Pınar Erol
Kurtuluş savaşının hemen her cephesinde savaşan Gümrük Müdürü Baha Bey ile Rumeli’den göçen Şehriban Hanım’ın ikinci çocuğu olarak dünyaya gelir Nedret Güvenç. Ortaokula Karataş’taki İzmir Kız Lisesi’nde başlar. Bornova’ya taşındıkları için o güzel okuldan ayrılmak zorunda kalır. Devam ettiği Bornova Ortaokulu, ilk gençliğinin ikinci ve en zevkli okulu olur. Müzikle ve tiyatroyla tanıştığı, giderek ona sanatının yolunu açan günler orada başlar. Okulun bahçesinde voleybol oynarken piyano ve keman sesini duyunca topu bırakıp müzik sesine koştuğu günü hiç unutmaz. Oyuncu olmaya 16 yaşının bilinciyle karar verir. 14 yaşında Karel Çapek’in “Yaşadığımız Devir” adlı savaş karşıtı bir oyununda başrol oynar. İngiliz Kültür Derneği’nin yönetiminde İngilizce olarak oynadığı “Hansel ve Gratel” ve “Bir Yaz Gecesi Rüyası” onu bu yolculuğa hazırlayan temsillerdir. Konservatuvar sınavına müzik öğretmeni Salih Zeki tarafından hazırlanır. Gönlünde yatan tiyatro olsa da ailesinin ve hocalarının ısrarıyla Ankara Devlet Konservatuarı’nın Şan Bölümü’ne girer. 1948 yılında İzmir’e geri döndüğünde tiyatroya devam etmek ister. Belkıs Dilligil, apar topar apandisit ameliyatına alınınca “Hanımlar Terzihanesi” oyununda Belkıs rolünü oynar. Profesyonelliği böylece 17 Şubat 1948’de başlar. Onu “Macbeth”teki Lady Macduff rolü izler.
Demokrat partinin başa geçmesiyle 14 Mayıs 1950’de İzmir Şehir Tiyatrosu lağvedilir. Hepsi çil yavrusu gibi dağılırlar. Birçok tiyatrocunun başına gelen onun da başına gelir. İzmir Fuar’da Açıkhava’da “Fermanlı Deli Hazretleri”ni oynarken babasının İstanbul’da vefat haberini alır. Kendisinden, acısından, duygularından kurtulup rolündeki kadına geçmesi kolay olmaz ama perdeyi kapatmazlar. Ayrıca ilk filmi “Yüzbaşı Tahsin”in dublajı için de İstanbul’a gitmesi gerekiyordur. Hayat öyle akar ve annesiyle İstanbul’a taşınırlar. Orada Şehir Tiyatroları’na girme mücadelesi verir. Büyük şehre göçeli çok olmamıştır ve şu ana ulaşmak için çok zor, umutsuz günler geçirmiştir. Tek istediği küçük bir şanstır. Şans bu ya ona Cahide Sonku’nun odası verilir. 5 perdeli oyunun 5. perdesindeki rolünün gelmesini elleri titreyerek bekler: “Şafakla Gelen Kadın” adlı İspanyol oyunundaki Anjelik rolünü yani. Hadi Hün “kim bu kız” diye sorar. İzmir’den Avni Dilligil’in talebesidir o. Oyun ve rolü sevilir. İzmir’den gelen beyaz pardösülü kız, önünde açılan bu ışıklı yolda sağlam adımlarla yürüyecektir, çok uzun ve zorlu bir yoldur ama henüz o kadar gençtir ve o yol öylesine aydınlık, öylesine ışıklıdır ki dünyayı aydınlatan, insanlığa ışık tutan, ramp ışıklarıdır onlar, sahne ışıkları… Oyundaki Anjelik büyük şehirde başaramaz ama o başaracaktır. “Eski Şarkı”da Cahide Sonku tiyatroyu bırakınca, yerine Ankara’dan gelen Nermin Serova da hastanelik olunca, rol Nedret Güvenç’in olur. Aldığı güzel kritiklere kendisi bile şaşırır. Küçük defterine not düşer: “Dün akşam Şehir Tiyatroları’nda alev gibi parladım. İnşallah Tanrım bu bir saman alevi olmaz”.
“Katıksız bir sahne sanatçısı, kendi benliğini saklayıp oyun yapan bir kişi değil; benliğini değiştiren, değiştirebilen bir kişidir. Daha provalar sırasında kostüm ve maskenin yardımına sığınmadan esrarlı bir şekilde değişir, şairin yardımcısı olur. Daha sadece sözlerden ibaret bir yaratığın boş kalıbını kendi benliğiyle doldurup onu hem yaşayıp hem yaşatarak da, galerinin en son sıralarından salonun ön koltuklarına kadar herkes için belirli bir hale getirir.” Zor rolleri seven, adına oyunlar yazılan safkan bir tiyatrocudur o. Nedret Güvenç’i “Alcestis” oyununda seyreden Necati Cumalı “Boş Beşik”i onun için yazar. Onun oyunculuğundan ilham alan, heyecan duyan Murathan Mungan, “Geyikler ve Lanetler”deki Cudana’yı, Adalet Ağaoğlu ise “Evcilik Oyunu”nu onu düşünerek yazarlar.
