Stratford Festival on Film Shakespeare Oyunları-9 ´The Adventures of Pericles/ Pericles´in Serüvenleri´
Erdoğan Mitrani
Straford Festivali’nin bir Shakespeare festivaline dönüşmüş olan 12 oyunluk dizisinin dokuzuncusu, Scott Wentworth’un 2015-2016 sezonunda sahneye koymuş olduğu, ustanın çok az sahnelenen oyunlarından ‘The Adventures of Pericles / Perikles’in Serüvenleri’.
Gerçek bir tarihsel kişi olan Perikles’le pek ilgisi olmayan bu Perikles’in öyküsü, ensestten, iki felaket gemi kazasına, doğum sırasında ölümden kıskanç bir bakıcı annenin katil ruhlu bir üvey anneye dönüşmesine, korsanlar tarafından kaçırılmaktan kerhaneye düşmeye ve burada bile bekâretini koruma çabasına her türlü felaketin başa geldiği, buna karşın abartılı bir mutlu sona ulaşan karmaşık ötesi bir hikâyedir.
“Spoiler vermekten” çekinmeyerek, öyküyü etraflıca özetlemekte fayda var:
Antakya Kralı Antiokhus çözmek isteyen erkeğin doğruyu bilirse kızı ile evlendirileceği, cevap yanlışsa idam edileceği zor bir bilmece hazırlamıştır. Bilmeceyi çözmek için Antakya’ya gelen
Fenike‘nin Sur (Tyre) kentinin prensi Perikles, cevabın kralın kızıyla ensest ilişkisi olduğunu, gerçeği açıklasa da, yanlış cevap verse de idam edileceğini anlar. Çözdüğünü bildiğini ima ederek daha uzun düşünmek için süre isteyince, uyanık Antiokhus 40 gün süre verirken, onu öldürmesi için bir kiralık katili de görevlendirir. Antakya’dan acilen kaçan Perikles, kim olduğunu ve yerini bilen kralın suikastçılarından kurtulmak için yokluğunda Sur yönetimini sadık ve güvenilir Helicanus’a bırakarak sürekli seyahat etmek zorunda kalır.
Bir fırtınadan kurtulduktan sonra geminin karaya vurduğu Pentapolis’te, kralın açtığı bir turnuvayı kazanan Perikles, kral Simonides’in kızı Thaisa ile evlenir. Tanrıların gazabına uğrayan Antiokhus ve kızı gökten inen bir yıldırımla çarpılıp kül olunca, Surlu soylular Perikles’in geri dönmesi için her tarafa haber salarlar. Soyluların mektuplarından biri eline geçince, Perikles, hamile karısıyla Sur’a gitmeye karar verir. Yolda gemileri yine fırtınaya tutulur, fırtına sırasında bir kız çocuk doğuran Thaisa doğumdan sonra ölür. Gemiciler, fırtınayı dindirmek için Thaisa’nin bedeninin denize bırakılması gerektiğini söylendiklerinde, Perikles gönülsüzce bu isteği kabul etmek zorunda kalır. Marina adını verdiği bebek deniz yolculuğuna dayanamayacağından Tarsus’ta gemiden ayrılarak, kızını dostları, Tarsus yöneticileri Cleon ve Dioniza’ya emanet ederek Sur’a döner. Bu sırada Thaisa’nin cesedinin içinde bulunduğu tabut sihirbaz Cerimon’un yaşadığı yerde karaya vurur ve sihirbaz Thaisa’ya yeniden can verir. Kocasının fırtınada kaybolup öldüğünü sanan Thaisa, Diana tapınağına rahibe olur.
Büyüyüp çok güzel bir kız olan, bilgili ve başarılı Marina, kendi öz kızını ikinci plana attığı için onu kıskanan Dioniza tarafından öldürtülmek üzereyken korsanlar tarafından kaçırılıp Midilli’de bir geneleve satılır. İkna kabiliyetiyle önce geneleve müşteri olarak gelen Midilli yöneticisi Lysimahkus’u, sonra da genelev sahiplerini etkileyerek bekâretini korumayı başaran Marina, adadaki genç kızlara öğretmenlik yapar, müziği ve eğlencelere katkısıyla ün kazanır. Kızını bulmak için Tarsus’a dönen Perikles’e, kızının öldüğü söylenince büyük bir üzüntüyle ömür boyu yas tutmaya, bir daha kimseyle konuşmamaya karar vererek yeniden denize açılır. Akdeniz ve Ege’deki yolculuğu onu Midilli’ye getirdiğinde Lysimakus bu suskun ve yaslı adama faydası olabileceğini düşünerek Marina’yı çağırır. Genç kız acılı hikayesini anlatırlarken Perikles onun kızı olduğunu anlar. Tanrıça Diana, kavuşmanın heyecanıyla yorulup uykuya dalan Perikles’in rüyasına girerek Thaisa’nin ölmediğini ve bulunduğu tapınağın yerini söyleyince Perikles Thaisa’ya da kavuşur.
Mutlu sonda Marina ile Lysimahkus evlenmeye hazırlanırlar.
