[Öznur Oğraş Çolak’ın Cumhuriyet’te yayımlanan söyleşisini okurlarımızla paylaşıyoruz.]
Duayen yönetmen ve yeni İKSV Tiyatro Festivali Direktörü Işıl Kasapoğlu ile tiyatroyu konuştuk. Kasapoğlu, “Sanatçı, iyi gitmeyen her şeye muhaliftir; onun için tüm iktidarlar sanattan ve sanatçıdan korkar!” dedi.
Bazı oyunlar var ki üstüne söylenecek söz bulmak zor. Bazı yönetmenler var ki onu anlatmak için söz bulmak zor ama anlatmaya başlayınca da sayfalar yetmez. Her yönettiği oyun yıllarca kapalı gişe oynar. Benim gibi seyreden bir daha, bir daha seyreder. Yaklaşık 50 yıldır yönetmenlik yapan Işıl Kasapoğlu’ndan bahsediyorum. Tiyatro yazarları bilir, Kasapoğlu kolay kolay röportaj vermez. İkna etmesi de kolay olmadı ama tiyatroyu ve ülkemizin dertlerini konuştuk sonunda.
“SEMAVER KUMPANYA”
Bu yıl İstanbul Tiyatro Festivali’nin de yeni direktörü olan Kasapoğlu, 1982’de Paris’te “Theatre a Venir” adlı tiyatroyu, 1995’te İstanbul’da Cüneyt Türel ve Tilbe Saran’la birlikte Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu’nu, 1997’de İzmit Şehir Tiyatrosu’nu, 2002’de kendi bağımsız tiyatrosu Semaver Kumpanya’yı kurdu. “Amadeus”, “Hırgür” ve 12 yıldır kapalı gişe oynayan “Profesyonel” gibi oyunları ise hâlâ kapalı gişe sahneleniyor.
– Nedir Işıl Kasapoğlu’nu Işıl Kasapoğlu yapan; tiyatro sevdası mı, derdini anlatmak mı?
Anlatmadan yapamamak. Galatasaray Lisesi’nde arkadaşlarım ile birlikte yaptığım ilk “yönetmenlik” denemesinden bu yana neredeyse 50 yıl geçti.
50 yılı hep doldurmaya çalıştım. Işıl Kasapoğlu’nu oluşturmaya uğraştım. Farkına varmadan, farkına vararak… Her “usta”dan bir parça alıp kendime ekledim. Önceleri Salih vardı, Mehmet, Rauf, Ali, Muhteşem… Liseli arkadaşlarım…
Sonra yaşamıma Mehmed Kemal girdi; onunla birlikte Hüseyin Baş, Osman Arolat, Aydın Engin, Oya Baydar, Kenan Mortan… Örnek aldıklarım, usta olarak kabul ettiklerim…
Sonra Orhan İyiler, Fikret İlkiz… Ve Onat Ağabey ve Sinematek! Ve Potemkin Zırhlısı ve Andrei Wajda… İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda mızrak tutma, Beklan Ağabey’e asistanlık, Zeynep Oral’ın Adsız Oyun’u… Endüstri tasarımı, hukuk fakültesi ve Fransa, Paris! Sorbonne Tiyatro Bölümü ve en büyük öğretmenim Mehmet Ulusoy, Abidin Dino ve Güzin Hanım. Daha sonraları Yaşar Kemal, Yılmaz Güney… Ustalarım.
Antoine Vitez’i, Giorgio Strehler’i, Klaus Grüber’i, Patrice Cherau’yu, Heiner Müller’i ve Augusto Boal ile Bernard Dort’u nereye koyabileceğimi bilemedim.
Daha sonra hayatıma Shakespeare girdi. Bernard Marie Coltes girdi. Darmadağın oldum. Yeniden toparlanmak için Mehmet Baydur gibi arkadaşlarıma ihtiyacım vardı. Onları buldum; Zeynep Avcı’yı, Tilbe’yi, Zuhal’i, Haluk’u, Cüneyt’i, Bülent Emin’i, Tardu’yu, Cevat Çapan Ağabey’i. Hepsi fiktif sevgililerim oldu.
