Dikmen Gürün
“Sanata ve sanatçıya saygı” sözcükleri sıklıkla anlamını yitiriyor bu topraklarda. Halbuki yüzyıllar boyunca ne güzel yorumlar yapılmış bilgili, vizyonu geniş ustalar tarafından sanata ve sanatçıya dair. William Shakespeare oyuncular için “çağın kısa ve özlü tarihçesidir onlar” demiş. Eğitim bilimci İsmail Hakkı Baltacıoğlu bakın nasıl tanımlamış sanatçıyı 1960’larda: “O, benliğimizin sadece heyecan ve ihtiras bölgelerini tutup fikir ve düşünce âlemimizi alakasız bırakmaz, bilakis aradığı ve başardığı iş, bu zekâ âlemini meşgul etmektir.” 1946’da Nureddin Sevin tarafından dilimize çevrilen “Tiyatro Sanatı Hakkında” adlı kitabında Edward Gordon Craig, sanat eserinin uzun bir tasarlama süreci gerektirdiğinden söz etmiş. Şakir Eczacıbaşı’nın, hayranı olduğu Bernard Shaw’ın zengin tiyatro ve edebiyat dünyası içinde dolaştığı kitabının adı “Bernard Shaw: Gülen Düşünceler.” Shaw’ın “Sanat var olmasaydı gerçeğin kabalığı katlanılmaz kılardı dünyayı” sözleri aklımın bir köşesinde hep asılı kalmıştır. Eczacıbaşı’nın kitaba yazdığı ithaf cümlesi de ayrıca çok anlamlı: “Gülümsemeyi unutanlar için.” Evet, gülümsemeyi unuttuk artık bu sularda.
Sanatçı olmak bir ayrıcalık. Ülkemizde iğneyle kuyu kazılarak yapılıyor sanat. İşte bu nedenle de sanata ve sanatçıya gereken saygıyı göstermekle yükümlüyüz hepimiz. Bu topraklar üzerinde yaşayan herkes, hepimiz.
SÖZÜN BİTTİĞİ YERDE MİYİZ?
Metin Akpınar ve Müjdat Gezen Türkiye’nin çok değerli iki sanatçısıdır. Alanlarında pek çok genç yetiştiren değerli hocalardır da aynı zamanda. Bildiğimiz gibi Aralık 2018’de, adları daima övgüyle anılan bu iki sanatçımız Uğur Dündar’ın Arena programında ülkenin içinden geçmekte olduğu süreci, yanlış buldukları yönleri eleştirdiler. Eleştiri, demokratik bir haktır medeni ülkelerde. Ama bizde ne oldu? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gazaba geldi ve “sanatçı müsveddeleri” diyerek hakaret etti, yıllarını tiyatroya vermiş, tiyatroyla öğür olmuş bu iki sanat insanımıza! Gezen ve Akpınar için 4’er yıl 8’er ay hapisle yargılanma süreci başladı. O da yetmedi, geçen günlerde, kara kışın orta yerinde, yeniden yargıç karşısına çıkarıldılar, 79 yaşında Metin Akpınar ve 77 yaşında Müjdat Gezen. Cezalarının karara bağlanmasını istemiş yargıç! Bu bir hak mıdır? Hakça mıdır?
Ülkede yaşananları, baskıları, türlü altüst oluşları genelde suskun izleyen bir toplumuz. Suskunluğunu bozanlar da adalet mekanizmasının çarkları arasına sıkışıveriyorlar. İnsan hakları ve demokrasi yolunda yargıya güvenin kaçınılmazlığı ise her gün biraz daha belirginleşiyor. Neticede, sözün bittiği yerdeyiz.
İNSAN ONURUNA SAYGI
Sözün bittiğine dair bir gözlem de 65 yaş üstüne uygulanan şiddet! Evet, pandemi nedeniyle bu yaş kuşağına, bizim kuşağımıza getirilen yasaklar şiddetin bir fotoğrafıdır. İnsan Hakları Bildirgesi, insan onuru üstüne inşa edilmiştir demek herhalde yanlış olmasa gerek. Şu günlerde belli bir kesimin kendilerini dışlanmış, indirgenmiş, özgürlükleri ellerinden alınmış, köşeye sıkıştırılmış hissettiğini iyi biliyor ve fakat umursamıyorlar yönetici konumunda olanlar. Hiçbir çağdaş ülkede olmayan mantıkdışı bir yasaklar silsilesinin Türkiye’de uygulanması, eleştirilere kulakların tıkanması fütursuzluğun bir göstergesidir. Bunun adı “büyüklerimizi korumak” filan değildir. Saygısızlıktır. Şunu da unutmamak gerekir ki bu yanlış gidişe bir çözüm bekleyen onca “büyük (!)” bu ülkeye katkıları asla yadsınamayacak bir kuşağın insanlarıdır.