Folklor Halkın Aynasıdır

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Tayfun Timoçin’in Hürriyet’te yayınlanan yazısının bir kısmını paylaşıyoruz.] Eskiden TV’lerde arada sırada da olsa halk oyunları ekiplerini görürdük. Epeydir göremiyoruz ya da ben denk gelmedim. O ekipler ekranda belirince birbirimize, “Folklorcular çıktı” derdik. Yanlış söylerdik. Onlar folklorcu değildi, dansçıydı! Nereye gitti onlar?

Siz hiç oynadınız mı halk oyunları? Ben oynadım. Gaziantep, Silifke, Elazığ, Adana oynadığımı hatırlıyorum. Çocukluğum Adana gibi muhteşem bir yerde geçti; doğal olarak oynadıklarımız da komşu yörelerin oyunlarıydı. Davul-zurnacılarımızı hatırlıyorum ama isimlerini hatırlamıyorum ne yazık ki. Bahsettiğim 82-85 arası, hatırlaması kolay değil. Fakat esmerlerdi, onu hatırlıyorum. Çok hoşsohbet insanlardı, gösteri için gittiğimiz her yerde bize büyük yardımları olurdu. Zurnacımızın yanaklarını unutmam mümkün değil, nasıl şişerdi, öyle bir yanak formu nasıl mümkündü, çok şaşırırdım. Bir yandan oynar, bir yandan da onu izlerdim. Yanaklarını, tıpkı tulum ya da gayda gibi havayla doldurduktan sonra zurnayı çalmaya devam ederken bir taraftan da burnundan yeni nefes aldığına hayranlıkla tanık olurdum. Güzel zamanlardı.

HAYDİ ANTROPOLOJİ OYNAYALIM!

Biz de kendimiz için aynı hayatı yapar, “folklor oynadığımızı” söylerdik. Ama sonraları bu sözcüğü tartıştığımızı da hatırlıyorum. Oysa folklor oynanabilen bir şey değildir. “Folklor oynamak” demekle “antropoloji oynamak” veya “tarih oynamak” demek arasında hiçbir fark yok aslında. Anlatayım.

Bu sayfayı bilimsel bir makale kıvamına getirmemek, pek çok cümlenin nereden alıntı olduğunu dipnotlarla, parantezlerle belirtip ortalığı kalabalıklaştırmamak için en baştan söyleyeyim ki çalışmalarından yararlandığım dev isimler var. Bu işlere ömür vermiş Metin And, Tahir Alangu, Cemil Demirsipahi, konuya ilişkin en önemli rehberlerimdir. Elbette daha onlarca yazar ve eser var ama buraya sığdırmak olası değil. Saydığım isimleri tanımayanlar, internette küçük bir gezinti ile onların büyüklüklerine tanık olacaklardır, anlatıp yerimizi doldurmayalım.

FOLK, HALK

Çok büyük olasılıkla yine Ortadoğu’nun karanlık dönemlerinden kalma bir kökten türemiş ve Hint-Avrupa dil ailesinin üyesi olmuş bir sözcük olan “folk”, sadece “halk” demektir ve sadece folk ile halk arasındaki ses benzerliği bile, “ortak kökü” fazlasıyla düşündürmektedir. Akkadcanın ardından Ortadoğu’nun resmî dili olan Aramî dilinde de “helka” diye yazabileceğim, “h” sesinin gırtlaktan çıkması gerektiğini sadece söyleyebileceğim bir sözcük de var aynı anlama gelen.

Yine Batı dillerinde “öğrenmek, öğrenilen şey, bilgi” anlamındaki “lore”, folk sözcüğüne 19. yüzyılda İngiliz W.J Thomas tarafından eklenmiş ve olmuş folklore. Halk bilgisi demek. (Lore ilavesi, İngilizcedeki Learn, Almanca Lehren gibi aktüel sözcüklerle kimilerimize tanıdık gelecektir.) Türkiye’de ise ilk kez Rıza Tevfik Bölükbaşı (1869-1949) kullanmış bu terimi. İngiltere’de folk, ilk kullanıldığında “şehirlerin dışında yaşayan, ekip biçen, pek görgülü olmayan kitle” kastedilirdi. (Bizde artık pek kullanılmayan avam sözcüğüne karşılık geldiğini söyleyebiliriz.) People ise bütün millete karşılık geliyordu. Bunun nedeni, taşrada yaşayan insanların, gelenekleri çok daha fazla koruyor olmasıydı. Şehirlerde kaybolan gelenekler, kırsalda canlılığını koruyordu ve folklorun konusu, geleneksel olan her şeydi.

SOSYAL ANTROPOLOJİNİN TA KENDİSİ

Almancada “volk” sözcüğü folk okunur, bu isimle başlayan araba markası, halk için yapılmış vagonları tarif eder. Bizde Modern Folk Üçlüsü vardı, halk ezgilerini modernize edip söylerlerdi. “Leblebi koydum tasa kız annem”e bayılırım.

