atölyesi’nin önceki çeviriler ile ilgili “ben böyle çevirinin dıııııııııt…!” şeklinde dile getirdiği “amacını aşan” ifadeyi haklı çıkarmadığını; çeviri beğenmeyen Oyun Atölyesi’nin kulağa hoş gelen “kelime oyun”lu çevirisinin “memnun edici” olmadığını; ayrıca çeviri yapmanın zorluklarını da gösteriyor. “Beğenmedim oturdum çevirdim” demek o kadar kolay da değil. Kendinizden öncekinden daha iyisini yapamıyorsanız yapmayın bari. Kelimelere ve anlama sadık kalan Sabahattin Eyüboğlu’nu da “harcamayın” bir kalemde! Belki de beyin fırtınası yapan ekibin (sosyolog, tarihçi, İngiliz dilbilimci, oyuncu ve iki garson(!)) kuruluşunda bir sorun var, ya da “başkasını beğenmeme” (hadi kendini beğenme demeyelim!) işi zorlaştırıyor, kim bilir! Ama bu çeviri, sosyolog, tarihçi, İngiliz dilbilimci, oyuncu ve iki garsonu da töhmet altında bırakıyor.
“Olsaydı biraz malûmatınız…” desem “ayıp” olacak ama Sabahattin Eyüboğlu ve diğer Usta’ları bir kalemde “harcayanlar” ayıp nedir bilmiyor!
“Bunun Türkçe’de hem ne demek istediğini anlatan, hem de sanatsal ifadesinden taviz vermeyen bir karşılığını bulmak için uzun süre bunun üzerine araştırıp, düşündük” ifadesi karşısında bu kadar kişi bir araya gelip “ ‘uzun süre düşünüp’ bula bula bunu mu buldunuz” demek de var ya, o da ÇOK ayıp olacak!
Not:
Birileri çıkıp “Yahu sana mı kaldı Shakespeare çevirileri üzerine konuşmak” derse ben de onlara “Konuşması gerekenlerin susup oturduğu yerde benim kafa yormamın kime zararı var?” demez miyim! “Ben yaptım oldu” diyenlere “ayna tutmak” kötü mü? Oyun Atölyesi ’ne sesleri çıkmıyor, hiç değilse BENİ düzeltirler de “yaşadıklarını” anlarız! Hepsinden geçtim, aramızdan ayrılmış; kişiliği ve eserleri ile yaşamımızı zenginleştirmiş, benzeri çok az olan Sabahattin Eyüboğlu gibi Usta’lara saygı sunmak için bir fırsat olur, bakarsınız.
2 yorum
ayıp kavramı gerçekten önemli bir olgu. dikkate almak lazım, insan nerede ne yapacağını davranışlarının ayıp’ını bilmeli.
güzel.