Gençlerin Söyleyeceği Var 3: Korhan Karabal ile Söyleşi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Hazal Şahin

Türkiye, meslek bağımsız olarak, kendi insanına bu yoksunluk hislerini sürekli yaşatabilen bir ülke. Devletin Sanata olan ilgisiz tavrı topluma, eğitime, her alana yansıyor. Okulların, öğretenlerin, sanatçıların bu konuda sorumluluğu üzerlerine alıp birlikte hareket etmesi bir başlangıç olabilir… Hareket halinde olmak, bir şeyleri kendim yapmaya çalışmak bir anda güçlü hissetmeme, beni dibe çeken hisleri yönetmeme yardımcı olabiliyor. İnsanın işsiz kalması da değersiz ve yetersiz hissettiren bir şey ama sürekli çözüm aramaktan başka çare yok.

HAZAL ŞAHİN: Yeni mezun olmuş bir öğrenciden öğretmenliğe geçiş süreci senin için nasıl gelişti?

KORHAN KARABAL: Şöyle, Mimar Sinan’da kuram derslerinin yapıldığı küçük bir oda vardır. Üçüncü sınıfa geçtiğimizde, tiyatro estetiği dersine giren Ata hocayla (Ata Ünal) – ilk orada tanıştım. Sonra iki yıl boyunca elinde bir snickers ve bir bardak çayla, enerjisini ve konuşmasını hiçbir zaman yavaşlatmadan saatler süren dersler yaptı bizimle. Dersleri eğlenceli, yoğun ve doyurucu geçerdi. Bir de ezber bozan… Hep birlikte tartışıyorduk. Her şey birliktelik içinde ilerliyordu (konular paylaşılır, sunumlar yapılır, birlikte merak edilir) ve tiyatroda da beni huzurlu hissettiren şey bu ortaklık olduğundan bu odada geçen dersler bir kaçış oluyordu benim için. Mezun olduktan sonra Ata hocayla çalışmaya başladık. Bu sefer okuldaki dersler, Çatı dans stüdyosunda provalara dönüştü. Bizim okuldan küçük bir grup ve diğer konservatuarlardan gelen oyuncularla, çağdaş bir ekip kurmayı amaçlamıştık. İki yıl bu çerçevede Mustafa Kaplan ve Mine Çerçi ile ne oynayacağımızı bilmeden provalar yaptık. Tabii bu çalışmanın amacı sürekli bir çalışma disiplini oluşturup oyunlar çıkartmaktı. Ancak oyun aşamasına geçemedik. Açıkçası bu işin en üzücü kısmı da çalışmalarımızı bir ürüne dönüştürememek oldu. Oynama iştahımız bizi ayırıp başka tiyatrolara yöneltti. Sonra ben, bir sezon Tatbikat Sahnesi’nde çalıştım. Orada iki oyunda rol aldım. Oyunlarım bittiğinde de bu sefer Ata hoca beni Okan Üniversitesinin Tiyatro bölümüne öğretim görevlisi olarak davet etti. Prova projesi dersine girmemi istedi. O dönem aynı zamanda Gülce Uğurlu’nun yazdığı “İyi bir güneş” adlı oyunda çalışmaya başladık. Bir anda birçok alanda birlikte çalışmaya başladık yani. Tabii Okan üniversitesine girmem benim birçok insanla yeniden karşılaşmamı sağladı. Çatı’da prova yaptığım arkadaşım Barbara Shirley, Mine Çerçi, Mustafa Kaplan, okuldaki hocalarım Murat Karasu, Levent Dönmez, Salih Kamburoğlu, İyi Bir Güneş’te oynadığım Gülce Uğurlu ve Güneş Sayın’la bu okulda bir de öğretmen olarak buluştum tekrar. O odadaki tartışmalar, sonrasındaki provalar ve o ortaklığın getirdiği birlikte çalışma durumu hala devam ediyor yani…

HŞ: Okulu sevenlerden misin? Niyetin akademide kalmak ve orada kendini geliştirmek mi?

KK: Yani bir insanın hayat projesine aracı olmanın büyük bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Kurumların samimi misyonları olmalı. O yüzden böyle rastgele başarı pazarlayan, içinde garip hiyerarşik yapıları olan okulları anlamsız buluyorum. İçinde olduğum bölümde bu sorumluluğu bana hatırlatan aynı zamanda beni öğretmen olarak eğiten bir yapı var. Yirmi dört saat her şeyi tartışabileceğim iş arkadaşlarım var. Güneş ve Barbara’nın kulaklarını çok patlatmışımdır J Bir de bu sefer aktarmak üzere her şeyi yeniden okuyup anlamlandırmaya çalışmak çok eğitici ve haz verici bir şey.

HŞ: Öğrenciyken sana iyi gelmeyen, eğitim sisteminde hatalı gördüğün noktalar var mıydı? Varsa eğitmen olarak, öğrencilerine bunları yapmaktan kaçınıyor musun? Yerine daha iyi yöntemler koydun mu?

