Mehmet K. Özel
Maguy Marin yaşayan koreograflar arasında herhalde en önemlilerinden biri, hatta en önemlisi; şu anda sadece Fransa’nın değil dünyanın çağdaş dans kraliçesi.
Marin’in 1981 yılında tasarladığı ve o zamandan bugüne Fransa içinde ve dışında sayısız turne yapmış olan bir başyapıtı var: “May B”. Marin’in bu neredeyse 40 yıllık yapıtı, üzerinden onca yıl geçmiş olmasına rağmen tazeliğinden, vuruculuğundan ve mizahından bir nebze bile kaybetmiyor. İşte bunlar tam da bir başyapıtın sahip olduğu özellikler; Pina Bausch’un “Café Müller”i ya da Maurice Bejart’ın “Bolero”su gibi.
Marin genç ve tanınmamış bir koreografken Samuel Beckett’in Fransız yayıncısına yazıp, eserlerinden serbestçe esinlenerek bir dans yapıtı tasarlamak için izin ister. Bunun üzerine, bizzat Beckett’ten, onunla yapıt hakkında tartışmak üzere bir davet alır. Marin ile Beckett Paris Montparnasse’da bir kafede buluşurlar. Beckett olumsuz yaklaşmasın diye Marin olabildiğince çok metin koymuştur taslağa, Beckett ise onu rahatlatır, metin konusunda serbest olduğunu söyler. “May B”nin son halinde Beckett’ten direkt tek bir alıntı vardır: “Endgame” (Oyun Sonu)’ndan “Bitti. O bitti. Neredeyse bitecek. Neredeyse bitmiş olmalı” repliği.
Buluşmalarında Beckett Marin’e adresini de verir, herhangi bir sorusu olursa danışması için, ancak Marin 1989’daki ölümüne dek bir kere daha yazarla iletişime geçmez. Beckett’in, 1981 kasımında prömiyer yapan “May B”yi seyretmediği de bilinmektedir.
Bu noktada bana ilginç gelen bir bilgiyi paylaşmak isterim: Beckett’in “May B”nin prömiyeri ile aynı yılda Alman televizyonu için, yönetmenliğini de yaptığı “Quadrat I + II” adlı yapıtı sözsüzdür ve sadece hareketlerden oluşur. Acaba Marin ile yaptığı sohbet Beckett’i sadece hareketlerden oluşan bir yapıt ortaya koyma konusunda tetiklemiş olabilir mi?..
“May B”ye geri dönersem:
Yapıt başladığında sahnenin her yeri siyah ve kapkaranlıktır. En gerideki kapılar belli belirsiz açılıp sahneye ruh gibi beyaz varlıklar girer ve dağınık şekilde yerleşiler. Franz Schubert’in “Der Leiermann” (Laternacı) isimli lied’i çalar baştan sona. Marin bu lied ile atmosferi tanımlar: sözleri bilmeyenler/anlamayanlar müzikten ve bariton sesinin tonundan biraz melankoli, biraz kasvet, biraz acı, biraz da insanlığın sınırlarında bir yerde/halde olma halini sezerler. Lied’in sözlerini önceden bilenler ya da anlayanlar içinse bunlar sezgiden ötedir: Soğuk bir kış gecesinde yaşlı bir laternacı yalınayak halde ve donan ellerle laternasını çalmaya devam etmektedir, kimse onu dinlemiyor kimse onu görmüyordur, sadece köpekler vardır etrafında.
Sonra yavaş yavaş sahne aydınlanırken, ruhvari figürler belirginleşmeye ve hareket etmeye başlarlar. Kadınlı erkekli 10 grotesk figürdür bunlar. Üzerlerinde bir örnek, ten rengi uzun donlu, entarili yatak kıyafetleri vardır. Her birinin suratlarındaki bazı organlar deforme olmuştur; birinin kulakları kepçe ve büyük, diğerinin burnu uzun, diğerinin burnu kıvrık ve sivri, çoğunun dişleri dökülmüş, hepsinin saçları, üzerleri tozluydur. Akıl hastanesi sakinleri de olabilirler, berduş da, kıyametten “arta kalabilmiş” bir grup insan da, insanlığın sınırında dolaşanlar da.
90 dakika boyunca bu grotesk ama sevimli 10 figür, insan olmanın kaçınılmaz durumlarıyla yüzleştirirler seyirciyi; yalnızlıkla, şehvetle ve şefkat ihtiyacıyla, ihtirasla, kinle, yardımlaşmayla ve açgözlülükle.
Marin’in “May B”de hareket, mim ve anlamsız sesler yoluyla ürettiği özgün sahne dili Beckett’in zamanda kaybolmuşluk ve belirsizlik yüklü absürd dünyasının duygusunu son kertesine kadar seyirciye geçirir.
Yapıt boyunca müthiş dengeli ve pürüzsüz bir fizikselliği, her bedensel detayı incelikle düşünülmüş bir tiyatrallikle birleştirmiş olan dansçılar dinmeyen alkışlar boyunca da odaklanmış oldukları rollerinden çıkmazlar; insanlığın sonuna dair umutsuzluğu ve kaçınılmazlığı imlercesine…
Maguy Marin bir röportajında; yapıtları seyirci tarafından anlaşılmazsa etkilendiğini ancak onu esas üzen şeyin yapıtlarının turneye çıkmaması, kendilerine ait bir hayatlarının olmaması olduğunu söyler. Neyse ki Marin’in, “May B” dahil olmak üzere bir çok yapıtı yıllardır dünyayı dolaşıyor. Ancak keşke Marin ve topluluğu çok geç olmadan İstanbul’a da turneye çağrılsa, böylece Marin’in yapıtları, tercihen “May B”, hayatlarına İstanbul deneyimini de katsalar.