Bahar Çuhadar
Oyun saatinde Kadıköy Altıyol’daki otobüs duraklarındayız. Üzerinde ‘Çok Uzak Çok Yakın’ yazan biletlerimizi, az sonra gelecek belediye otobüsünde kullanarak yolculuğa başlayacağız. Kadıköy’den Fikirtepe’ye giden otobüsün içinde, bizden önceki durakta binen insanlarla bir aradayız. Az sonra genç bir çiftin telaşı önce birbirlerini, sonra tüm otobüsü saracak. Çiftin kadın olanı -iki maaşıyla ancak alabileceği- cep telefonunu kaybetmiştir. Karı-koca üstlerini başlarını, etrafı arar tarar, paniklerler ancak bir türlü cihazı bulamazlar. Kadın birkaç dakika sonra aradığını bulur: Telefonu değil, gözüne kestirdiği ‘olağan şüpheli’yi… Ve biz ‘yolcu-seyirciler’ neresinde duracağımızdan tam da emin olamadığımız, bir saate yakın sürecek bir gerilim atmosferinin içine doğru çekiliriz…
Tiyatropol ile sekiz sene önce Harbiye’deki bir apartman dairesinde tanışmıştım. Sahneledikleri yine ‘mekâna özgü’ bir oyun olan ‘Teklif’i izlemiştim. Evlerine konuk olduğumuz çift, şiddet içeren ağır bir tartışma yaşarken birer röntgenci gibi onları seyretmiştik. Şiddetin en steril sandığımız yaşamlarımıza bile nasıl sinsice sızdığını bir kere de bu çifti yakın mesafeden izlerken anlamıştık.
Topluluk şimdi de bir başka ‘mekâna özgü’ iş olan ‘Çok Uzak Çok Yakın’da bizi vicdanımız, politik doğruculuğumuz, önyargılarımız, toplumsal kabullerimiz ve hayattaki statülerimiz üzerinden bir tür teste tabi tutuyor. Orta sınıfa mensup bu genç kadının yaşadığını varsaydığı hırsızlık vakasının faili, kendisinin adı gibi emin olduğu şu genç olabilir mi? Otobüsün ucunda ablasıyla gergin bir şekilde duran, giyimi kuşamıyla, ‘delikanlı’ tavırlarıyla, konuşmasıyla baştan aşağı Fikirtepeli şu esmer genç adam? Siz olsanız bu kadar emin olur muydunuz? Hem zaten otobüse binerken kadına çarpmış da…
Ustalıkla gizlenmiş
Kimin seyirci kimin oyuncu olduğunu bir noktadan sonra tam kestiremiyorsunuz. Evet, yer yer itişip kakışarak tartışan, birbirini suçlayan, polis çağıran karı-koca ile abla-kardeşin oyuncu olduğuna eminsiniz. Ama içerideki gerilime yer yer müdahil olan diğer yolcuların konumu ustalıkla gizlenmiş. Zaten yol kenarında kontağı kapatan otobüste polisi beklerken insan kendini içerideki gerilime öyle bir kaptırıyor ki oyun hedefine layıkıyla ulaşıyor. Hem oyuncuların ikna edici halleri hem müdahil olan diğerlerinin tavırları seyirciyi şu sorunun kıyısında tutuyor: Şimdi ne yapmalıyım? Bu karı-kocanın önyargı dolu ama her şeyi de usule uygun yapmaya çalışan ‘medeni’ tavırları karşısında nasıl bir pozisyon almalıyım? Müdahale etmem gerekmez mi? Burada bir haksızlık, devasa bir sınıf kibri, ayrımcılık, eşitsizlik yok mu? İçine düştüğünüz anın bir oyun olduğunu bilerek izliyor olsanız da kendinizi sorgulamaktan alamıyorsunuz. Bu olanlar gerçekten yaşansaydı ben ne yapardım?
Buğra Can Şahin, Cansu Başlılar, Erkan Akbulut ve Burcu Halaçoğlu gerilimi hep yukarıda tutmayı başarıyor. Yine de bıçkın delikanlı, şüpheli genç Erkan Akbulut ile onu zapt etmeye çalışan, belli ki artık bundan çok yorulmuş, tedirgin ablası rolündeki Burcu Halaçoğlu’nun ‘mahalleli’ halleri inandırıcılık duygusunu iyice güçlendiriyor. Tüm karakterlerin kostüm seçimleri de bu ikna ediciliği destekliyor. Size bir dizi iç sorgulama deneyimi sunacak otobüsü yakalayın.
Bu hafta sahnelerde…
MİSKET / KADIKÖY BOA SAHNE
Son dönemde oyunlarıyla sık karşımıza çıkan Turgay Korkmaz’ın kaleminden, Ankara’nın arka sokaklarına cesur bir bakış. Birbirlerinde kendilerini bulan iki erkeğin öyküsü. Bugün 16.00’da ve 20.30’da Kadıköy Boa Sahne’de.
TİLKİLER VE KÖTÜ KALPLİ İTLER / YAN ETKİ
Özden Selim Karadana’nın yazıp yönettiği, Algı Eke’nin Nadia’yı sahneye taşıdığı oyun; Halep’ten Aksaray’a, geçmişten yarına uzanan bir yol hikâyesi… Yarın 19.00’da Kadıköy Boa Sahne’de.
BANA AMY DE / TİYATRO KEYFİ
Müzik tarihinin kültleşen isimlerinden, kısacık ömrüne çok çarpıcı anlar sığdıran Amy Winehouse’u, tiyatro sahnesinde ve onun şarkıları eşliğinde, canlı müzikle ve bistro atmosferinde anma fırsatı… Bu akşam 20.30’da Kültüral Performing Arts’ta.