Yeni AKM ve “Uçmak”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet Zeki Giritli

Sene 1946. Mimarlar Feridun Kip ve Rüknettin Güney’in projesini çizdiği, Taksim Meydanı’ndaki sanat merkezi için temel atılıyor. O günden bu yana geçen yetmiş beş yıl boyunca da bu binayla ilgili tartışmalar bitmek bilmiyor. 1946’da temeli atılan bina ödenek yokluğundan dolayı tamamlanamıyor. On yıl sonra 1956’da proje mimar Hayati Tabanlıoğlu’na devrediliyor. Ve ancak bundan on üç yıl sonra 1969’da İstanbul Kültür Sarayı olarak hizmete giriyor. Fakat talihsizlikler bitmiyor. Sadece bir yıl sonra, Arthur Miller’ın Cadı Kazanı oyunu oynanırken çıkan yangında bina harap oluyor. Yine sekiz yıl sürecek bir atıl vaziyet başlıyor. Ancak 1978 tarihine gelindiğinde, bizim bildiğimiz haliyle, Atatürk Kültür Merkezi olarak bina yeniden açılıyor. Yani aslında 1978 gibi oldukça geç bir tarihe kadar binanın çok da aktif olarak kullanıldığını söyleyemeyiz. Devamında da herkesin malumu olan süreç başlıyor. 2008’de bina büyük tartışmalar gölgesinde, tadilat amaçlı kapatılıyor ve tam on üç sene sonra yeniden seyirciyle ve sanatçılarla buluşuyor.

Yeni AKM’nin açıldığı gün, TRT Haber defalarca projenin ne kadar hızla tamamlandığından, bunun ne büyük bir başarı olduğundan, korona salgınına rağmen inşaatın bitirildiğinden bahsediyor. Her nedense on üç yıldır binaya çivi çakılmamış olduğunu, on üç yıldır İstanbul’un en önemli sanat merkezinin atıl vaziyette kaldığını, bir neslin AKM’de oyun seyretmeden, konsere gitmeden gençlik dönemlerini geçirdiğini pek dile getirmiyor vergilerimizle ayakta duran TRT. Neyse, her hâlükârda sonunda AKM’ye kavuşabilmek güzel. Yeni AKM’de sahnelenen ilk oyun “Uçmak: Hezarfen Ahmed Çelebi” oldu. Bu vesileyle hem tiyatro salonu hem de oyunla ilgili bir şeyler söylemek isterim.

Öncelikle opera salonu, o ünlü kırmızı kürenin içi, ne kadar özenli ve göz alıcı bir şekilde dizayn edildiyse, tiyatro salonu da bir o kadar başarısız ve renksiz bir dizayna sahip. Yine tiyatroya üvey evlat muamelesi yapılmış anlaşılan. Her şeyden önce tam olarak adını koyamadığım renkte koltukların (kirli pembe, pudra rengi karışımı) çok yanlış bir tercih olduğunu düşünüyorum. Renk seçimi, salona alelade bir salon havası katmış. Benzer bir rengin perdelerde kullanılması görüntüyü daha da ilgi çekicilikten uzak hale getirmiş. Bir başka eleştirim, sahne yüksekliğiyle alakalı. Elbette arkada ve balkonda oturan seyirciler düşünülerek sahne oldukça yüksek yapılmış fakat ön koltuklarda oturan seyirciler hesaba katılmamış bu karar alınırken. Özellikle ön üç sırada oturan seyircinin sahneyi doğru dürüst görebilmek için kafasını kaldırarak temsil izlemesi gerekiyor. Arkada oturduğunuzda da sahneye uzak kalıyorsunuz. Yani iki kötü seçenek arasında tercih yapmanız gerekiyor bilet alırken.

Gelelim “Uçmak” oyununa. İki perde. 2 saat 25 dakika süren bir oyun. Ömer F. Oyal yazmış. Hakan Çimenser yönetmiş. Tolga Evren, Ahmed Çelebi rolünde. Oyundaki en başarılı performanslar Tolga Evren’e (abartılı diksiyonuna rağmen), Lagari rolündeki Emir Çiçek’e ve Evliya Çelebi rolündeki Fikret Urucu’ya ait. Kadronun geri kalanında çok heyecan verici bir oyunculuk performansı olduğu söylenemez. Hatta kimi zaman öylesine ezbere oyunculuklar vardı ki, karşısındaki oyuncu lafını söylemeden tepkisini veren oyuncular izledik. Oyuncular arasındaki gerçek iletişimi, alışverişi görebildiğimi söyleyemeyeceğim. Bunun haricinde sadece seyirciyi çekmeye yönelik olduğunu düşündüğüm bazı sahneler vardı. Örneğin, oyunun girişinde yer alan ve hiçbir amaca hizmet etmeyen şenlik/curcuna sahnesi gibi. Fakat bu sahnenin görselliği çok yüksek olduğu için genel olarak seyirciden çok olumlu tepki aldı. Zannedersem yönetmen de bunu amaçlayarak böyle bir sahne koymuş oyuna. Bazı sahneler ise gereğinden fazla uzatılmış. Örneğin ikinci perdede karısının Hezarfen’i ikna etmeye çalıştığı sahne, yine aynı perdede Hezarfen ve Gülfiraz sahnesi, arkada durmadan çalan dramatik müzikle yer yer televizyon dizilerini andıran sahnelere dönüşmüş. Bununla bağlantılı olarak oyunun genelinde gereğinden fazla bir fon müziği kullanımı olduğunu söylemek gerek. Amed Nesimi Subhudem’in ana müzik olarak seçilmesi ise yüzümü gülümseten bir detay oldu. Sonuç olarak oyun oldukça klasik, yer yer abartılı oyunculukların olduğu (DT oyunlarında genel bir problem belki de), fakat izlenmeye değer, oldukça emek verilmiş, parlayan oyuncuların da olduğu bir oyundu. Umarım daha nice oyunlar seyrederiz yeni AKM’de.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Mehmet Zeki Giritli

Yanıtla