Erdoğan Mitrani
“Parçalanmış bir şimdinin içinde hapsolan dört kişinin gündelik olanla mücadelesi. Dönüşümün zorunlu olduğu noktada yolunu kaybedenlerin, kelimelerini arayanların sesi… Dış dünyanın içeride yarattığı kırılmanın etkisiyle, kendilerine uzak düşen, harekete geçemeyen, hiçbir şeye, birbirlerine bile dokunamayanların hikâyesi.”
2015’ten beri Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk Bölüm Başkanlığını sürdüren Tuğçe Mine (Aktulay) Çakır, 2018 yılında eşi Ali Çakır ile ‘Altsahne’yi kurdu. Ayşegül Tekin’in John Osborne’un ‘Look Back in Anger / Öfke’ oyunundan hareketle yazdığı ve yönettiği ‘Sıfırla Bir Arasında’ bu sezon sahnelenmeye başlanan beşinci oyunları.
Yapıtlarında kurulu düzenin normlarını şiddetle eleştiren İngiliz oyun ve senaryo yazarı John James Osborne (1929-1994) 1956’da yazdığı, ona ülkesinde ve tüm dünyada büyük ün kazandıran ‘Öfke’ ile hem yeni bir gerçekçi toplumsal bilinci sahneye taşır, hem de ‘öfkeli genç adamlar’ diye anılan akıma öncülük eder. Oyunda mutsuz, umutsuz, hayal kırıklığına uğramış, sıkıntılı, endişeli, düzene ve düzenin temsil ettiklerine, özellikle burjuva sistemiyle burjuva ahlakına karşı gelen genç bir neslin resmi çizilir. İngiltere’nin iç kısımlarında, tek odalı çatı katı bir dairede, üst sınıfa mensup bir ailenin kızı olan karısı Alison ile yaşayan, işçi sınıfı kökenli, zeki, öfkeli, ağzı epey kalabalık Jimmy Porter, üniversite mezunu olduğu halde arkadaşı Cliff ile semt pazarında şeker satar. Jimmy, öfke içinde geçmişe bakarken, düşünebileceği olumlu ve yapıcı hiçbir şey göremez. Osborne’nun, tiyatro aracılığıyla zamanının toplumsal, siyasi ve ekonomik yapısını hicvettiği Öfke’nin başkahramanı için, etrafındaki dünyada ve kendi içinde tutunacak bir anlam kalmamıştır.
Dünyanın hızla değiştiği, her gün farklı ve ürkünç haberlere uyandığımız, yaşam alanımızı daraltan, tehdit eden koşulların gün geçtikçe çoğaldığı, zamanının tesellisine ve iyileştirici gücüne inancımızın gitgide zayıfladığı, pandeminin Demokles’in Kılıcı gibi tepemizde sallandığı günümüz için Ayşegül Tekin, Osborne’un 65 yıl önceki İngiltere’nin toplumsal siyasal yapısını yansıtan metnini yeniden yazar.
Sıfırla Bir Arasında şimdisini kaybetmiş bir kuşağın çocukları olarak her gün farklı cevaplar aradıkları büyük soruların içinde kaybolmuş, kendi duvarları arasında sıkışıp kalmış dört kişinin hikâyesini anlatır. Bir oyuncakçı dükkânı olan John oyun, doktora öğrencisi karısı Alice tez yazmaya çalışmaktadır. Onlarla birlikte yaşayan Jeff John’un dükkânında çalışmaktadır. Eve misafir gelen Julia ünlü olmaya çabalayan bir oyuncudur.
Büyük şehrin büyük bir apartmanının çatı katında geçen oyunu, yazarı Ayşegül Tekin bütün oyuncuların her an sahnede olduğu, rolleri olmadığında sahne üzerindeki eylemliliklerinin yoğunluğu azaltılmış şekilde devam ettirdikleri bir tür kapalı oturum olarak yönetir. Sahne ve kostüm tasarımını üstlenen Ceren Yılmaz, yönetmenin arzuladığı kapalılık ve içiçeliği suç mahalli gibi kırmızı bantlarla dış dünyadan koparılmış, birkaç tahta bank ve az sayıda aksesuarla döşenmiş soyut ve işlevsel bir mekânda var eder. Hiç ara vermeksizin oynanan, gerek metinde, gerek sahnelemede kronolojinin bilinçli olarak kırıldığı oyun zamanda atlamalarla ilerler. Zamansal olarak bazen ileriye, bazen geriye doğru akan anlatıda, zaman farkları, hayal ile gerçek, düşlenenle yaşananlar, düşünülenlerle söylenenler iç içe geçer. Zamansal ve düşsel değişimlerin ipuçlarını sadece ışık büyücüsü Ayşe Sedef Ayter’in, ışık dramaturgisi olarak nitelendirebileceğimiz benzersiz tasarımı duyumsatır. Metin en büyük gücü bu soyutlamanın seyirciye yolunu katiyen kaybettirmeyişidir. Aksine izlemeye daha katılımcı ve heyecan verici bir boyut katar. Altay İcimsoy, Çağdaş Tekin, Sıla Erkan ve Tuğçe Mine Çakır’ın kusursuz ekip oyunculuğu, zaman ve temalardaki git-gellere büyük doğallıkla uyum sağlar.