KK: Hazırlıktayken birinci sınıfa geçmeden okulun seni atabilme hakkı vardı. Sahne üstünde beni hiçbir yere taşımayan bir baskıydı mesela bu. Bizden sonra kalktı ama bundan yaralanan çok kişi olmuştur. Bu tür lüzumsuz baskılar kurmamaya özen gösteriyorum.

HŞ: Bazı zamanlar ‘’şimdi anladım hocaların bize neden öyle yaptığını’’ diye düşündüğün oluyor mu?

KK: Ben lise birinci sınıftayken ‘Dil bölümünü seçip Fransa’da tiyatro okuyacağım’ dediğimde, bana ‘senin üniversite sınavın için Türkçe matematik seçmen gerekiyor’ denilip, koskoca okulun Fransızca eğitimine son veren Şeniz Sarısoy’u hala anlayamadım. Melih Bulu’yu da anlayamıyorum.

HŞ: Çoğu konservatuar mezunu oyuncu, kendini yetersiz ve değersiz hissediyor. Sence bu konuda öğretmenlerin ve öğrencilerin payı ne kadardır?

KK: Paylarını bilemem. Ama Türkiye, meslekten bağımsız olarak, kendi insanına bu yoksunluk hislerini sürekli yaşatabilen bir ülke. Devletin Sanata olan ilgisiz tavrı topluma, eğitime, her alana yansıyor. Okulların, öğretenlerin, sanatçıların bu konuda sorumluluğu üzerlerine alıp birlikte hareket etmesi bir başlangıç olabilir. Tek başına küçük bireysel atılımlar bile etkili olabiliyor. 12 Mart günü son oyunumu oynadım yanılmıyorsam. Bir senedir oynayamıyorum. Ama İki ay sonra Çatı’da prova yaptığım arkadaşlarımdan biri (Aykut Akdere) beni aradı ve ‘Zoom üzerinden yazarlık atölyesi yapıyoruz, gelir misin?’ diye sordu. Onun bu küçük teklifi bir anda altı yedi aylık bir çalışmaya döndü. Benim için yeni bir çalışma alanı oluşturdu mesela. Hareket halinde olmak, bir şeyleri kendim yapmaya çalışmak bir anda güçlü hissetmeme, beni dibe çeken hisleri yönetmeme yardımcı olabiliyor. İnsanın işsiz kalması da değersiz ve yetersiz hissettiren bir şey ama sürekli çözüm aramaktan başka çare yok.

HŞ: Karşılaştıracak olsan, senin dönemindeki öğrenci profili ile bu dönemin öğrenci profili arasında ne gibi farklılıklar görürsün?

KK: Ben 1991 doğumluyum. Bu sene bittiğinde de üç yıldır öğretim görevlisi olarak çalışmış olacağım. Bunu net bir şekilde gözlemleyecek bir deneyimim yok. Ancak 2002’den beri AKP hükümetinin planladığı bir eğitim sistemi içerisindeyiz. Yıllardır birçok okul sistemli olarak itibarsızlaştırıldı. Sınav sistemleri sürekli değişti. Kapanan bölümler, atılan öğretmenler, yeni açılan bir sürü okul…. Bütün bunların etkileri olacaktır.

HŞ: Siz pandemi sürecinden dolayı online eğitimi deneyimleyen ilk eğitimcilersiniz ve belli ki bu ileride bir uzmanlık alanı olacak. O yüzden biraz online eğitim hakkında konuşmak istiyorum. Bu süreç öğretmenleri ve öğrencileri nasıl etkiledi?

KK: Hazırlıksız yakalansak da hızlı bir şekilde adapte olmaya çalıştık. Hocalar arasında kim ne yapıyor, derslerin içeriğini Online’a nasıl taşıyabiliriz üzerinden toplantı serileri yaptık. İlk etapta uygulama alanı çok dardı. Kendi adıma söylüyorum, ders içerisinde uygulama kısmı azalınca anlatıcı olarak bir anda yüküm arttı ve oturup daha fazla ders çalışmaya başladım. O yüzden her dersin uygulamalı ve teorik çerçevesini oluşturdum. Üç saati aşan derslerim oluyor, bu yüzden başlangıçta verimin çok düşeceğinden endişe duyuyordum. Ama sanırım olabilecek en iyi şekilde bitirdik seneyi. Bu yıl için daha hazırlıklıydım. Okul başlamadan önce tekrar toplantılar yaptık. Olabildiğince yüz yüze ilerletmek istedik dersleri. Ancak her an kapanabileceğimizi de biliyorduk. Bu yüzden ben de toplantılar dahilinde ikili bir program oluşturdum, hem Online hem de yüz yüze olmak üzere. Bütün yarı dönemi neredeyse planlamıştım. Sanırım sadece İlk bir ay yüz yüze yapabildik. Vakalar artınca hemen kapandık ve Online’da devam ettik. Açıkçası bu sene uygulama açısından da daha iyi bir sene geçirdik. Çocuklar içinse, onlara sormak gerekiyor hiç kolay değil.

HŞ: Online eğitimde verim aldığınız alanlar neler oldu?