Perikles’in Serüvenleri, Shakespeare oyunlarında cinsiyetler arasında dengenin en belirgin olduğu metinlerden biridir. Oyunda gücün temsilcisi sadece erkekler değil, ne istediklerini bilen, erkeklere istediklerini yaptırabilen Thaisa ve Miranda’dır da. Tanrısal hâkimiyeti Diana’nın temsil ettiğini de unutmayalım. İnsan ruhunun karalığının temsilcileri, sadece katil ensest baba Antiokhus, korsanlar ya da korumasız insanları öldürmeyi doğal bulan E.B. Smith’in canlandırdığı suikastçılar değildir. Claire Lautier’nin kan dondurucu yorumuyla izlediğimiz kıskanç Dioniza da kötücüllükte onlardan aşağı kalmaz.
20 yıldır Stratford Topluluğu ile çalışan Scott Wentworth birbirinden parlak ve özgün buluşlarla, geniş bir zaman aralığına ve çok sayıda farklı mekâna yayılan bu karmaşık ve karışık öyküyü, müthiş tempolu, kolay anlaşılan, rahatlıkla izlenen çok keyifli bir gösteriye dönüştürmüş. Patrick Clark’ın sahne, Kevin Fraser’ın ışık ve Verne Good’un ışık tasarımlarıyla -deniz dâhil- müthiş inandırıcı bir mekân duygusu yaratılmış. Görkemli karyola hariç hiç mobilya ve aksesuar kullanmadan var edilen görsellik gerçekten de çok etkileyici.
Wentworth oyunu, anlatı, oyuncu yönetimi ve müzikte de çok farklı ve heyecan verici bir bakış açısıyla sahneliyor. Örneğin, klasik haberci karakteri yerine, metinde sık sık sözü geçen ama hiç görülmeyen Tanrıça Diana’yı hepsi beyaz giymiş rahibeleriyle birlikte anlatıcı olarak sahneye çıkarıyor. Paul Shilton’un bestelediği ve kaydettiği, iyice öne çıkarılan müzik sadece oyunun ruh hâlini vurgulamakla yetinmiyor, yapıma fiilen can veriyor. Oyunun kilit anlarında duyulan ‘The Pearl / İnci’ adlı şarkının sözlerini de, hem Diana’ya başarıyla can vermesini, hem de dört dörtlük şarkıcılığını keşfettiğimiz Marion Adler yazmış.
Wentworth, Stratford Topluluğu elemanlarını da beklenmedik farklı bir şekilde yönetiyor. Merkeze önce her şeyi kazanan sonra da kaybeden Perikles’e harika bir yorum getiren Evan Buliung’i oturtuyor. Buliung, cesur ve hareketli genç Perikles’i keyifle canlandırırken, sevdiklerini kaybettiğindeki acısını da ustaca aktarmayı başaran çok yönlü bir sanatçı. Kızıyla kavuştuğu sahnede, benim gibi oyunu olabildiğince mesafeli kalarak izlemeye alışkın bir izleyicinin bile gözlerini yaşartabilen müthiş bir oyuncu.
Wentworth’un diğer ilginç kararı da Perikles’in yaşamına giren tüm kadınları ve karşılaştığı tüm kralları aynı iki oyuncunun üstlenmiş olması. İlk olarak Antakya Kralının ödülü olarak karşılaştığımız, ünlü bilmeceyi nefis bir şarkı olarak okuyan Deborah Hay, sonrasında sevdiği adamla evlenmek için müthiş bir sevecenlikle babasını ikna eden, ne istediğini bilen Thaisa olarak karşımıza çıkıyor. Usta oyuncu, fiziksel görünümünü hiç değiştirmeden canlandırdığı büyümüş Miranda’yı hem bedenini hem ses tonunu gençleştirerek yorumlarken oyunun en güzel şarkısını da söylüyor.
Wayne Best, kızıyla ilişki yaşayan, düzenini korumak için bilmece yüzünden idam edilenler dâhil sayısız cinayet işlemekten çekinmeyen kötü ruhlu Antiokhus’u ve onunla taban tabana zıt, oyunun nerdeyse komik kişisi Pentapolis Kralı Simonides’i başarıyla ayrıştırıyor.
Tüm karakterlerin ustalıkla yorumlandığı dört dörtlük takım oyunculuğunda özellikle göreceli olarak kısa rolüne çok sağlam bir yorum getiren Antoine Yared’den söz etmek isterim. ‘King John’da Fransız veliaht Louis olarak dikkat çeken, önümüzdeki haftalarda Romeo olarak karşılaşacağımız Lübnan doğumlu Montreal’de büyümüş genç oyuncu, bakire bir fahişe ile ilişkiye girmek için gittiği genelevde Miranda’dan etkilenen, saygısı giderek aşka dönüşen Lysimakhus’un değişimini inandırıcı kılmayı başarıyor.
Sonuçta, Shakespeare’in az sahnelenen bir oyununun, karmaşık yapısına karşın ustaca anlaşılır hâle getirilmiş, keyifli ve çok başarılı bir yorumu. Kanımca festival seçkisinde rahatlıkla ilk beşe girer. Kaçırmayın derim.
Hepinize sağlıklı, huzurlu ve yakın bir gelecekte topluca izlenebilecek seyirler dilerim.