Özetle folklor, halk bilgisi demektir. Halkla ilgili her şeyi araştıran bir bilim dalıdır. (Aslında “sosyal antropoloji”nin ta kendisidir ve folklor da isimlerinden biridir. Yani, insanı araştıran bilimin alt disiplinlerindendir.) İçinde pek çok unsur barındırır: Masal, bilmeceler, atasözleri, türküler, çocuk oyunları, tekerlemeler, giyim, mutfak, yerel ağızlar, tiyatro, öykü, kilim, halı, makyaj, destan ve elbette dans. “Folklorik unsurlar” dediğimiz şeyler, bir halkın geleneklerini, kültürünü, geçmişini, atalarını yansıtan şeylerdir. Bu nedenle folklor oynanmaz!

DANS EDİLİR, OYUN OYNANIR

Peki oynadığımız şeye ne denir? Halk Oyunları veya Halk Dansları diyebiliriz. Oyun mu dans mı tartışması devam edip gitmektedir uzun zamandır, bizim de tartışmanın sonuçlanmasını bekleyecek halimiz yok. Zaten çok da büyük bir sorun teşkil etmiyor aradaki fark. Zira “oyun” kavramını, bu sayfanın birkaç yüz katına ancak sığabilecek bir yazıyla açıklamak mümkün olabilir, “dans”ın da ondan pek aşağı kalır tarafı yoktur. Fakat kesin olan şu ki, bizim sevgili Silifke, Gaziantep, Adana, Diyarbakır, Elazığ, Artvin, Erzincan, Aydın, Trabzon ve daha nice güzel yörelerimizin oyunları/dansları, kesinlikle “halk” kökenlidir. Yani bunlar halkın kendi kendine, zaman içinde önce uydurduğu, sonra düzenleyip kalıp haline getirdiği danslardır. Kıyafetleri de müziği gibi yöreseldir. Metin And, bu danslara “köylü dansları” der ki doğrudur. Köylerde doğmuşlardır. Halk bunlarla müthiş eğlenir. Köy meydanlarının, düğünlerin, kutlamaların vazgeçilmezleridir. Şehirliler, bu oyunları sadece şehirden çıkıp ziyaret ettikleri “taşra”da görürlerdi, sonra şehre davet ederek görme şansına kavuştular, sonra da “haydi bize de öğret” dediler. Zaten şehirli insanların önemli kısmı köylerden gittikleri için, bu dansları özlüyorlardı. Özlem, şehirlerde organize ve düzenli şekilde giderildi. Kıyafetler düzeltildi ve tek tip hale getirildi, koreografiler eklendi, düzeltildi vs.

ÇÜNKÜ HALK GÜZEL

Ama halk dansları, köken itibarıyla kesinlikle halkı yansıtıyordu. Mesela bizim çoğu oyunumuzda kadın-erkek el eledir, kol koladır, omuz omuzadır. Çünkü halk öyledir. Halk, “kadınlar şu tarafa, erkekler bu tarafa” demez, birliktedir. Bu güzel anlayış Anadolu’da bir tasavvuf düşüncesiyle serpilmiş, dünyaya örnek olmuştur. Hem uygar, hem inançlı, hem edep sahibi, hem de kaynaşmış ve kötücül olmayan bir halktır Anadolu halkı. Bu özellikleri ile Türkiye, bütün İslâm âlemi içinde parmakla gösterilebilen tek ülkedir. Anadolu’nun bu güzel hali, Cumhuriyet ile devam etmiş, Atatürk halkın bu tavrını sürdürebilecek bütün kültürel çalışmaların gelişmesini sağlamıştır.

KADIN-ERKEK EL ELE

Kadın-erkek el ele dans eden Anadolu halkının üzerinde yobazlık durmaz. Aklı kayan, şeytana uyan falan zaman zaman her yerde olduğu gibi burada da olur ama halk, gelenek ve göreneklerinin gereği neyse onu yapar. Yobaz istediği kadar “Kadın evden çıkmasın, otursun evde çocuk baksın!” diye bağırsın, o kadın tarlasına gitmek zo-run-da-dır. Çocuğunu tarlada doğurup ağacın dibinde emzirir, ürünü toplar, toprağı çapalar, akşam da meydana çıkıp köyün düğününde erkeğiyle, komşusuyla kol kola girip yöresinin oyununda dans eder! Binlerce ama sahiden de binlerce yıldır böyledir bu. Hatta, bütün bu yaşam alışkanlıkları, bugün yanlış olarak folklor dediğimiz o danslara yansır. Kadın-erkek birlikte tarlada çalışılmaktadır, biri öbürüne yardım eder, biri diğerine su verir, alınlardaki terler silkilir, küpler toprağa dikilir, ellerde mumlarla meydan şenlenir… He-heeyyy, daha neler, ne güzellikler vardır halkımın dağarında neler! Yahu “Teke Zortlatması” diye oyunu başka hangi memlekette duyabilir, izleyebilirsiniz? (Isparta yöresinin bu arada.)

Devamı için tıklayınız

Hürriyet

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.