Suna Pekuysal Tiyatroya Kara Sevdalı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Pınar Erol

Röportaj sırasında Suna Hanım’la göz teması kurabilmek için oturduğu koltuğun tam karşısına, yere oturuyorum. O gözlerde deneyimli bakışlar var, kaçırmak olmaz. Onda da Macide Tanır’ın tiyatro sevgisinin izleri var. Bu ölçüsüz kadınları seviyorum. Fedakârlığı, feda etmenin sınırlarını düşünüyorum. Bunun artısını-eksisini tartmıyorum. Hiç olmazsa biri, diğerini anlıyor diye avunuyorum. Onlar, müdanasız kadınlar cumhuriyetinin, sözünü esirgemeyen vatandaşları. Şakşakçılar ile aksüt alkışı, turnusol kâğıdı gibi ayırıyorlar. Suna Pekuysal, çocuk yaşta girdiği tiyatroda, kulis faresi olarak büyüyor. İzlediği tüm kadın rollerinin repliklerini ezberliyor. Delilik değil mi bu? Bir gün biri oynayamazsa diye, onların hazırda bekleyen yedeği oluyor. Rolün onu bulması için fırsat yaratıyor. Elbette şans diye bir şey var ama bu şansa ancak hazırlıklı yakalananlar kendi yollarını açıyor. İşte ben bu çalışkanlığa tavım. Başarının şaşmaz koşulu bu bence.

“Lüküs Hayat” deyince akla ilk Cemal Reşit Rey, Ekrem Reşit Rey, Haldun Dormen, Suna Pekuysal, Zihni Göktay gelse de Nazım Hikmet’i anmamak olmaz. Suna Hanım da söylüyor zaten. Muhsin Ertuğrul, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın ödenek ve seyirci azlığı yüzünden zor günler geçirdiği 1930’larda, seyircinin ilgisini yakalayabilmek için müzikal bir eser sahnelemeyi düşünüyor. Bunu da cumhuriyetin onuncu yılında sergilemeyi planlıyor. Ekrem Reşit Rey’in sözleri yetiştiremeyeceği anlaşılınca da Muhsin Ertuğrul, hem imdatlarına yetişsin diye hem de dostuna destek olmak için o sırada hapiste olan Nazım’a gidiyor. İşte o “Şişli’de bir apartıman…” sözleri öyle ortaya çıkıyor. Ancak Nazım yasaklı olduğu için “Orhan Selim” takma adını kullanıyor ve adı program dergisinde yer alamıyor.

Onu dinlerken, onlar tiyatronun şerpaları diye düşünüyorum. Zirveye giden yolun kılavuzluğunu yapıyorlar. Yanlarındakinin yükünü taşıyor, destek sağlıyor, onlara eşlik ediyorlar. Birlikte çalıştıkları başrol oyuncularıyla fotoğraf çektirmek isteyen hayranları etraflarını sardığında, vakur bir adımla kadrajın dışına çıkıyor, bazen de deklanşöre basan el oluyorlar. İnsanın içine sinmeyen bir dengesizlikte, zarafetleriyle duruyorlar. Kendilerine “sanatçı” diyenlerin yanında, sahnede ölmek isteyen “oyuncular” olarak arayı iyice açıyorlar. Gidip Ordu’da tiyatro açmayı balayından sayıyorlar. Emekli edilince de kendilerini sürgüne gönderilmiş gibi hissediyorlar. Erol Günaydın anlatmıştı. Suna Pekuysal’ın eşi Ergun Köknar’la birlikte Avignon Festivali’ne gidecekler. Ergun Bey zatürre geçirmiş ama sanat aşkı onu yolundan döndürememiş. Kilolu, pişik olmamak için pudra kullanıyor. Pudrayı da bir torbaya koyup bavuluna yerleştiriyor. Fransa’ya İtalya üzerinden gidecekler. Bavul kontrolünde, pudrayı eroin sanan görevliler tarafından sorguya çekiliyorlar. Film orada kopuyor. Sonra her nasılsa birbirini kaybeden ikili, Avignon’da tekrar buluştuklarında Erol Günaydın, Ergun Bey’in başına gelenleri öğreniyor. Yaşadıkları, pişmiş tavuğun başına gelmeyecek türden. Gece bulduğu otelin kerhane olduğunu anlaması çok sürmede de çaresi yok, oradan ayrılamıyor. Ama uyuyamıyor da. Sabah uykusuz gözlerle festivalde oyun izlemeye ve sonra da oynamaya çalışıyor. Badireler, eğer usandırmaya yetmiyorsa, insanın direncini artırmaya yarıyor. Erol Günaydın, aldığı teklif üzerine Fransa’da kalmayı düşünse de Ergun Köknar onu, “bizim ülkemize borcumuz var, tiyatroyu orada yapmalıyız” sözleriyle vazgeçiriyor. Dönüyorlar ve ülkelerinde üretmeye devam ediyorlar. Vefa tek yönlü bir duyguysa diye kendimi üzecek oluyorum ama belli ki onlar bunu zaten biliyor.

“Sahne bağışlamaz hiç. Saygısızlığı, edepsizliği, ne oldum delisi olanları bağışlamaz. Oldum demek, öldüm demektir.” Bunu, komedi sanatçılarına verilen İsmail Dümbüllü Özel Ödülü’nü alan ilk kadın oyuncu Suna Pekuysal söylüyor. İki yüz elliden fazla oyun, yüze yakın film çeken bu verimli kadının adına Özel İstanbul Güzel Sanat Lisesi’nde derslik açılıyor. Yine Silivri Belediyesi, adını parka veriyor. Suna Pekuysal Çocuk Parkı’nda oynayan çocuklar, onun anne olabilmek için nelerden vazgeçtiğini hiç öğrenebilecekler mi merak ediyorum.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Pınar Erol

Yanıtla