Muhsin Ertuğrul “Mor Defter” için “gel kızın oldu” der. (Oyunlar için o tabiri kullanır.) Rejiyi yapan Şirin Devrim, “şoför Mehmet rolü için dört namzet var, içlerinden seçemiyorum. Sahnesi seninle olacağı için senin seçmeni istiyorum” der. Seçilen kişi Okan Bilgütay’dır. Nedret Güvenç bilmeden eşini seçer. Yine Şirin Devrim’le karşılıklı oynadığı “Kireçli Bahçe” oyununda kızı Müjgan’a hamile kalır. Şirin Devrim uğuru olur.
Brecht oyunlarından birinde oynamak onun için çok önemlidir. Gerçek bir sınavdır. “Sezuan’ın İyi İnsanı” oyununu 2,5 ay çalışırlar, genel provaya başlayacakken oyun ideolojik bulunduğu için kaldırılır. Oynansa belki de en güzel rollerinden birisi olacaktır. Aylarca, gece gündüz onunla iç içedir. Onun gibi düşünür, onun gibi konuşur, onun gibi yaşar. Yarım kalan o güzel oyun içinde ukde kalır çünkü o küçük Çinli kızın verdiği yaşam savaşında biraz da kendini bulmuştur ama ne yazık ki seyirciyle paylaşamaz. Üzgündür; kendini avutamaz, izin alıp Paris’e gider. Orada Arthur Miller’in “Köprüden Görünüş” oyunundan çok etkilenir. Hemen Asude Zeybekoğlu’na mektup yazar, “çevir, hemen oynansın” der. Roxanne rolü ona ilk tiyatro ödülü olan İlhan İskender Armağanı’nı getirir. Altmış yılı aşkın meslek hayatında en önemsediği şey, seyircisiyle olan ilişkisidir. Bunu korumak adına seve seve yaptığı fedakârlıklar onu hep kontrollü, ilkeli, hatta bir manastır sakini kadar özverili bir yaşama yönlendirse de aldığı ödüller bu yılların boşa geçmediğinin göstergesidir. Onur Ödülleri ise yıldızlı bir diploma gibidir. “Eskimeyen Oyun” ile ilk Afife Ödülü’nü alır. Aslında meslek hayatının ilk ödülü sinemadan gelir. Türk Film Dostları Derneği, “Kanlı Para”daki rolü için en başarılı kadın oyuncu ödülü verir. Adı anons edildiğinde şaşırır, “sayın jüri üyeleri bana bu ödülü verdiğiniz için size çok teşekkür ederim ama ben kendimi seçmedim, Hümaşa Hican’ı seçtim” der. Bu konuşmayı yaptığında 21 yaşındadır. Adına İzmir’de salon açılır. İzmir’den iki güzel kuş uçtu. Biri Beyaz Güvercin Nedret Güvenç, diğeri minik serçe Sezen Aksu denir.
İlk kez 1974’te yönetmenlik yapmaya cesaret eder. “En Büyük Kumar” oyununu sahneler. O çalışma ses getirince Muhsin Ertuğrul “Bernarda Alba’nın Evi”nin rejisini verir. İnsanlar görmesin diye duvarları yüksek bir iç avlu olarak yorumladığı oyun da beğenilince bu sefer Strindberg’in “Baba” oyununu emanet eder Muhsin Ertuğrul. On beşten fazla oyun sahneye koyar. Seçtiği “Kim Korkar Kurttan” oyunu zordur. Ancak o hep zorları seçmeye çalışır. İnsanın kendini aşmasının böyle mümkün olduğuna inanır.
Sinemada 200’den fazla filmde rol alır. Karakter rollerine geçtiğinde daha 30 yaşındadır. “Fakir Gencin Romanı” filminde Cüneyt Arkın’ın annesini oynadığında 31 yaşındadır, oğlu ise 28-29 yaşlarındadır. Herkes güler. Diğer yandan “Hırçın Kız”ı oynadığında 50 yaşındadır, yani yaşsızdır. 1984’te “Hanımlar Sizin İçin” programına başlar. Her sabah “hayırlı sabahlar sayın seyirciler” sözleriyle televizyonu o açar. Bu sayede tekrar esas kız rolüne geçer. Program 15 yıl devam eder. Oyunculuğunu bütünleyen, güçlendiren sesi, birçok sinema oyuncusunun da sesi olur. Aranan dublaj sanatçılarından biridir. Öyle ki bazen karşısındakini konuştuğu için kendisini başkası konuşmak zorunda kalır. “Fakir Gencin Romanı”nda Filiz Akın’ı konuşması gerekince, Nedret Güvenç’i de Adalet Cimcoz konuşur. “Çalıkuşu”nda o Türkan Şoray’ı, Altan Karındaş onu konuşur.
Kaçış yok, emekli edilir. Gencay Gürün’ün kurduğu Tiyatro İstanbul ona kapılarını açar. Orada, “Eskimeyen Oyun”u, “Altın Göl”ü, “Yalandan Kim Ölmüş”ü oynar, “Seher Vakti”ni sahneler. Kırkıncı sanat yılı için Eugene O’Neill’ın “Günden Geceye” oyununu seçer. Bu seçimi de ödüller getirir.
“Daha güzel, daha farklı, daha çılgın olanı arıyorum. Yeniden sahne üzerinde olmak, nefis bir oyunda zorlu bir rol çalışıp, başarmak istiyorum… Aklınızda olsun, bu konudaki bütün tekliflere açığım. Yerim yurdum belli, benim gibi bir tiyatro delisini bulmak zor değil… Yeter ki provalar başlasın, perdeler açılsın, salonlar dolsun ve alkış sesleri kesilmesin…” diyen oyuncu 31 Temmuz 2021’de aramızdan ayrılır. Beyaz güvercin uçar gider…