“Biraz Eksik Yaz Gecesi, Biraz Fazla Rüyası”
Erdoğan Mitrani
İbretlik nefis bir masal belki ya da kocaman şahane bir yalan, hatta belki de ayarı bozuk müthiş bir rüya… Kim bilir? Cupid´in yayını alıp kaçan bir periden her şey beklenir. Siz istediğiniz yerden dinleyin, yeter ki aşkın peşinden gidiverin.
William Shakespeare’in, aşkla, sihirle, doğayla, insanla ve perilerle dolu komedisi ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’, İsmail Sağır ile Gülhan Kadim’in beklenmedik derecede ayrıksı ve bir o kadar da komik uyarlamasıyla Kumbaracı50’nin yeni yapımı olarak karşımızda.
Bu nefis eğlenceliği ayrıntılı irdeleyebilmek için Shakespeare’in özgün metnini anımsamak gerekiyor:
Amazonlarla girdiği savaşı kazanan Thezeus, esir aldığı Kraliçe Hippolyta ile evlenmeye hazırlanmaktadır. Sevdiği Lysander’le evlenmesine babasının izin vermediği Hermia, Hermia’sına kavuşamayan Lysander, Hermia’ya duyduğu karşılıksız aşkla kıvranan Demetrius ve Demetrius için yanıp tutuşan Helena için katı ataerkil yasaların hüküm sürdüğü Atina yaşanmaz hale gelmiştir. Hermia ile Lysander, bir yaz dönemi gecesinde doğaüstü varlıkların kol gezdiği kentin dışındaki tekinsiz koruya kaçarlar. Demetrius onların, Helena da Demetrius’un peşine düşer. Koruda, Periler Kralı Oberon, kendisine istediği Hintli esir çocuğu vermemekte direnen Kraliçesi Titania’yı cezalandırmak için, ormanın cini Puck’a uyuyan kişiyi uyandığında ilk gördüğü yaratığa âşık eden tılsımlı çiçeği buldurarak, çiçeğin suyunu Titania’nın gözüne sıkmasını emreder. Helena’nın Demetrius tarafından aşağılanmasına şahit olan Oberon, Puck’tan tılsımlı çiçeğin suyunu, Demetrius’un gözüne de sıkmasını ister. Şaşkın Puck, tılsımlı suyu Titania’dan sonra yanlışlıkla Lysander’in gözüne sıkınca başlayan kargaşa, koruda prova yapmaya gelen esnafların amatör tiyatro gurubunun da olaylara katılmasıyla bir kaosa dönüşür. Titania, Puck’ın eşeğe çevirdiği oyunculardan Bottom’a aşık olurken, uyandığında karşısında Helena’yı bulan Lysander Hermia’yı unutup ona vurulur ve Demetrius’la birbirlerine girerler. Sonunda Oberon olayları tatlıya bağlar ve çiftlerin sevdiklerine kavuştuğu çoklu düğünde esnaflar, oyunlarını sahneler.
İsmail Sağır, ünlü metni yeniden ele alırken radikal bir kararla yola çıkar, Thezeus’suz, Hippolita’sız, Oberon’suz ve Titania’sız bir uyarlama yapmaya karar verir. Bu durumda tüm kargaşa ve kaosa sebep olan, “o” yaz gecesi dönümünde sebep olduğu her şeyi tekrar tekrar anlatmaya mecbur olan gecelerin perisi Puck, sadece aşkı gördüğü yerde aklı karışan yaramaz bir çocuk değil, yarattığı kargaşayı ustalıkla yöneten bir oyun kurucu, kaos yaratmaktan ve vakti gelince çözmekten hınzırca keyif alan bir Shakespeare soytarısıdır da.
Bu çıkış noktasının ardından, oyunun başkarakterine dönüşen Puck’ın tüm replikleri, özgün metne eklemelerle Gülhan Kadim tarafından yeniden yazılır. Erkek egemen bakışın ve baskıcı yöneticilerin simgesi, dediğim dedik Thezeus hiç görünmez ama, Puck’a benzersiz bir yorum getiren, o muhteşem kostümüyle oyun alanına girer girmez “Dük müydü, kral mıydı neydi Theseus ile, kendi rızasıyla mı acaba?” evlenecek olan Amazon kraliçesi Hippolyta’nın düğünlerinden söz eder, ardından Candan Seda Balaban’ın bir maske ile koldan oluşan o benzersiz heykelsi maskı aracılığıyla Thezeus’a dönüşerek bir diktatör edasıyla Hermia’ya Lysander ile evlenme emrini verir. Amatör tiyatrocu esnaflar sadece Bottom ile Quince’e indirgenerek Shakespeare döneminde kadın rollerinin erkekler tarafından oynanmasına inat, bu kez erkek rolü de kadına verilir. Esnafların finaldeki oyunu için de Bottom ve Quince’e Hermia, Helene, Lysander ve Demetrius eşlik ederler.
Oyunu yöneten, Candan Seda Balaban ile minimalist dekor ve ışık tasarımını üstlenen İsmail Sağır, Burcu Özhızalan, Ceyda Akel, Gizem Akdoğan, Sercan Gülbahar, Tuğra Can Bıçak ve Yeşim Sarı’dan oluşan genç kadrosundan yalın, su gibi akan çok parlak bir toplu oyunculuk elde ediyor. Gülhan Kadim öyle bir Puck olmuş ki, anlatmak değil, defalarca izlemek gerek.