Sonuç olarak geçen yüzyılda çok ses getirmiş bir modern klasiğin yeniden ustalıkla ele alındığı, uyarlamayı çok aşan, çağcıl, taptaze ve etkileyici bir yorumu. Parlak sahnelemesi ve üst düzey takım oyunculuğu da cabası. Kaçırmayın derim. 27 Mayıs Tiyatro Oyun Kutusu, 31 Mayıs Apartman Sahne ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde.
Tiyatroadam’ın yeni oyunu
‘Büyük İskender’in Atı’
“Koskoca devletler uydurdukları sınırlar için milyonları katlediyor da birkaç moruk hayali bir at uğruna birbirini delmiş çok mu?”
Ünlü sinema ve televizyon insanı yazar-yönetmen Serdar Akar’ın çektiği bir dizide oynayan ve kendi tiyatrolarını oluşturmak isteyen konservatuar mezunu bir grup öğrencinin çabalarını destekleyerek 2007’de, süpervizörlüğünü yaparak kurulmasına önayak olduğu, tiyatroadam, kurulduğundan bu yana birbirinden ilginç oyunlar sahnelemiş, hem sanatsal hem toplumsal bakış açısıyla kendinden epey söz ettirmiş önemli bir tiyatro topluluğumuz.
Stefan Tsanev’in yazdığı, Deniz Özmen’in dekor tasarımını yaparak sahneye koyduğu yeni fiziksel oyunları ‘Büyük İskender’in Atı’, insanlık tarihi boyunca inşa edilmiş kolektif deliliğin yanında bireysel deliliğin ne kadar zararsız ve masum kaldığının metaforu.
Açlık ve sefalet içinde yaşayan, meyhaneci, papaz, emekli bir albay, bir çingene ve bir kadın öğretmen, Bulgaristan’da terkedilmiş bir köyün meyhanesinde bir araya gelirler. Buldukları birkaç nalla hayali bir atı nallarlar, onu hayali bir pazarda, uyuz bir ineğe takas ederler. İneğin karşılığında 10 kel koyun alıp, koyunlar için de 100 yolunmuş tavuk alırlar. Hayali bir iş kurarak tavuklardan ürettikleri 100 bin organik yumurta ile kazandıkları hayali paraları pay etmeye kalkarlar. Ancak albay atı geri isteyince, aralarında hiç kimsenin sağ kalmadığı ölümcül bir kavga çıkar. Kendini kral sanan köyün delisi de olup bitenleri şaşkınlıkla izler…
1936 Bulgaristan doğumlu Tsanev, gazetecilik, dramaturgi ve hukuk öğrenimi görmüş, neredeyse tüm Avrupa dillerine çevrilmiş15 şiir kitabı ve dünyanın birçok ülkesinde sahnelenmiş 20’den fazla oyun yazmış. ‘Jean Darc’ın Öteki Ölümü’, ‘Socrates’in Son Gecesi’, ‘Bütün Çılgınlar Sever Beni’ yakın zamanlarda bizde de sahnelenmişti, ‘Kanlı Komedya: Caligula’ hâlen Baba Sahne’nin repertuarında oynanıyor.
Yergi ve taşlamalarıyla, özgürlüğe karşı olan tüm toplumsal yapılarla dalga geçen sivri dilli Tsanev’in oyunlarının çoğu, bireyle devlet / iktidar arasındaki gerilimi konu alır. Tiyatroadam, hınzır eleştirel oyunlarını çoklukla güldürü olarak yazan Tsanev’in Büyük İskender’ in Atı’nı da farsa yakın bir komedi olarak sahneler.
Ancak, bu kez elde epey cılız bir metin vardır. Genelde spoiler vermekten kaçınmama rağmen yukarıda bütün konuyu özetlemiş olmamın sebebi, aslında oyunun en başlarında okunan bir gazete haberinde neler olacağının zaten açık seçik belirtilmiş olmasıdır.
Sonuçta, 1,5 saat boyunca, her ayrıntısını bilinen ya da tahmin edilen bir olay zincirini, abartılı oyunculuklar eşliğinde izlemek bana pek keyif vermedi. Abartılı yorumların rahatsız edici tarafı da seyirciyi ısrarla güldürme çabasının fazlaca belli olmasıydı. Her birini çok beğendiğim Berk Yaygın, Cihan Türk, Deniz Özmen, Ediz Akşehir, Esra Şengünalp ve Gökhan Azlağ’dan oluşan ekip, bir yandan anlatıyı ciddiye alarak diğer yandan da farsa yatkın abartılı yorumlarla bende iki arada bir derede kalmış izlenimi bıraktı. Öyle ki güldürü olmasına karşın, epey de düşük tempolu bulduğum oyun boyunca hiç gülemedim. Kanımca metin, müthiş hızlı tempolu, uçuk kaçık, absürt ötesi bir sahneleme istiyor.
Sonuç olarak yıllardan beri ilk kez tiyatroadam’ın bir oyunundan tatminsizlik duygusuyla ayrıldım. Özellikle belirtmek isterim ki bu benim kişisel izlenimim. Çünkü ben pek sevememiş olsam da oyunu ful dolu bir salonda, hemen hepsi oyun boyunca kahkahalarla gülen seyircilerle birlikte izledim. Anlaşılan karar her zaman olduğu gibi sizin. 13 Mayıs Baba Sahne ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde.
Sağlıklı ve keyifli seyirler dilerim.