KK: Okula hiç gelmeyen, çalışmak zorunda olup zamanını ayarlayamayanların katılım oranı arttı. Ve sanırım kuramsal derslerin verimliliği de arttı.

 (Korhan ve öğrencileri)

HŞ: Konservatuar eğitiminde, uygulamalı dersler için seyircisiz, sahnesiz sınavlar/ödevler nasıl hazırlanıyor?

KK: Girdiğim dersin adı Prova Projesi. Çocuklar sene başında ana sahne hocalarıyla birlikte belirlediğimiz çalışmaları hazırlayıp bir iki ara değerlendirme sonrasında final temsiline çıkıyorlar. Bu birinci sınıfta sözsüz oyunla başlayıp ikinci sınıfta ikili sahne ve bir oyuna kadar gidebiliyor. Bu ana çerçeveyi, yani içerik, değerlendirme ve sınav ritmini koruduk. Online’da olsa yüz yüze de olsa aynı takvimde ilerleyeceğimizi ilettim. Birinci sınıflarla yüz yüze derslerde koro çalışmasıyla başladık. Sözsüz, daha çok hareket odaklı bir çalışma. Ama eve kapanma ihtimaline karşı bireysel bir çalışmaya da dönüştürebilecek şekilde tasarladık. Yine bulacakları tema üzerinden bu sefer tekli bir çalışma yapacaklardı. Bu durum karşısında çocuklardan tek ricam tiyatro disiplinini, çalışma disiplinini aynı şekilde korumak oldu. Hiçbir şeyi bahane etmeyeceğimiz üzerinden sözleştik. Ve herkes duruyor sözünde. Ben derslerden çok keyif alıyorum. Sınavlarsa ayrı bir konu. Az önce söylediğim gibi dersimin dönem içinde çok sınavı oluyor. Bunun açıkçası olumlu bir etki yarattığını gördüm çocuklar üzerinde. Bir kere oynamak istiyorlar, geri bildirim almak istiyorlar, gelişmek istiyorlar. Bütün sınavlara tüm sahne hocaları katılabiliyor. Bu da özellikle böyle yalnız kaldığımız bir zamanda motive edici bir durum oldu. Ben onların süreçlerinde bulunuyorum o yüzden sınavda gösterdikleri benim için sürpriz olmuyor. Her sınav öncesi zoom’dan genel prova yapıyoruz ve iyi bir heyecan katıyor.

HŞ: Öğrencilerinin motivasyonları ne durumda? Eğitimin bir ekrandan aktarılıyor olması onları nasıl etkiledi?

KK: Sınavdan önce whatsapp’tan iyi oyunlar tebrikleri, çikolata, viski emojileriyle birbirlerini motive ediyorlar J . Yani Karamsarlığa kapılmamaya çalışıyoruz. Bu geçici bir dönem, herkes elinden geleni yapmaya çalışıyor benim gördüğüm. Sonuçta konservatuvara girenler genelde kendi tercihleriyle ve hatta birçok şeyi karşısına alarak girmiş oluyor okula. O yüzden yapmak istediğin işle ilgili hayallerin oluyor. Öyle olunca alıcı antenlerini daha açık tutuyorsun. Hareket alanları, partnerleri, sahneleri bir anda uzaklaştı ama ortak bir amaçta çözüme ortak olmaya çalışıyorlar.

HŞ: Sen bilgisayar ekranından sınav parçası izlerken kendini ‘’daha dikkatli’’ izlemek mecburiyetinde hissediyor musun? Odaklanmada sorun yaşıyor musun?

KK: Ocak ayındaki sınavlar bir hafta sürdü. Sabah dokuzda başlıyor ve sonrasında yaptığımız toplantılarla gece 11 gibi bitiyordu. Kendimi ayıltacak yöntemler geliştirdim J

HŞ: Online eğitim aktardığın bilginin anlaşılırlığını azaltıyor mu?

KK: Burada kuramsal dersleri ve uygulamalı alanları ayrı tutmak gerekiyor. Uygulamalı bütün alanlarda verimliliğin daha düşük olduğu bir gerçek.

HŞ: Online eğitime fazlaca maruz kalmış oyunculuk bölümü öğrencilerinin mezun olduklarında pratikte zorlanacaklarını düşünüyor musun?

KK: Pandemi bu şekilde devam ederse hepimiz zorlanacağız.

HŞ: Sahne sanatlarının pandemi süreciyle beraber başka platformlara taşınması, koşulların değişiyor ve dönüşüyor olması öğrencilerinizle üzerine konuştuğunuz bir konu mu? Sence o anlamda; senin döneminle şimdiki dönem arasında nasıl farklılıklar/farkındalıklar var?

KK: Değişen yaşam biçimleri ve bunun tiyatroya, sanata olan etkilerini konuşuyoruz. Dönüşüm nasıl bir dil ve estetik oluşturacak… Ama burada aramızda bir fark göremiyorum. Yakın yaşlarda aynı dönüşümün içerisindeyiz.

HŞ: Kesinlikle öğretilmesi gerektiğini düşündüğün ama şu anki müfredatta olmayan bir ders var mı?

KK: Etik.

Paylaş.

Yanıtla