Ve tabii ki, oyunun bir diğer yıldızı mask ve kostümleriyle Candan Seda Balaban. Kostümlerin güzelliği bir yana, “Bu iş Titania’sız olmaz” dercesine gözümüzün önünde renkli bir elbise giyen oyuncusunu bembeyaz tuvaletli bir periler kraliçesine dönüştürmesi, oyundaki sihirden bile büyüleyici!
Klasik bir metinden güncel uyarlama konusunda tiyatro dersi olabilecek, görsel işitsel müthiş keyifli, kahkahalarla izlenen, hele hele günümüzün karamsarlığına ilaç gibi gelen usta işi bir eğlencelik. Gelip izleyebileydi Shakespeare Usta bizden de fazla güler ve beğenirdi.
11, 18 Mart ve sezon boyunca kumbaracı50’de. Sakın kaçırmayın.
‘Yüz Yılın Evi’
Prömiyerini 22. İstanbul Tiyatro Festivali’nde yapan ‘Yüz Yılın Evi’, “Savaş veya Barış: Tarihin Kesişmeleri 1918-2018 Festivali” kapsamında ulus kavramı üzerine Türkiye’den GalataPerform’un da dahil olduğu çokuluslu bir projede yer alan, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e tarihsel geçmişimizi, son padişahlardan 2. Abdülhamit’in Hazine Kahyası İbrahim Ethem Efendi’nin yazlık konağı ve yıkımı üzerinden değerlendiren multimedya bir tiyatro yapımı.
Çok beğenilen, yurt içinde ve dışında çok kez sahnelenen Yüz Yılın Evi, salgın süresinde iki yıl ara verdikten sonra tekrar sahnelere dönüyor.
Metin ve konseptini yazar-yönetmen-oyuncu Yeşim Özsoy’un yazar-akademisyen-dramaturg Ferdi Çetin ile birlikte oluşturduğu GalataPerform yapımı ‘Yüz Yılın Evi’, Özsoy’un kendi aile geçmişini, gerçeği ve kurguyu iç içe harmanlayarak 100 yaşındaki anneannesinin öyküsü üzerinden yeniden kurguladığı müthiş parlak bir metin.
Üst üste binmiş hikâye ve zamanların bir araya geldiği İbrahim Ethem Efendi Konağının tarihsel yolculuğunda, konakta yaşayan Anneanne, eşyalar, anlatılan kişiler, mekânlar, hayvanlar, kendilerini kendi seslerinden müzik-video-hikâye anlatımıyla ifade eder. Oyun, onların hikâyeleri yoluyla ulus kavramlarının, tek tarih, tek millet, tek din, kısacası teklik ve orijin kavramının sorgulandığı bir konak ve detaylarıyla seyirciyi baş başa bırakır.
Osmanlı’yı yaşamış, Cumhuriyet’le değişimi görüp 1959’da yok olmuş bir konağın ve Yeşim
Özsoy’un 1919’da o konakta doğan ve günümüzde hâlâ olan bitene tanıklık eden anneannesinin gözlerinden bugüne ve geçmişe bakmamızı sağlayan Yüz Yılın Evi seyirciyi, 1918 ilâ 2018 arasında, hikâyeler yoluyla kurulan bağı tanıklığa çağırır… Ve finalde, kentsel dönüşümün simgesi dozer, tüm yaşanmışlıkları yerle bir eder.
Özsoy, toplumsal tarihsel boyutun çok kişisel bir öykü üzerinden irdelendiği oyunu yönetirken, büyük başarıyla geleneksel gösteri sanatlarımızı günümüzün imbiğinden geçirerek kullanır.
Tek başına, çağcıl bir meddah olarak sahne aldığı oyunda kişilere, nesnelere, eşyalara, mekânlara ve tabii ki o benzersiz ‘dozere’ can verir. Geleneksel tiyatromuzun temel taşlarından biri olan Meddah geleneğindeki hikâye anlatımında olduğu gibi, konakta yaşayan kadınlar, eşyalar, anlatılan kişiler, mekanlar, hayvanlar, nesneler, giysiler, özgün hikâyelerini birinci tekil şahıstan, yani kendi ağızlarından anlatır.
Film yönetmeni, video sanatçısı Melisa Önel’in videolarıyla görsel anlatımları, modern bir Karagöz-Hacivat gibi, oyunun belgesel yapısını sürekli yeniden kurgular, bozar, yapılandırır, tekrar var eder. İlk sahnelenişinde besteci-müzisyen-yapımcı Kıvanç Sarıkuş’un farklı enstrüman ve sesleri canlı olarak kurguladığı, hikâyelerin üst üste ve yeniden kurgulanmasına sahne üzerinde ortaklık eden müzik, bu kez çok profesyonelce hazırlanmış bir ses bandı olarak aynı işlevi rahatlıkla yerine getiriyor.
Hem mahrem ve kişisel hem de toplumsal ve politik çok sağlam bir metin. Oyunculuktan görselliğe ve müziğe, metnin hakkını veren, etkileyici bir teatral deneyim. Kaçırmış olanlar ve yeniden seyretmek isteyenler için İstanbul sahnelerinde. Mutlaka izlenmeli.
Hepinize sağlıklı seyirler.