Anlatmak istediklerimi yukarıda saydığım isimler olmadan anlatamazdım. Hepsine ihtiyacım var. Onlar benim ben olmamı sağladılar.
– Sizinle uzun yıllar önce (21 yıl önce) Akademi İstanbul’da tanışmıştık. O zaman okulun tiyatro bölümünün başındaydınız. Bazı derslerinizi gizlice izlemiştim. Usta, çıraklar yetiştiriyor demişti beni gören biri.
Ustalar, çıraklarından çok şey öğrenir. Çırak olmak da ustalık ister. Hep iyi bir çırak olabilmeye çabaladım. Güzel öğrencilerim oldu. Akademi İstanbul’da birlikte çalıştığımız öğrencilerin hemen hemen hepsi şu sırada sahnedeler. Ama tiyatroda, ama televizyon dizilerinde ya da sinemada. Bizim mesleğimiz bir aile gibidir, birbirini seversin ya da sevmezsin ama ailenin bir parçasısındır. Yıllarca karşılaşmasan bile o ailedensindir. Yaptığın işlerin iyi olup olmamasından öte ortak dünyanızda neler paylaşıp paylaşmadığınızdır mesele. Aynı dili konuşabilmektir söz konusu olan. Yıllardır öğrencilerimle de önce bu konuya değiniyorum. Ortak bir dil oluşturmak. Aynı dünyada yaşayabilmek.
TİYATRO YAPABİLMEK İÇİN MUHALİF OLMAK ZORUNDAYIZ
– Sizin de mutlaka bir usta – çırak hikâyeniz vardır. Sizin çırakların bazıları usta olma yolunda. Başarılı işler yapıyorlar. Bu size ne hissettiriyor?
Hep birlikte ilerliyoruz. Bırakmadığımız sürece önümüzde daha çok yol var. Dünyada değişim devam ediyor, hiç de durmayacak. Bizler de değişeceğiz ve daha iyi, daha güzel olmak için bu evrime katkıda bulunmaya çalışacağız. Genç çıraklar nasıl usta olma yolunda iseler aynı şey biz genç olmayan kuşaklar için de geçerli. Ben hâlâ, “Ya 75-80 yaşlarıma geldiğimde beni yönetmen olarak çağırmazlarsa?” diye korkuyorum. Geliştirmeliyim kendimi. Daha iyisini yapabilmek için her gün biraz daha okumalıyım, görmeliyim. Görmeyi unutmamalıyım. Anlatabilmek için anlamayı becerebilmeliyim, anlamayı becerebilmek için de sırtıma daha fazla kültür yüklemeliyim. Çoğu provamda oyuncu arkadaşlarım bana “iyi olduklarını” söylemediğim için kızarlar. Ama ben orada sadece olmayanlarla uğraşmak istiyorum. Muhalif olmalıyım. Tiyatro yapabilmek için muhalif olmak zorundayız.
– 50 yıla yakın zamandır yönetmenlik yapıyorsunuz. Bir oyun var ki onun daha vakti gelmedi. Şu zamanda sahneye koyacağım dediğiniz bir oyun var mı?
Çok var. Dünyanın değişimine bağlı. O oyunlar midemden boğazıma kadar çıkıp dişlerimin arasında dışarıya kustuğum zaman çıkacaklar. Bazen dayanamıyorum. Her gün okuduklarım, gördüğüm, görebildiğim haksızlıklar. Cahillerden ve aptallardan korkuyorum. Kendini aydın zannedenler yaşamımızda çok güçlüler. Herkes, her şeyi biliyor. Herkes oyuncu, yönetmen, anlatıcı. Anlattıklarının çok önemli olduğunu düşünüyor. En korkunçları onlar.
