Mehmet K. Özel
İstanbul’da gösteri sanatları sezonunun başlangıcını şenlikli bir hale getiren İstanbul Fringe Festival’in bu yıl üçüncüsü düzenlendi. Program Fiziksel, Çevrimiçi ve Dijital olmak üzere üç formatta sunulacak gösterilerden oluşuyordu. Bizler de Fiziksel formatındaki gösterilerin yaratıcıları ile On Soruluk Sohbetler söyleşi dizimizi gerçekleştirdik. Fringe serimizin son konuğu Pan~// Catwalk işleri ile festivalde yer alan Hollandalı Zwermers topluluğu.
Sahnede iki oyuncu, bir kemancı ve bitmek bilmez bir kıyafet değişimi eşliğinde insanlığın çeşitliliğine ve renkliliğine bir övgü sunan Pan~// Catwalk işi, kıyafetlerimizin bizim kim olduğumuzu, kim olmak istediğimizi ve hatta kim olmak zorunda kaldığımızı nasıl ifade ettiğini sorgulayan bir iş. Zwermers, bu “ikinci deri”nin bizi ne kadar tanımladığını gözler önüne seren bir süreç kurguluyor, “cinsiyet ve kimlik” üzerine eğilerek insanları etiketlerden arındıran, kadınlık ve erkeklik hakkındaki kuralcı çerçeveleri sorgulayan bir inceleme sunarak, “İnsanlar mı kıyafetleri taşıyor yoksa kıyafetler mi insanları taşıyor?” sorusunu merkeze alıyorlar. Pan~// Catwalk’u festival kapsamında festival seyircisi ile bir araya getiren topluluk ayrıca daha sonra buradan öğrencilerle gerçekleştirdikleri atölye sonunda ortaya çıkan yeni versiyonu da Hollanda Konsolosluğunun bahçesinde izleyici karşısına çıkardılar.
Performansın özü sizce nedir?
Bizim için performans, çift anlam taşıyor; canlı performans olma durumunun yanı sıra performans sanatı olmasına yani, sanat eserinin, sanatçı tarafından gerçekleştirilen eylemler yoluyla yaratıldığı sanat formuna işaret ediyor.
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Pan~// Catwalk projemizde performansçılar şu eylemi gerçekleştiriyorlar: Sürekli üzerlerindeki kıyafetlerin değiştirilmesi. Böylece, kıyafetler ön plana çıkarak sahnenin merkezine geçip ana hikâyeyi anlatıyorlar: Üzerimize geçirdiğimiz kıyafetlerin bir beden üzerinde sahip olabilecekleri devasa dönüştürücü güç ve bunun nasıl bir kimlik duygusu sağladığı. Seyirci gördüğü her şeyi etiketlemek için kendi eylemsizlik eğilimiyle karşı karşıya kalıyor ve kimlik kavramının gerçekten ne kadar akışkan olduğunu fark ediyor.
İnsanlığın küresel ölçekte içinden geçmekte olduğu pandemi süreci sizce gösteri sanatlarını nasıl dönüştürmekte?
Pandemi çalışmalarımızı büyük ölçüde etkiledi. İptal edilen performanslar nedeniyle, işlerimizi daha derinlemesine düşünmek için daha fazla zaman harcamaya karar verdik. Bulunduğumuz şehirdeki yerel tiyatromuzda geçirdiğimiz bir aylık misafirlik süresince dünyanın her yerinden kıyafetler, tekstilin sorunlu olan aşırı üretimi, “gündelik” tarzın gerçekte ne anlama geldiği ve başkalarının ne düşündüğünü umursamadan radikal bir şekilde kendi abartılı/ham stilini seçen insanlara verilen bir takma ad olan “cennet kuşları” gibi başlıkları araştırdık. “Cennet kuşları” konusu bizim favorimizdi. Sonunda, mevcut performans tasarımımıza bazı önemli başka unsurları da dahil ettik ve onu çok daha çeşitli ve kapsayıcı bir hale getirdik.
Gösteri sanatları alanından çalışan biri olarak, pandeminin yarattığı zorlu koşullarla kişisel olarak nasıl başa çıkıyorsunuz?
Pandemi esnasında yerleştirmeler ve bir video işi gibi başka yapıtlar üzerinde çalışmaya başladık ve dijital sahnenin olanaklarını araştırdık. Oerol Festivali (lokasyon bazlı performanslara odaklanan bir Hollanda festivali) için, dünyanın dört bir yanından on kişiye Pan~// Catwalk performansımızın kendi versiyonlarını yaratmalarını istediğimiz bir Zoom performansı gerçekleştirdik. Bu süreçte, İstanbul Bilgi Üniversitesi performans öğrencisi Tanya Arısoy da bize katıldılar. İlk başta dijital mecraya dair tereddütlerimiz vardı ama sonuçta bu, dünyanın dört bir yanından insanlarla bağlantı kurmak için harika bir deneyim oldu. Zoom’u performans mecrası olarak kullanmak ve izleyicilerin kameralarını açıp gardıroplarından bazı kıyafetleri göstermelerini istemek, aynı zamanda onları işe dahil etmek ve de oturma odalarına ulaşmak için eşsiz bir fırsat yarattı. Bu hem çok kişisel hem de çok küresel bir bağ kurdu. Hâlâ canlı performansın yerini hiçbir şeyin tutamayacağını düşünüyoruz ama dijital mecranın umut verici olanaklarını da keşfetmiş olduk. Kısacası pandemi nedeniyle performansımızı birden fazla sonuca olanak sağlayan ve üzerinde çalışmaya devam etmek için hala birçok fikre ilham olan bir projeye dönüştürdük diyebiliriz. Bütün bunlar zaten potansiyel olarak mevcuttu ancak pandemi bize bunu geliştirmemiz için kesinlikle zaman ve fırsat verdi.
Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinize etkisi olur mu?
Sokaklarda kıyafet giyen insanlardan ilham alıyoruz. Bazen bu henüz projemize dahil etmediğimiz yeni bir stili veya alt kültürü fark etmemizi sağlıyor. Ayrıca artık birkaç yıl boyunca aynı konu (giyim ve kimlik) üzerinde çalışmaktan da ilham alıyoruz. Bu konu sürekli yeni sorular doğuruyormuş gibi hissediyoruz. Amacımız, kıyafetlerimiz aracılığıyla insan bedeninin ve kimliğinin kapsayıcı bir temsilini tasvir etmek. Yaş, ten rengi ve beden olarak kim olduğumuzu değiştiremeyiz ve başka bir kültürün unsurlarını kendimize mal etmeden veya o kültüre hakaret etmeden ne giyebileceğimizin bazı sınırları var. Ancak bizimle iş birliği yapacak başka insanlar bulabiliriz. Böylece insan bedenini ve onun kimliğimize dair ifade olanaklarını çok daha çeşitli bir biçimde gösterebiliriz. Dünyanın farklı yerlerindeki insanların gelenekleri, tarzları ve sosyal normlarını çok merak ediyoruz. Başkalarını performansçı olarak dahil etmek, yerel ölçekte de kimliğe dair sorular sormamıza olanak tanıyor.
“Ustam” olarak tanımlayabileceğiniz veya size ilham verdiğini düşündüğünüz biri/leri var mı, varsa kimler?
Performansımızın bir diğer önemli unsuru Wouter’ın çaldığı canlı müzik. Wouter, izleyiciyi bir tür transa sokan canlı bir soundscape yaratarak, sonsuz kıyafet değişimine odaklanmalarına yardımcı oluyor. Bu müziğin ana ilham kaynağı ise piyanosunda ses efektleri, loop’lar ve perküsyon sesleri kullanarak enstrümanı ile deneyler yapan Alman piyanist Hauschka (Volker Bertelmann). Vlieland’ın kum tepelerinde Hauschka’nın muhteşem bir performansını izledikten sonra, Wouter da kemanına aynı şekilde yaklaşmaya karar verdi ve bu da enstrümanı ile yaratabileceği yeni seslere dair hiç bitmeyen bir araştırmaya dönüştü.
“Fringe” sizin için ne anlama geliyor?
Fringe, kelimenin tam anlamıyla sınır veya kenar anlamına geliyor. Mümkün olanın sınırında, deneme fırsatı sunan bir festival.
Neden özellikle bu işinizle İstanbul Fringe Festivali’ne katılmaya karar verdiniz? İstanbul Fringe Festivali kapsamında seyirciler ile yeniden fiziken buluşuyor olmak sizin için ne ifade ediyor?
Bu yıl festivale katıldığımız için çok mutluyuz, çünkü sadece işimizi icra etmekle kalmayıp, Fringe İstanbul ve Performistanbul ortaklığında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden on performans öğrencisi ile giyim ve kimlik etrafında ortak bir proje deneme şansına sahip olduk. Kendi kıyafetlerinden oluşan farklı kombinasyonlar getirmelerini istedik. Kıyafetlerle dolu devasa valizlerle provaya geldiler. Prova yaparken kimlik konusunu ve kıyafetlerin nasıl kim olduğumuzu ve ne hissettiğimizi ifade etmenin bir yolu olduğunu tartıştık. Onlardan performansımızı kopyalamalarını istemek yerine, kendi kişisel kıyafetlerini kullanarak onlarla birlikte yeni bir versiyonunu yarattık. Şık olandan gündelik olana, koltukta Netflix izlerken giydiklerinden normalde asla giymeyecekleri bir şeye kadar farklı olasılıklara baktık. Öğrenciler çok yönlü ve renkli kimliklerini, hatta kültürel miraslarını giydikleri kıyafetlerle gösterdiler. Öğrencilerin projenin bir parçası olmak için gösterdikleri hevesi gözlemlemek çok dokunaklıydı; onların bu deneye katılımından büyük onur duyduk ve bu deneyim bize benzer işbirliklerine devam edeceğimiz bir yönde ilerlememiz için ilham verdi. Devamında görüşmek üzere!