– Peki, aynı oyunu başka bir tiyatroda, başka oyuncularla neden çalışmak ister bir yönetmen?
Oyunları yönetmenler değil oyuncular yapar. Yazar yapar. Sonra yönetmen onları aynı dünyanın içine almayı başarabilirse ortaya oyun çıkar. Elbette müzisyenleri, ışıkçıları, dekoru, kostümü unutmadan.
“EN BÜYÜK DERT VASATLIK”
– Türkiye’de sanatın en büyük derdi nedir sizce?
Vasatlık. Avrupa’yı atlayarak Amerika olmaya çalışmak. Empatinin tamamen yok olması. Sanatın toplumun yanında, birlikte yürüyecek ve gelişecek bir şey olduğunun unutulması ve sadece para kazanmaya yönelik bir ticari meta haline getirilmesi.
– İktidar, sanattan ve sanatçıdan neden korkuyor?
Tüm iktidarlar sanattan ve sanatçıdan korkar. Tarih boyunca tiyatroda olsun, müzik ya da heykelde olsun tüm iktidarlar sanat ve sanatçıdan korkmuşlardır. Sanatçı muhaliftir, her şeye. İyi, güzel gitmeyen her yapıya, her harekete. Bağımsızlardan hep korkulur çünkü onlar hep anlatırlar, bazen susarak bile. Ne kadar anlamamız gerektiğine iktidarlar karar verir. Daha fazla anlarsak terörist oluruz. Anlatan zaten teröristtir!
– Yeni AKM hakkındaki düşüncelerinizi merak ettim.
Ülkemizde yapılan her tiyatro, konser salonunu önemsiyorum. Ne kadar çoğalırsa bizler de çoğalırız gibi geliyor bana. Tek söyleyebileceğim keşke her zaman daha kalıcı olabilecek yerler yaratabilsek. Çağlardan beri birçok medeniyeti amfi tiyatrolarıyla tanıma fırsatı bulduk; antik dönemlerde de Rönesans döneminde de. Ülkemizdekilerin çoğu ya yandı, yerine yenisi yapılmadı ya da AVM vs. oldu.
– Salgın, yangınlar, açlık, felaketler bitmiyor ama tüm bunlara rağmen insanlar tiyatrodan vazgeçmiyor. Neden?
Tiyatrodan vazgeçilemez. Sinema, video, metaverse vs. yatak odalarımıza kadar girdi. Kendi başımıza sunulanları seyrediyoruz. Tiyatronun en büyük farkı birlikte yaşanabilmesi. Sahne üstündeki bir aktör ile seyircinin aynı havayı solumaları. Aynı şeylerden etkilenmeleri. Dışarıda havanın sıcak ya da soğuk olması, o gün yaşanan sosyal olaylar sahnedeki oyunu değiştirir. Oyun hep aynı oyun diyebiliriz ama hayır. Oyun hiçbir zaman aynı oyun değildir. Tiyatronun güzelliği de buradadır. Her akşam başka bir oyun oynanır…
– Nedir ülke adına umudunuz?
Önümüzdeki 25 yıl içinde harika olacak ve ben göremeyeceğim…
– Peki sanat adına?
Tiyatro 3 bin yıldır var ve hep olacak. Anlatacak birileri hep çıkacak. Anlatacak, haykıracak.
FESTİVALLER TÜM DÜNYAYI BESLER
– İstanbul Tiyatro Festivali bundan böyle her yıl bir artistik direktör rehberliğinde hayata geçecek. Festivalin bu yeni sürecinde ilk olarak siz görev alacaksınız. Kasım ayında izleyiciyi neler bekliyor?
Kültür sanat alanında acıkınca hep festivale başvurduk, susayınca kapılarını çaldık. 50 yıldır da devam ediyoruz. Açlığımızda, susuzluğumuzda..
Festivaller bir ülkenin, bir kentin kılcal damarlarıdır. Sadece o ülkenin insanlarını beslemezler, evrenseldirler. Avrupa ya da dünyanın herhangi bir yerinde yapılan bir kültür sanat festivali tüm dünyayı besler, doyurur. Etkilenmemek olası değildir. Uganda’da ya da Mali’de, Avignon’da, Cannes’da ya da İstanbul’da yapılan bir festival tüm dünyayı besler, etkiler. Daha iyi yapılmasının önünü açar, dünyanın daha iyi ve güzel olmasını sağlar. Gerçekleştirilen her festival, şenlik, gösteri yapıldıkları an için güzeldir. Ama yetmez, ertesi gün için, ondan sonraki yıl için yetmez. Gelişmesi lazımdır, ilerlemesi, aşması. Bu nedenledir ki dünyanın hangi ülkesinde bir festival düzenleniyorsa sanat ve kültüre yatırım yapan sponsorların yanı sıra o kentin belediyesinin, kamu kurumlarının, bölgesel güçlerinin desteklerine ihtiyaç vardır. Yatırım yaptığımız yer İstanbul’dur, evimizdir.
Şu sırada yüklendiğim festival direktörlüğü benim için bunları ifade ediyor.
“MOZART GİBİ BİR DEHANIN HİKÂYESİNDE ÖYLE ÇOK ŞEY SAKLI Kİ…”
– Amadeus, incelikle düşünülmüş deyim yerindeyse ilmek ilmek işlenmiş bir oyun. Büyük bir prodüksiyon. İki kez seyrettim ve her seferinde ağzım açık kaldı. İnsan bu oyunun oluşum sürecini merak ediyor.
Çok çok önce Milos Forman imzalı, sinemaya uyarlanmış Amadeus’u izlemiş olsam da Peter Schaffer’in 1979’da oyun olarak yazdığı metni, oyunu sahneye koymamı teklif etmeleriyle okumuş oldum ve çok sevdim… Hatta şimdiye kadar okumadığım ve oyununu yapmadığım için hayıflandım. Mozart gibi bir dehanın hikâyesinde öyle çok şey saklı ki. Sanatın ne, sanatçının kim olduğuna, sanatçının iktidarla ilişkisine, cesarete, hırsa, isyana, mücadeleye dair öyle çok söz söylüyor ki. Büyük prodüksiyonun avantajları ve dezavantajları var elbette ama yönetmeni heyecanlandıracak bir potansiyeli olduğu da muhakkak. Mozart’ın öyküsünü bir koro, orkestra, kalabalık bir oyuncu kadrosuyla yapma cesareti nedeniyle Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu’nu kutlamak gerekiyor. Ivır zıvır, vasat magazin programlarına sponsorluk yerine sanat ve kültüre yatırımın karşılığı her zaman daha güçlü ve doyurucu.
“İKTİDARLAR SAVAŞ ÇIKARARAK BESLENİYOR”
– Yönettiğiniz son oyunlardan biri de İki Kişilik Hırgür. Neden bugün bu oyun?
Dünyadan savaş hiçbir zaman eksik olmuyor çünkü iktidarlar savaş çıkararak, kaos yaratarak, toplumları sindirerek, uyutarak besleniyor, sadece yöntemler değişiyor. Bugün sosyal medyada takip ettiğimiz -aslında takip edildiğimiz mi demeli- dünya, bizim ne kadar umurumuzda?
Oyun sahnelenmeye başladıktan kısa bir süre sonra Rusya-Ukrayna savaşı… Peki biz bu savaşı duyuyor muyuz, Suriye’de olanları, mültecilerin dramını ya da kaç gün takip ediyoruz olan biteni?
İki Kişilik Hırgür şiddetin ortasında birbirini duymayan, duyduğunu unutan, uyduran iki insanı, yani bizi anlatıyor.